31 Ekim 2014 Cuma

Kitap Tanıtımı: el-Havarizmî, Kerbela Olayı



el-Muvaffak b. Ahmed Ebu’l-Müeyyed el-Havarizmî, Kerbela Olayı, tercüme: Yusuf Eğinç, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2010, 518 s.

Asıl adı Maktelü’l-Hüseyin olan Kerbela Olayı başlıklı kitabın müellifi, el-Muvaffak b. Ahmed Ebu’l-Müeyyed el-Havarizmî veya Harezmî’dir. Daha ziyade Maktel-i Harezmî olarak bilinen eser, Şiîler ve Sünnîler tarafından güvenilir kabul edilmiş, muahhar tarihçilerin birçoğu bu kitaptan alıntı yapmıştır.

Eser, Şeyh Muhammed es-Semavî’nin yayıma hazırladığı baskısı üzerinden (Kum 1997) Türkçeye tercüme edilmiştir. es-Semavî tahkikinde, Seyyid Muhammed el-Mehdî 1306/1888-89 yılında Muhammed b. el-Hüseyin el-Amidî’nin 986/1578-79 yılında yazdığı nüshasından istinsah ettiği nüshayı esas almış, nadir olan bu nüshayı sahibinden bir aylığına ödünç alıp bizzat istinsah etmiştir.

484/1091 yılında doğan el-Havarizmî, öğrenimine babasının yanında başlamış, daha sonra ilim tahsil etmek için İran, Irak, Hicaz, Mısır ve Şam’a yolculuk etmiştir. Çok sayıda rivayet icazetine sahip olan müellif, uzun süre Carullah Zamehşerî’nin (ö. 538/1144) talebeliğini yapmış, daha sonra Zemahşerî’nin halifesi olarak tanınmıştır. Bir süre Harezm’de hatiplik yapan el-Havarizmî 568/1172 yılında burada vefat etmiştir.

el-Havarizmî’nin makteli giriş ve on beş bölümden oluşmaktadır. Müellif rivayetlerinin başında isnad zikretmek suretiyle kaynakları hakkında bilgi vermiştir. Maktelinin girişinde el-Havarizmî, kitabının kimsenin duymadığını öğrettiğini söyler ve gulatın ve yanılgıya düşenlerin zevk alacağı rivayetleri nakletmekten uzak durduğunu ifade eder.

Müellif, kitabın birinci bölümünde, Resulullah’ın (s) faziletlerinden örnekler vermiş, ikinci bölümde Hz. Hatice’nin faziletlerinden söz etmiştir. Hz. Ali’nin (as) annesi Fatıma binti Esed’in faziletlerinin anlatıldığı üçüncü bölümden sonra, dördüncü bölümde Hz. Ali’nin, beşinci bölümde Hz. Fatıma’nın faziletleri ele alınmıştır. Altıncı bölüm, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in (as) faziletleri hakkındadır. Sekizinci bölümde ise Hz. Peygamber’in Hz. Hüseyin’in başına gelecekler hakkında buyurduğu hadisler nakledilmiştir.

Dokuzuncu bölümden itibaren el-Havarizmî, Kerbela Olayı’nı hazırlayan olayları anlatmaya başlamaktadır. Muâviye döneminde Hz. Hüseyin’le Velid b. Utbe ve Mervan b. Hakem arasında meydana gelen olaylar ile Muâviye’nin ölümünün ele alındığı dokuzuncu bölümü, Hz. Hüseyin’in Mekke döneminde yaşadıklarının ve Kûfelilerin mektuplarının nakledildiği onuncu bölüm izlemektedir.

“Hz. Hüseyin’in Irak’tan Kerbela’ya yolculuğu, Yolda Başına Gelenler, Kerbela’da Konaklaması ve Orada Öldürülmesi” başlıklı on birinci bölümde müellif, Kerbela faciasını bütün ayrıntılarıyla ortaya koymaya çalışmaktadır.

On ikinci bölümde el-Havarizmî, Hz. Hüseyin’in katillerinin ve ona yardım etmeyenlerin akıbetini anlatmaktadır. On üçüncü bölümde, Kerbela Olayı’ndan hemen sonra söylenen mersiyelerden örnekler veren müellif, erken ve geç dönem Kerbela mersiyelerine dair önemli bilgiler vermektedir.

“Hz. Hüseyin’in Türbesini Ziyaret Etmek ve Bunun Fazileti” başlıklı on dördüncü bölümden sonra el-Havarizmî, kitabının son bölümü olan on beşinci bölümde, Hz. Hüseyin’in intikamını almak için kıyam eden Ebu İshak Muhtar b. Ebi Ubeyd b. Mesud es-Sekafî’nin (ö. 67/687) kıssasını ayrıntılarıyla ele almaktadır. Kerbela sonrası meydana gelen hadiseler başka maktellerde kısaca ele alınırken el-Havarizmî, son bölümde uzun uzun bu konuyu işlemeyi tercih etmiştir. Müellif, maktelini Muhtar’ın kıyamıyla sonlandırmasının sebebi şöyle açıklar: “Bu derlememi, ihlâslı olanların kalbini bu kan davalarından kurtaran Muhtar’ın hikâyesiyle, Ubeydullah b. Ziyad’ın öldürülmesini anlatarak bitirdim. Bir cinayet şebekesinin tutuşturduğu, Müslümanların kalbindeki ateşi sönmeyen yangını söndürmek ve asilerin, dünyada temizlenmesi zor olan ayıbını temizlemek istedim.”

Hüseyin Vaiz Kaşifî, Ravzatü’ş-Şüheda’sında müellifinin Havarizmî olduğunu söylediği Nuru’l-İlm adında Farsça bir maktelden faydalandığını belirmektedir. Bu bilgiden hareketle kimi araştırmacılar el-Havarizmî’nin maktelini Nuru’l-İlm adıyla Farsçaya tercüme ettiğini ileri sürmüşlerdir. Maktel-i Hüseyinler üzerine çalışan İranlı araştırmacı Muhsin Rencber, Maktel-i Havarizmî ile Kaşifî’nin alıntılarını karşılaştırmış, araştırması neticesinde kesin bir sonuca ulaşamamıştır (daha fazla bilgi için bkz. Muhsin Rencber, “Muarrifi ve Berresî-i Maktelü’l-Hüseyin Nigaşte-i Havarizmî”, Tarih der Ayine-i Pejuheş, Sayı: 4, 1383, s. 103-134).

Ertuğrul Ertekin

Kerbela Şehidleri: Ali Ekber

Ali Ekber'in cengi (detay)
Anonim, 20 yüzyıl
Kirmanşahan, Muavinü'l-Mülk Tekkesi
Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebi Tâlib, İmam Hüseyin’in (as) en büyük oğludur. İmam Hüseyin, üç oğluna da Ali ismini vermiştir. Bu yüzden en büyük oğluna Ali Ekber (Büyük Ali), ortanca oğluna Ali Evsat (Ortanca Ali, İmam Zeynelabidin), en küçük oğluna Ali Asgar (Küçük Ali) lakapları verilmiştir.

Ali Ekber’in künyesi Ebu’l-Hasan’dır. Kimi biyografi müelliflerine göre oğlu olmamıştır, kimine göreyse olmuştur. Maktel müellifi Muhammed Hüseyin Mukrim’in oğlu Abdurrahman, Maktel-i Mukrim’in dipnotunda, Ali Ekber’in Hasan adında bir oğlu olduğunu kaydetmiş, bu iddiasına delil olarak da İmam Cafer Sadık’ın (as) Ebu Hamza’ya öğrettiği Ali Ekber ziyaretnamesindeki “Sana, soyuna, ev halkına, babalarına, oğullarına, annelerine selam olsun! Kuşkusuz Allah onlardan her türlü kiri gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır.” cümlesini kanıt göstermiştir. Bu cümleye göre Ali Ekber’in en az iki oğlu olduğu düşünülebilir. Çünkü Arapçada ebnâ (oğullar), ibn (oğul) sözcüğünün çoğuludur ve en az iki kişiye delalet eder. Fakat kimi araştırmacılara göre bu cümlede geçen oğullar Ali Ekber'in akrabalarına işaret etmektedir. Ayrıca cümle mecaz anlamı da taşıyor olabilir; nitekim kendilerinden her türlü kirin giderildiği kimseler arasında sayılan annelerinden yalnızca Hz. Fatıma (sa) bu zümreye dâhildir. Dolayısıyla bu cümleden ve biyografi müelliflerinin rivayetlerinden hareketle Ali Ekber’in soyu konusunda kesin bir hükümde bulunmak mümkün olmamaktadır.

Ali Ekber, hadisçilerin ifadelerine göre dedesi Hz. Ali’den (as) hadis nakletmiştir. Annesi, sahabeden Sakif kabilesine mensup Urve b. Mesud’un torunu Leyla bint Mürre’dir. İslâm tarihinde önemli bir şahsiyet olan Urve b. Mesud Kureyş eşrafındandı. Hicrî IX. yılın Rebiyülevvel ayında Müslüman olmuştur. Müşrikler, Hudeybiye Barış Anlaşması görüşmelerinde  müzakereci olarak Hz. Peygamber’e Urve’yi göndermişlerdir. Müslüman olduktan sonra halkını davet etmek için memleketi Taif’e dönen Urve, ezan okurken şehid edilmiştir

Ali Ekber’in annesi Leyla’nın Kerbelâ’da bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Tarih rivayetlerinden Kerbelâ’da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Muhaddis Nurî, kaynaklarda Ali Ekber’in annesinin Kerbelâ’da hazır bulunduğuna dair bir bilgiye rastlamadığını yazar.

Ali Ekber, Halife Osman döneminde doğdu; fakat doğduğu tarih tam olarak bilinmemektedir. Maktel müellifi Muhammed Hüseyin Mukrim 11 Şaban 33/7 Mart 654 tarihinde doğduğunu yazar. Ali Ekber’in kaç yaşında şehid olduğu da kesin olarak bilinmemektedir. İbn Şehraşub Menakıb’ında, “Ali Ekber şehid olduğunda 18 yaşındaydı.” diye yazar ve kimi müelliflerin onun 25 yaşında şehid olduğunu yazdıklarını ekler. Şeyh Müfid’in el-İrşad’ında yazdığına göre ise 19 yaşında şehid olmuştur. Muhammed Hüseyin Mukrim ise 27 yaşında şehid olduğu kanaatindedir. Tarihe uygunluğu açısından, Ali Ekber’in 25 veya 27 yaşında şehid olduğunu bildiren rivayetler sahih kabul edilmiştir.

*
Ali Ekber, 10 Muharrem 61/10 Ekim 680, Âşura günü, İmam Hüseyin’in sahabîlerinin şehadetlerinden sonra, Ehl-i Beyt’ten başka savaşacak erkek kalmadığında savaş meydanına çıkmıştır. Tâlib Oğullarından ve Ehl-i Beyt’ten ilk şehid olan Ali Ekber’dir. Haşim Oğullarından ilk şehid olan ise Müslim b. Akîl’dir.

Ali Ekber savaş meydanına gitmeden önce İmam Hüseyin’den izin istedi, İmam Hüseyin de hiç duraksamadan izin verdi. İmam Hüseyin’in sahabîleri savaş izni istediğinde düşünceye dalıp biraz beklediği göz önüne alındığında bütün tarihçilerin rivayetlerinde vurguladıkları bu ayrıntının önemi daha iyi anlaşılabilir. İmam Hüseyin, Ali Ekber savaş meydanına giderken başını önüne eğdi, düşünceye daldı ve gözyaşı akıttı. Ali Ekber’in ardından işaret parmağını göğe kaldırıp, “Allahım! Boy pos, ahlak ve konuşma tarzı olarak Resulüne en çok benzeyen gencin onlara (düşman askerlerine) doğru gittiğine şahit ol! Biz Nebini özlediğimizde ona bakardık!” dedi.

Sonra da duyabileceği kadar yüksek bir sesle Ömer İbn Sad’a şöyle seslendi:

“Ne yapıyorsun sen? Allah akrabalık bağlarını koparsın, hiçbir işin bereketli olmasın! Sana öyle birini musallat etsin ki, sen yatağındayken başını bedeninden ayırsın! Çünkü sen benim akrabalık bağlarımı kestin, Resulullah’a olan yakınlığımdan doğan saygınlığı hiçe saydın!”

Sonra da şu ayeti okudu: “Şüphe yok ki Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu seçti, âlemlere üstün etti. Birbirlerinden türemiş bir soydur onlar ve Allah duyar, bilir.” (Âl-i İmran, 33-34)

Muhtar kıyam ettiğinde Ömer b. Sad’ın boynunun vurulmasını emretmiş, bu emri de İbn Sad yatağındayken hayata geçirilmiştir.

Ali Ekber savaş meydanına giderken recez okudu:

“Ben Ali’nin oğlu Hüseyin oğlu Ali’yim! Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki Hz. Peygamber’e en yakın olan biziz. Evlatlığın oğlu (Ubeydullah b. Ziyad) bize hükmedemez! Kureyş’in Haşimî soyundan bir genç gibi kılıcımı çeker, babamı savunurum!”

Sonra meydana girdi ve çok sayıda düşman askerini öldürdü veya yaraladı. İbn Şehraşub’a göre yetmiş, Allame Meclisî’ye göre yüz yirmi düşman askeri öldürmüştür.

Susuzluğun ve aldığı yaraların etkisiyle daha fazla savaşamayan Ali Ekber çadıra, babasının yanına döndü. Babasının yanına geldiğinde, “Susuzluktan öldüm, silahın ağırlığı da yordu beni. Güç toplayıp tekrar düşmanla çarpışmamı sağlayacak bir damla su var mı?” dedi. İmam Hüseyin ağlayarak, “Oğulcuğum! Sana nereden su bulayım! Dön de savaş, sabırlı ol! Deden Muhammed’e (s) kavuşmana az kaldı. O susuzluğunu bir daha hiç susamayacağın kadar giderecek!” dedi.

Allame Meclisî’nin naklettiği bir rivayette İmam Hüseyin şunları da söylemiştir: “Oğulcuğum! Dilini çıkar!” Sonra oğlunun dilini ağzının içine alıp bir nebze susuzluğunu giderdi. Ardından yüzüğünü Ali Ekber'e verip, “Düşmanlarla çarpışmaya devam et. Gün sona ermeden deden sana bir tas su verecek ve sen bir daha hiç susamayacaksın!”

Sonra Ali Ekber yerinden kalktı, meydana dönüp çarpıştı. Öyle ki önünde kimse duramıyordu. Bu esnada Mürre b. Munkiz Abdî sırtına mızrak saplayarak Ali Ekber’i yaraladı. Ardından başına bir kılıç darbesi indirip alnını yardı. Ali Ekber atına yaslandı, yelesini tuttu. At şahlandı, o hengâmede Ali Ekber’i düşman askerlerinin arasına götürdü. Ali Ekber’i gören düşman askerleri etrafını sardı, bedenine her biri bir kılıç darbesi indirdi. Ali Ekber’in bedeni kılıç darbeleriyle paramparça oldu. Ali Ekber can havliyle şöyle haykırdı:

“Ey babacığım! Selam olsun sana! Dedem Resulullah burada, sana selam söylüyor! Çabuk gelsin, diyor.”

Ve Ali Ekber şehid oldu.

İmam Hüseyin oğlunun haykırışlarını duyunca hızla yanına koştu, başını dizlerine aldı, yüzünü yüzüne yaklaştırıp, ağlayarak, “Oğulcuğum! Allah seni öldüren kavmi öldürsün! Haddi aştılar, Resulullah’ın hürmetini hiçe saydılar. Senden sonra yıkılsın bu dünya!” dedi.

Bu sırada Ali Ekber’in şehid olduğu haberi çadırlara ulaşmıştı. Hz. Zeynep haber alır almaz hızla çadırından çıktı, savaş meydanına geldi. “Oğlum! Yeğenim!” diyerek ağıt yakıyordu. Sonra Ali Ekber’in naaşının üzerine kapandı. İmam Hüseyin Zeyneb’i kaldırıp çadırına götürdü. İmam Hüseyin yüksek sesle ağlıyordu. Kimse onu böyle ağlarken görmemişti. Sonra Haşimî gençlere, “Kardeşinizin cenazesini savaş meydanından çıkarın.” dedi. Gençler Ali Ekber’in cenazesini alıp savaş meydanını gören çadırın önüne yatırdılar.

Ali Ekber’in naaşı İmam Hüseyin’in Türbesi’nin ana kubbesi altına defnedilmiştir.

Ertuğrul Ertekin 
_______________
kaynak: Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014, s. 83-85; Ebu Mihnef, Kerbela Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 189-190; Ethem Ruhi Fığlalı, “Aliel-Ekber”;  Resul Caferiyan, Teemmulî der Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 133-135; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 204-220.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Kitap Tanıtımı: Ebu Mihnef, Vak’atü’t-taf



Ebu Mihnef Lut b. Yahya el-Ezdî el-Gamidî el-Kufî, Vak’atü’t-taf, tahkik: Şeyh Muhammed Hadi el-Yusufî el-Garevî, Merkezü’t-tabaa ve’n-neşr li-Mecmai el-Âlemî li-Ehli’l-Beyt (as), Tahran 1431, 334 s.

Ebu Mihnef Lut b. Yahya el-Ezdî (ö. 157/773-74) bilinen ilk maktel-i Hüseyin müellifidir. Kerbela Olayı ile ilgili rivayetlerinin çoğunluğunu doğrudan olaya tanık olmuş görgü tanıklarından veya doğrudan görgü tanıklarından rivayet eden ravilerden dinleyerek derleyen Ebu Mihnef’in İmam Hüseyin’in (as) şehadetinden 70 yıl sonra kaleme aldığı Maktelü’l-Hüseyin’i ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.

Iraklı araştırmacı Şeyh Muhammed Hadi el-Yusufî el-Garevî, Ebu Mihnef’in maktel rivayetlerini başta Taberî olmak üzere geç dönem müelliflerinin eserlerinden çıkararak Maktelü’l-Hüseyin’i yeniden inşa etmiştir. Çalışma, giriş ve on üç bölümden oluşmaktadır. Araştırmacı, kitabın giriş bölümünde, Ebu Mihnef ve makteli hakkında önemli bilgiler vermektedir. Maktelü’l-Hüseyin’den en son Şeyh Tusî, 456/1063-64 yılında sahibi olduğu yazma nüshadan doğrudan iktibasta bulunmuştur. Bu tarihten sonra esere ulaşılamamıştır. 

el-Garevî’nin araştırması neticesinde ulaştığı verilere göre, Ebu Mihnef’ten en fazla rivayet nakleden Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Taberî’dir (ö. 310/923). Nasr b. Müzahim el-Minkarî (ö. 212/827) de Vakatu Sıffin adlı eserinde Ebu Mihnef’ten rivayet nakletmiştir. Muahhar müellifler arasında Ebu Mihnef’ten rivayet aktaranlar şunlardır:  Ebu’l-Ferec Isfahanî (ö. 356/967), Şeyh Müfid (ö. 413/1022) ve İbnü’l-Cevzî (ö. 654/1256).

el-Garevî’nin giriş bölümünde üzerinde durduğu önemli konulardan bir tanesi de Ebu Mihnef’e nispet edilen, kendi ifadesiyle, mütedavil makteldir. Allame Şerefüddin’in, Muhaddis Kummî’nin ve Şeyh Abbas Kummî’nin de dikkat çektiği üzere tarihin bir döneminde ortaya çıkan ve Ebu Mihnef’e nispet edilen bir maktel-i Hüseyin bulunmaktadır. el-Garevî, bu maktelin Ebu Mihnef’e ait olamayacağını, makteldeki bariz hataları tespit ederek ortaya koymuştur.

Ebu Mihnef’in Maktelü’l-Hüseyin’i yeniden inşa ederken Taberî’nin rivayetlerini esas alan el-Garevî, rical kitaplarını da inceleyerek Ebu Mihnef’in kaynaklarının neredeyse tamamına yakınını tespit etmiş, bu ravileri altı gruba ayırarak incelemiştir.

Giriş bölümünden sonra kitapta on üç bölüm bulunmaktadır. Bu bölümlerde sırasıyla, Muâviye’nin vasiyeti, Yezid’in halife oluşu, İmam Hüseyin’in Medine’den ayrılışı, Mekke’ye yerleşmesi, Müslim b. Akîl’in Kufe’ye gitmesi ve şehadeti, İmam Hüseyin’in Mekke’den ayrılması, kafilesinin izlediği güzergâh, Kerbela’ya varışı, Ömer b. Sad ile konuşmaları, Âşura gecesinde ve gününde meydana gelen olaylar, savaşın başlaması, İmam Hüseyin’in sahabîlerinin şehadetleri, İmam Hüseyin’in şehadeti, çadırların yağmalanması ve ailesinin Kufe’ye, Şam’a ve Medine’ye götürülmeleri ve İmam Hüseyin’in Kufeli ilk ziyaretçisi ele alınmıştır.

Zengin dipnotlarıyla dikkat çeken çalışma, bu alanda çalışma yapacak araştırmacılara önemli bilgiler sunmaktadır.

el-Garevî’nin bu tahkiki, Nuri Dönmez tarafından Kerbelâ Vakıası adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir (İstanbul 2010). Fakat maalesef, el-Garevî’nin önsözü ve dipnotlarının birçoğu bu tercümede bulunmamaktadır.

Ertuğrul Ertekin

Ayetullah el-Uzma Seyyid Ebu’l-Kasım Hoyî (1899-1992)

Ayetullah el-Uzma Seyyid Ebu’l-Kasım Hoyî
Ayetullah el-Uzma Hacı Seyyid Ebu’l-Kasım b. Ali Ekber b. Haşim Musevî Hoyî (farklı imlaları mevcuttur: Huî, Hoî vb), 13 Receb 1317/19 Kasım 1899’da İran Azerbaycan’ına bağlı Hoy’da doğdu. Babası Ayetullah Seyyid Ali Ekber Hoyî, 1328/1910 yılında Necef’e gitti. Ayetullah Şeyh Abdullah Mamekanî’nin talebesidir. Necef’teki öğrenim hayatından sonra memleketine dönmüş,ilmî ve dinî faaliyetlerde bulunmuştur. 1371/1952 yılında vefat eden Ayetullah Seyyid Ali Ekber Hoyî’nin cenaze namazını Aga Buzurg Tahranî (ö. 1970) kıldırmıştır. Kabri, Hz. Ali (as) Türbesi'nde, Şeyhü’ş-Şeriat’ın kabrinin yanındadır.

Ayetullah Hoyî, 1330/1912 yılında, 13 yaşındayken, ağabeyi Seyyid Abdullah Hoyî öncülüğünde ailesiyle birlikte Hoy’dan Necef’e, babasının yanına göç etti. Necef İlim Havzası’da Arap edebiyatı, mantık, belâgat, usul, fıkıh ve hadis dersleri aldı. 1338/1920 yılında, 21 yaşındayken, Şeyhü’ş-Şeriat diye tanınan Ayetullah Şeyh Fethullah Şeriat Isfahanî’nin (ö. 1339/1920) haricî derslerine katılabilecek seviyeye ulaştı. Usul ve fıkıh alanında Şeyhü’ş-Şeriat’ın yanı sıra Şeyh Muhammed Mazenderanî (ö. 1342/1924), Şeyh Ziyaüddin Irakî (ö. 1361/1943), Muhammed Hüseyin İsfahanî Kumpanî (ö. 1361/1943), Mirza Şirazî’nin oğlu Mirza Ali Aga Şirazî (ö. 1335/1936) ve Mirza Muhammed Hüseyin Nainî’nin (ö. 1355/1937) derslerine katıldı. Ayetullah Hoyî, en fazla son iki üstadından istifade ettiğini, vefatına kadar Ayetullah Nainî’nin derslerine devam ettiğini ifade etmiştir. Ayetullah Hoyî, üstadı Mirza Hüseyin Nainî’den (Şiî hadis kitaplarını) ve el-Müracaat’ın müellifi Şeyh Şerefüddin Âmilî’den (ö. 1377/1958) (Sünnî hadis kitaplarını) rivayet icazeti aldı.
Ayetullah Hoyî’nin diğer üstadları şunlardır: Şeyh Muhammed Cevad Belağî (ö. 1352/1933) (kelam, tefsir, münazara ilmi), Seyyid Ebu Turab Hansarî (rical ve diraye), Seyyid Ebu’l-Kasım Hansarî (ö. 1380/1961) (riyaziyat, hendese), Seyyid Ali Aga Gazi (ö. 1366/1947), Aga Seyyid Abdülgaffar Mazenderanî (ö. 1365/1946) Şeyh Murtaza Taleganî (irfan), Seyyid Hasan Badkubeyî (ö. 1358/1939) (felsefe, hikmet).

Ayetullah Hoyî, üstün gayreti ve keskin zekâsıyla dinî ilimlerde hızlı bir gelişme kaydederek 1352/1933 yılında Hz. Ali Türbesi’ndeki Hadra Mescidi’nde tedrise başladı. Burada kurduğu ders halkasında çoğu Iraklı olmak üzere Suriye, Lübnan, Bahreyn, Kuveyt, İran, Pakistan, Hindistan, Afganistan ve Güney Afrikalı talebelere ders verdi. Ayetullah Hoyî 60 yıl boyunca ders vermiş; 1353/1934 yılındaki hac ve 1350/1931 ve 1367/1949 yıllarındaki Meşhed yolculukları dışında derslerine hiç ara vermemiştir. Metodoloji bakımından Caferî fıkhındaki gelişmenin son halkasını teşkil eden Şeyh Murtaza Ensarî (ö. 1281/1864) ekolüne mensuptur. Vefatlarından sonra Mirza Hüseyin Nainî’nin, Muhammed Hüseyin Isfahanî Kumpanî’nin ve Mirza Muhammed Ali Kazımî Horasanî’nin (ö. 1365/1946) talabeleri Ayetullah Hoyî’nin ders halkasına katıldı. Böylece 1946’dan itibaren Ayetullah Hoyî, Necef’teki en kalabalık ders halkasına ders verdi.

Aynı yıl Muhammed Hüseyin Isfahanî Kumpanî, Mirza Ali Aga Şirazî, Ayetullah Irakî, Ayetullah Belağî ve Seyyid Ebu’l-Hasan Isfahanî’den ictihad icazeti aldı.

Ayetullah Hoyî, Ayetullah Seyyid Muhsin Tabâtabâî’nin vefatından (ö. 1390/1970) sonra mercilik yöneticisi (zaim) kabul edildi. Merciliği boyunca büyük zorluklarla karşı karşıya kalan Ayetullah Hoyî, asıl faaliyetlerini eğitim ve öğretim alanında yoğunlaştırdı. Temsilcileri aracılığıyla oluşturduğu iyi organize edilmiş bir iletişim ağı sayesinde zekât, humus ve diğer bağışlardan elde edilen gelirlerle Bombay, Bankok, Dakka, İslâmâbâd, New York, Kuala Lumpur, Londra gibi merkezlerde medrese, okul, cami, kütüphane, yayınevi ve hayır kurumları açılmasına ön ayak oldu. Bunlar Şiî düşüncenin öğretilmesi ve yaygınlaştırılması, ayrıca fakirlere yardım amacıyla tesis edilmiş kurumlar olup halen faaliyetlerini devam ettirmektedir. 1980’lerde kendi adına kurulan Hoyî Vakfı (Muessese el-Hoyî el-İslâmiyye) öncülüğünde yürütülen bu faaliyetler, Hoyî’nin tayin ettiği on kişilik vakıf mütevelli heyeti tarafından denetlenmektedir.

Ayetullah Hoyî, 1958’de darbeyle Irak başbakanı olan Abdülkerim Kasım döneminde ve 1963’den itibaren iktidarı ele geçiren Baas Partisi döneminde sıkıntılı günler yaşadı. Saddam Hüseyin bütün çabalarına rağmen Ayetullah Hoyî’den menfaatine olacak bir yazılı belge almayı başaramadı. Ayetullah Hoyî aynı tavrını İran-Irak Savaşı yıllarında da sürdürdü ve Saddam Hüseyin’in işine yarayacak bir belgeyi imzalamaktan kaçındı. Bu dönemde yakınları işkenceye maruz kaldı ve oğlu Seyyid İbrahim Hoyî Baasçılar tarafından kaçırıldı. Ayetullah Hoyî oğlundan bir daha haber alamadı.

Mart 1991’deki Şabaniyye İntifadası’nın bastırılmasından sonra olaylarda etkisi bulunduğu iddiasıyla Ayetullah Hoyî üzerindeki baskılar arttırıldı. 3 Ramazan 1412/9 Mart 1992’de Necef’e üç koldan saldıran rejim güçleri Ayetullah Hoyî’nin evinin etrafını kuşatarak onu zorla helikoptere bindirip Bağdat’ta Saddam Hüseyin’le görüşmeye götürdü. Saddam Hüseyin, Ayetullah Hoyî’den televizyonda muhaliflere silah bırakma çağırısı yapmasını istemişse de Ayetullah Hoyî bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine Necef’e gönderilmiş ve ev hapsinde tutulmuştur. Şiîlerin protestoları artınca bu kez Kufe’ye sürülmüş ve ömrünün son günlerini burada göz hapsinde geçirmiştir. Bu esnada hastalanan Ayetullah Hoyî için doktor getirilmesi rejim güçlerince engellenmiştir.

Neticede rejim güçlerince Bağdat Hastanesi’ne kaldırılan Ayetullah Hoyî, bu hastanede sözde tedavi altına alınan diğer taklid mercileri gibi (örneğin Şeyh Ahmed Kaşifülgıta, Ayetullah Hakim, Hacı Aga Hüseyin Kummî) 8 Safer 1413/8 Ağustos 1992’de şüpheli bir şekilde vefat etmiştir. Ölüm sebebi ve şekli hâlâ bilinmemektedir. Vefat ettiği saatlerce gizlenmiş, daha sonra Bağdat Radyosu’ndan duyurulmuştur. Necef’te ve başka şehirlerde cenaze töreni düzenlenmesi engellenmiş, naaşı birkaç talebesiyle oğlu Seyyid Muhammed Taki Hoyî’nin katıldığı küçük bir merasimle, 60 yıl boyunca ders verdiği Hadra Mescidi’nde toprağa verilmiştir.
Ayetullah Hoyî’nin kabri
Ayetullah Hoyî’nin vefatından sonra Ayetullah Gülpeygânî taklid mercii olmuş, onun Aralık 1993’teki vefatından sonra ise Ayetullah Hoyî’nin en seçkin öğrencilerinden olan Ayetullah Seyyid Ali Hüseynî Sistanî merci olmuştur. Ayetullah Sistanî halen bu görevini sürdürmektedir.

Eserleri
Ayetullah Hoyî, usul, fıkıh, rical ve tefsir alanlarında eserler vermiştir. İlk kitabı Nefehatü’l-i’caz fi reddi hüsnü’l-icaz’ı 1342/1924 yılında, 25 yaşındayken, Necef’te yayımlamıştır. Bu kitap, Amerikan vatandaşı Nasuriddin Zafir’in Hüsnü’l-icaz fi ibtali’l-i’caz adlı kitabına reddiyedir. Ayetullah Hoyî, 6 yıl sonra, 1348/1930 yılında ikinci kitabını yayımlamıştır. Ecvedü’t-takrirat başlıklı bu kitap, Mirza Nainî’nin ders notlarının ilk cildidir.

Ayetullah Hoyî’nin başlıca eserleri şunlardır:
Fıkıh: Minhacü’s-salihin, Tekmiletü’l-Minhac, Mebani Tekmileti’l-Minhac, el-Mesailü’l-müntehabe, Risale fi’l-libasi’l-meşkûk, Menasikü’l-hac, el-Mesailü’l-müyessere: el-İbadat ve’l-muamelat vifka fetava’l-Ayetillahi’l-uzma es-Seyyid Ebu’l- Kasım el-Musevî el-Hoyî, Bulgatü’t-talib fî Şerhi’l-Mekasib, Misbahu’l-fekahe fi’l-muamelât, ed-Dürerü’l-gavalî fi fürûi’l-ilmi’l-icmalî, Tenkihu’l-Urveti’l-vüska, Durus fi fıkhi’ş-Şia, el-Mesailü’ş-şeriyye, Tavzihu’l-mesail.
Fıkıh Usulü: Ecvedü’t-takrirat, Misbahu’l-usûl, Muhadarat fi usuli’l-fıkh.
Kur’ân İlimleri: el-Beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, Nefehatü’l-i’caz.
Hadis: Mucemü ricali’l-hadis ve tafsilü tabakati’r-ruvat

Eserleri arasından Menasikü’l-hac (Caferî Fıkhında Hac Nasıl Yapılır, çev. Hüseyin Yeşil, Ankara 1990) ve Tavzihü’l-mesail  (Tam İlmihal, çev. Hüseyin Yeşil, İstanbul 1985) Türkçeye çevrilmiştir.

Ertuğrul Ertekin
_______________
kaynak: Nasırüddin Ensarî Kummî, “Nucum-i Ümmet: Hz. Ayetullah el-Uzma Hacı Seyyid Ebu’l-Kasım Hoyî”, Nur-i İlm, Sayı: 47, 1371, s. 52-100; Mehmet Torak, Hui, Ebü'l-Kasım”; Ayrıca Ayetullah Hoyî Vakfı'nın internet sitesinde yer alan biyografisi: Ayetullah Hoyî: Muhtasar-i ez Zindegânî.

28 Ekim 2014 Salı

Kitap Tanıtımı: Taziye Metinleri: Bu Umumî Kıyamet!



Taziye, terim olarak, Şiîler arasında İmam Hüseyin’le (as) beraberindekilerin Kerbela’da şehid edilmesi münasebetiyle Muharrem ayının ilk on günü içinde icra edilen matem merasimlerini ifade eder. Bazı bölgelerde taziyeye şebih de denilmektedir. Taziye üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Metin And’a göre taziye, İslâm’daki tek drama türüdür.

    İran’da Safevîler ve Kaçarlar döneminde geliştirilip Irak ve Güney Lübnan gibi Şiî nüfusun bulunduğu yerlere de intikal eden taziye, Kerbela faciasının teatral sunumundan ibarettir. 61 yılı Muharrem ayının altıncı gününden itibaren Emevî ordusunda iken İmam Hüseyin tarafına geçen Hür b. Yezid’in, yedinci gün Hz. Hüseyin’in damadı Kasım’ın, sekizinci gün büyük oğlu Ali Ekber’in, dokuzuncu gün kardeşi Ebulfazl Abbas’ın ve onuncu gün bütün taraftarlarıyla birlikte Hz. Hüseyin’in şehadeti taziye merasimlerinde dramatik bir sahne eseri şeklinde ortaya konulur. Bazen onuncu günden sonra da merasimler devam eder. Bu merasimlerde İmam Hüseyin’in eşlerinin ve çocuklarının Kerbela’dan alınıp Şam’da Yezid b. Muaviye’ye götürülmesi olayı da işlenir.

Büveyhîler dönemine kadar götürülen taziye gösterileri önceleri umumi yolların kesiştiği mahallerde, çarşılarda ve geniş meydanlarda yapılırken daha sonra birçoğu geçici olarak kurulan, muharrem mateminin ardından safer ayındaki toplantıların da gerçekleştirilmesini takiben sökülüp kaldırılan, Hüseyniyye veya “tekye” adı verilen özel mekânlarda icra edilmeye başlanmıştır. Taziye için devletin yaptırdığı en meşhur bina, Kaçar Hükümdarı Nasırüddin Şah tarafından Tekye-i Devlet adıyla 1870’lerde Tahran’da inşa edilmiştir. Pek çok taziyenin temsil edildiği bu bina 1946 yılında yıkılmıştır.

Taziye gösterileri, geriye dönüşü anlatan ritüeller konumunda bulunduğu gerekçesiyle 1930’larda Rıza Şah Pehlevî tarafından şehirlerde yasaklanmıştır. Bu sebeple merasimler kırsal bölgelerde devam etmiş, ancak buraların imkânları sınırlı olduğundan taziye geleneği tamamen ortadan kalkma noktasına gelmiştir. 1979’da İslâm İnkılâbından sonra gerek taziye gerekse diğer matem ritüelleri tekrar canlanmıştır.

(Taziye hakkında daha fazla bilgi için bkz. Mustafa Öz, “Taziye”. Taziye metinleri koleksiyonu için bkz. Metin And, Ritüelden Drama, İstanbul 2002, s. 151-177.)

Bizim burada sözünü ettiğimizdeceğimiz taziye metinleri, “Bu Umumî Kıyamet” (İn Restahiz-i Âm) üst başlığıyla beş kitapçık halinde yayımlanmıştır. Bu meclisler (taziye metinleri) yüz yıldır Damegan bölgesinde okunan ve icra edilen taziye metinleridir. Kitapçıklar, İran’ın en ünlü taziye okuyucusu Hacı Gulam Ali Nad-ı Ali-zade tarafından yayıma hazırlanmış, Hayme Yayınlarınca yayımlanmıştır. Kırk yıldır taziye yazmaları üzerine çalışan Nad-ı Ali-zade, metinleri yayıma hazırlarken kimi zaman kafiyeye uymayan beyitleri yeniden yazmış, kimi zaman da masalsı unsurları metinden çıkarmıştır.
 
Kitapçıkların alt başlıkları şu şekildedir:

Birinci kitap: Âşura Meclisi
İkinci kitap: Hz. Ebulfazl’ın Şehadeti Meclisi
Üçüncü kitap: Hz. Ali Ekber’in Şehadeti Meclisi
Dördüncü kitap: İmam Hasan’ın (as) Oğulları Meclisi
Beşinci Kitap: Hür b. Yezid-i Riyahî’nin Şehadeti Meclisi

Ertuğrul Ertekin