Muhammed Hadi Yusufî Garevî
  
 Gadir hadisesi, İmam Ali'nin (a.s) velayetinin tek senedi 
değildir; lakin velayet konusundaki en önemli ve meşhur senettir. İslam 
tarihinin önemli hadiselerinde, ravi sayısı ve senetlerin itibarı 
açısından Gadir hadisesine benzeyen bir olaya çok az tesadüf edilir. 
Gadir hadisesini genelde muhaddisler naklettiklerinden, konuyla ilgili 
rivayet başta hadîs kaynaklarında nakledilmiş ve tartışılmıştır. Öte 
taraftan birçok tarihçi ve siyerci sansür uygulama yoluna gitmiştir. 
  
 Hz. Peygamber'in Veda Haccı yolculuğunun Medine-Mekke 
güzergâhını detaylarıyla, hiçbir ayrıntısını atlamadan, durak durak 
kaydeden tarihçiler dönüş yolunda, Mekke-Medine güzergâhında meydana 
gelen hadiseleri görmezden gelmiş ve beraberindeki yüz binlerce 
sahabîyle birlikte Hz. Peygamber'i ansızın Medine'ye ulaştırmışlardır! 
Sanki dönüş yolunda hiçbir hadise meydana gelmemiştir!
  
 Bu bağlamda gözler diğer tarihçilerden çok Taberî'ye 
çevrilir: O, Tarih'inde hadiseleri farklı isnad zincirlerine dayanarak 
naklettiği rivayetlerle bütün ayrıntılarıyla anlatırken –beklenenin 
aksine– Gadir hadisesinden söz etmemiştir. Bu durum okuyucunun zihninde 
bir soru işareti bırakır.
  
 Taberî'nin İmam Ali'nin velayetini ispat etmek amacıyla 
Gadir hadisesini ele alan bağımsız bir kitap yazdığını bildiğimizde bu 
soru kendiliğinden zihnimizden silinir.
  
 Bu makalede, Taberî'nin Kitabü'l-Velayet olarak da bilinen 
Gadir Hadîsinin İsnad Zincirleri (Turuku Hadîsi Gadir) kitabı 
tanıtılmaya çalışılmıştır.
*
 Irak'ın fiilî başkenti Bağdat geçmişte Abbasîlerin başkentiydi. II. 
Abbasî halifesi Mansur, Bağdat'ı Dicle'nin iki yakasına inşa etmişti. 
Şehrin doğu yakasına Resafe, batı yakasına Kereh adı veriliyordu.1
  
 Yakut el-Hamevî (öl. 626) Kereh mahallesi hakkında şu bilgileri verir: 
“Bağdat'ın batı yakasında geniş bir mahalle olan Kereh kalelerle çevrili
 olup Şiîlerin yerleşim yeridir; orada Şiî olmayan kimse yoktur.”2
  
  Kerehlilerin Şiî oldukları hakkında İbn Esir'in (öl. 630) el-Kamil fi't-tarih'inde
 de önemli bilgiler vardır: “Kereh Şiîlerinin Zilhiccenin 17'sinde, yani
 Gadir gününde çadırlar kurup mahallelerini süsledikleri; Âşûrâ gününde 
ise yas tutup ravza meclisleri tertip ederek ağlaştıkları herkesin 
malumudur.
  
 “Buna mukabil Basralılar Gadir Bayramı'ndan sekiz gün sonra kutlama 
yapar, bu günde Hz. Peygamber'in ve Ebubekir'in Sevr Mağarası'na 
girdiklerini söylerlerdi. Âşûrâ'dan sekiz gün sonra da Şiîlerin 
merasimine benzer bir merasim tertipler, bu günün Musab b. Zübeyr'in 
katledildiği gün olduğunu söylerlerdi.”3
  
 Yakut el-Hamevî şunları ekler: “Bağdat şeyhlerinden bazıları Hz. 
Peygamber Gadir-i Hum'da iken Ali b. Ebi Talib'in Yemen'de olduğunu (!) 
söylerler. Bu amaçla mesnevî türünde bir şiir yazmış, şiirde hac 
duraklarını tavsif etmiş, Gadir-i Hum'a işaretle de şöyle demişlerdir:
  
 “Sonra Gadir-i Hum'a vardık; Gadir'de ümmî Peygamber ile Ali hakkında zanna dayalı yalan yanlış konuşan ne çok insan var!”
  
 Yakut el-Hamevî şöyle devam eder: “Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Taberî 
(öl. 310), bir ravinin bidat icat ettiğini anladığında onu tart eder, 
uzaklaştırırdı. Taberî yukarıda izah ettiğimiz durumdan haberdar olunca 
Hz. Ali'nin faziletlerini anlatmaya koyuldu ve Gadir hadîsinin isnad 
zincirlerini beyan etti. Neticede halkın büyük çoğunluğu, bilhassa 
Rafizîler onun sözlerine kulak verdiler. Daha sonra Taberî Rafızîlerin 
bir grubunun sahabîler hakkında yakışıksız sözler sarf ettiklerinin 
duyunca bu kez Ebubekir ve Ömer'in faziletlerini beyan etmeye başladı.”4
  
 Zehebî (öl. 748) söz konusu Bağdatlı şeyhin adını açıklamıştır: 
“Taberî, İbn Davud'un (?) Gadir hadîsini tenkit ettiğini duyunca 
faziletlere dair bir kitap yazdı ve orada hadîsin sıhhatini tartıştı.”5
  
 Tarih rivayetlerinden anlaşıldığına göre Taberî'nin bu kitabı VIII. 
yüzyılda âlimlerin elinde bulunuyordu. Bu bakımdan Dımaşklı tarihçi İbn 
Kesir (öl. 774) Kitabu Gadiri Hum adında bir kitap nakletmiş ve el-Bidaye ve'n-nihaye'sinde Taberî'den yedi hadîs aktarmıştır.6
  
 Öte yanda Şiî ulema bu kitaba özel bir ilgi göstermiş, eserlerinde kimi
 zaman isnad zincirini bu kitaba ulaştırmışlardır. Aslında bu yöntem, 
Şiî ulemanın Şiî kitapları kataloglamak için kullandığı bir yöntemdi; 
ancak konusunun öneminden dolayı müellifi Sünnî olmasına rağmen bu 
kitabı isnadda naklediyorlardı.
  
 Şeyh Tusî (öl. 460) Taberî hakkında şunları kaydeder: “Tarih kitabının müellifi Muhammed b. Cerir Taberî Sünnî'dir. Kitabu Gadiri Hum
 da ona aittir ve o bu kitapta Gadir hadisesinin keyfiyetini 
açıklamıştır.” Şeyh Tusî daha sonra kendisini kitaba ulaştıran isnad 
zincirini şöyle beyan eder: “Bize ondan haber veren… İbn Kamil'dir, o da
 İbn Cerir'den…”7
  
 Fakat Necaşî (öl. 450) kitabın ismini değiştirmiş ve şöyle yazmıştır: “Sünnî mezhepli Muhammed b. Cerir Taberî er-Reddu alâ'l-harkusiyye'nin
 müellifidir ve orada Gadir hadîsinin isnad zincirini beyan etmiştir.” 
Kitaba ulaştığı isnad zincirini ise şöyle açıklar: “İbrahim b. Muhallid 
babasından, o da İbn Cerir'den bize haber verdi.”8
  
 Şeyh Tusî ve Necaşî Taberî'nin Sünnîliğini tasrih ettiklerinden Allâme 
Tahranî'nin (öl. 1389) görüşünü tartışmaya lüzum yoktur. Allâme Tahranî 
şöyle yazar: “Görünen o ki Kitabu Gadiri Hum, Sünnî Taberî'nin 
çağdaşı Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Rüstem Taberî'nin telifidir… Bu 
ikisi, isimde, baba adında, künyede ve nispette aynı olduklarından bu 
hata vuku bulmuştur.”9
  
 Kadı Numan Mağribî Mısrî'nin (Fatımîlerin ilk döneminde yaşamış İsmailî fakih ve muhaddis) (öl. 363) Şerhu'l-ahbar fi fezaili Haydari'l-kerrar ve'l-eimmeti'l-athar
 adlı kitabı, Taberî'nin kitabının zikredildiği ve birçok pasajının 
alıntılandığı tek kaynaktır. Kadı Numan'ın eserinin öneminin bilinmesi 
açısından şu kadarını söylemek kâfidir: Taberî'nin Kitabu Gadir'inden
 nakledilen rivayetlerin tamamı veya büyük çoğunluğu bu kitapta 
mevcuttur ve bu, bizim kitabın muhtevasını anlamamız açısından 
yeterlidir.
  
 Kadı Numan kitabında şöyle yazar: “Gadir hadîsini muhaddislerin çoğu, 
ezcümle Muhammed b. Cerir Taberî rivayet etmiştir. Taberî hadîsi Hz. 
Ali'nin faziletlerini ele aldığı kitabında nakleder. Taberî Bağdatlıdır 
ve hadîs ve fıkıhta Ehlisünnet'in büyüklerindendir.
  
 Hz. Ali'nin faziletlerinin detaylıca rivayet edildiği bu kitabın, 
birisinin Hz. Ali'nin faziletlerine dair sorduğu soru üzerine yazıldığı 
belirtilir. Sorunun gündeme gelmesinin sebebi ise birisinden (?) 
nakledilen Ali'nin [Yemen seferi yüzünden] Veda Haccı'na Hz. Peygamber 
ile beraber katılmadığına, dolayısıyla bu hac yolculuğunda Gadir-i 
Hum'da Ali'nin velayetinin ilan edildiğinin söylenemeyeceğine dair 
sözdür.”10
  
 Bu zat kendince Hz. Peygamber'in “Ben kimin mevlası isem Ali onun 
mevlasıdır” hadîsini inkâr etmek istemiş, bu da Taberî'nin dikkatini 
çekmiştir. Bunun üzerine Taberî bir kitap yazmış ve kitabında 
rivayetleri delil göstererek Hz. Ali'nin Yemen'den Mekke'ye vusulünün, 
Hz. Peygamber'in Mekke'ye vusulüyle eşzamanlı gerçekleştiğini ispat 
etmiştir.  Rivayet şöyledir: “Hz. Peygamber kurbanlık develer 
getirmişti; Hz. Ali ile karşılaştığında ona temettuh umresiyle ilgili 
ayet nazil oldu. Bunun üzerine kurbanlık getirmeyenlere temettü umresi 
yapmalarını emretti. Fakat kendisi yanında kurbanlık deve getirdiğinden 
ihramda kaldı; zira Allah, “Kurban yerine varıncaya dek başlarınızı 
tıraş etmeyin” (Bakara, 196) buyurur. Hz. Peygamber, yoldan yeni gelen 
Hz. Ali'ye “Nasıl ihrama girdin?” diye sordu. Hz. Ali, “Allahım! 
Peygamberinin ihrama girdiği niyetle ihrama giriyorum!” dedi. Hz. 
Peygamber, “İhramdan çıkma, çünkü ben yanımda [kendim ve senin için] 
kurbanlık getirdim. Şayet ne olacağını bilseydim kurbanlık getirmez, 
haccı temettü haccına çevirirdim,” buyurdu. Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi 
kurbanına ortak etti. Kendisi develerin bir kısmını, Hz. Ali başka bir 
kısmını kesti.
  
 Taberî, naklettiği rivayetlere dayanarak Hz. Ali'nin Veda Haccı'nda Hz.
 Peygamber'in yanında olduğunu ispatlar; ancak bununla da yetinmeyerek 
Ehl-i Hadîs'in ve âlimlerin bu konudaki icmaından faydalanır ve 
muhaliflerin iddialarını çürütür.
  
 Ayrıca Taberî kitabında ayrı bir başlık açmış ve orada Hz. Peygamber'in
 “Ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır. Allahım! Ona dost olana 
dost, düşman olana düşman ol ve ona yardım edene yardım et, ona 
yardımını esirgeyenden yardımını esirge!' hadîsini sahih isnadlarla 
nakleder. Hz. Peygamber bu sözü Veda Haccı'nın hem öncesinde hem de 
sonrasında söylemiştir.  Taberî, Hz. Peygamber'in içerisinde “Ali 
müminlerin emiridir”, “Ali kardeşimdir”, “Ali vezirimdir”, “Ali 
vasimdir”, “Ali benden sonra ümmetimin halifesidir”, “Ali benden sonra 
insanlara nefislerinden daha evladır” gibi ifadelerin geçtiği; Hz. 
Ali'nin hilafetinin ve ümmetin ona tabi olmasının farz oluşunu beyan 
eden hadîsleri de nakletmiştir.
  
 Taberî uzunca bir bölümde bütün bu rivayetleri nakletmiş ve yukarıda 
sözünü ettiğimiz zatın iddiasını çürüterek şöyle yazmıştır: “Böyle bir 
söz söyleyip Ali'nin Veda Haccı'na katıldığını inkâr eden birini 
tanımam. Bu, ümmetin icma ettiği bir husustur; ilim ehlinin ve Hadîs 
Ashabı'nın tamamı bu konuda görüş birliği içerisindedir. Güvenilir 
kimselerin tasdik ettiği bir şeyi inkâr eden kimsenin sözüne itimat 
edilmez. İcmaya muhalif görüş ilim ehlince görüş ayrılığı olarak 
değerlendirilmez. Bu, ilim ehlinin şahitlikleri ve haberleri kabulde 
esas aldığı bir ilkedir…”
  
 Görüldüğü gibi Taberî kitabını daha çok bu zatın görüşünü çürütmek 
amacıyla kaleme almış ve ilim ehlinden kimsenin bu görüşü kabul 
etmediğini ispatlamıştır. Zira ilim ehli, bu zatın inkâr ettiği şeyi 
tasdik etmiştir.
  
 Kadı Numan, gaflette kaldığı veya cehaletini devam ettirdiği veyahut 
kendisini cahil gösterdiği, Hz. Ali hakkında inandığı gibi yaşamadığı, 
ispatı için çabaladığı hakikati amelî kılmadığı gerekçesiyle Taberî için
 üzüldüğünü dile getirir. Ona göre Taberî Sünnîlerin yolundan gitmiş, 
Ebubekir, Ömer ve Osman'ı Ali'ye öncelemiştir. Bu, onların 
basiretsizliğinin, cehaletinin ve dalaletinin göstergesidir; kendisi de 
dalaletini ikrar etmiştir… Onlar çoğunluğa tabi olmaktan kaçınmış, Allah
 ve Resulü'nün öncelediği insanı öncelemiş, ona inanmış olsalardı, bu, 
kendileri için, Allah'ın haklarında, “Kendileri de bunlara adamakıllı 
inandıkları, bunları iyice bilip anladıkları halde zulümle, ululanmayla 
inadına inkâr ettiler” (Neml, 14) buyurduğu kimselerden olmaktan çok 
daha iyi olurdu.
  
 Kadı Numan sonra şunları yazar:
  
 “Bu mukaddimeden sonra Taberî'nin rivayet ettiği, ancak aynı zamanda 
muhalefet ettiği Hz. Ali'nin faziletlerini beyan edelim. Bu vesileyle 
Taberî'nin gaflet ettiğini veya cahil kaldığını veyahut kendisini cahil 
gösterdiğini ya da bilerek rivayet ettiği şeye aykırı amel ettiğini 
vurgulayalım!
  
 “Kitabın başında, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin makamını inkâr edenlerin
 görüşlerini çürüteceğime ve onun vesayeti hak ettiğine, Hz. 
Peygamber'den sonra imamet hakkının kendisinde olduğunu Allah'ın 
Resulü'nün dilinden beyan ettiğine dair kanıtları sunacağıma söz verdim.
 İmdi bütün bu hadîsleri nakledecek olursam konu uzar ve kitap 
tasarladığımdan daha hacimli bir çalışmaya dönüşür…
  
 “Ancak Muhammed b. Cerir Taberî'nin (kitabının) Hz. Ali'nin 
faziletlerini geniş bir biçimde ele aldığı faslını beyan etmekten başka 
çarem de yok. Bunu, Ehlisünnet'in de Hz. Ali'nin faziletlerini itiraf 
ettiğini ve bu konuda çok sayıda rivayet naklettiğini göstermek için 
yapıyorum. Böylelikle okuyucu, bu rivayetlerin uydurma olmadığını ve 
yalnızca Şiîlerce kabul edilmediğini anlamış olacak. Bu şekilde hadîs ve
 tarih ilmi hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar bu rivayetleri 
zayıf addedemeyecekler.”11
  
 Kitabın birinci cildinde Kadı Numan Taberî'nin kitabından yetmiş dört rivayet nakleder.
  
 Üstad Garevî makalenin devamında bu yetmiş dört rivayeti farklı
 kaynaklarla karşılaştırarak tahkik etmiştir. İlgi duyan okuyucular www.noormags.ir adresinden makalenin tam metnine ulaşabilirler. Ayrıca, Taberî'nin 
sonradan Şiî olduğu hakkındaki görüş için Resul Caferiyan'ın daha önce burada yayınladığımız makalesine bakınız.
  
 Muhammed Hadi Yusufî Garevî, Taberî ve Kitab-ı Turuk-i Hadîs-i Gadir, Tarih der Ayine-i Pejuheş, Payiz 1381, Sayı:1, s. 261-311.
  
 Kaynaklar:
  
 1. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, Bağdad maddesi.
 2. Aynı yer.
 3. İbn Esir, el-Kamil fi't-tarih, “308 Yılının Hadiseleri”, c. 9, s. 54.
 4. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 74.
 5. Zehebî, Tabakatü'l-huffaz, c. 2, s. 254.
 6. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 5, s. 313.
 7. Şeyh Tusî, el-Fihrist, s. 178.
 8. Necaşî, Rical-i Necaşî, s. 226.
 9. Allâme Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 26.
 10. Kadı Numan, Şerhu'l-ahbar, c. 1, s. 116.
 11. Kadı Numan, age., c. 1, s. 128.
  
 çev: İbrahim Erkin
  
Bu makale ilk defa, 4 Ekim 2013 tarihinde medyasafak.net sitesinde, burada yayınlanmıştır.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
Etiketler
Şiîlik Araştırmaları Kitaplar
Hz. Ali
Hz. Hüseyin
İslam Sanatı
Şia tarihi
İslam Edebiyatı
Şiî Ulema
Ehl-i Beyt
Gadir-i Hum
hac
İslam tarihi
Şiî taklid mercileri
Kâbe
Şiîlik Araştırmaları makaleler
Hz. Ali Cenknameleri
Şiî Literatürü Hadis
Şiîlik Araştırmaları Sempozyum
Bektaşîlik
Kerbelâ
Şiîlik Araştırmaları Konferans
Hz. Muhammed
Kaçarlar
havername
Zeydîlik
İsmailîlik
Şiî Fırkalar
Şiî Literatürü Tefsir
Büveyhîler
Hz. Fatıma
Siyer
menakıbname
Şiîlik Araştırmaları Doktora Tezi
Şiîlik Araştırmaları Paneller
Fatımîler
Hz. Ali Portreleri
Kerbelâ Mersiyeleri
ravzahânî
Şiî Literatürü Kelam
Şiîlik Araştırmaları Batılı Araştırmacılar
Şiîlik Araştırmaları Dergiler
Şiîlik Araştırmaları Seminerler
Şiîlik Araştırmaları Türkiyeli Araştırmacılar
Afşarlar
Ahîlik
Hz. Hatice
İmam Ali er-Rıza
İmam Musa el-Kâzım
İmam Zeynelabidin
İslam Felsefesi
Şiî Literatürü Mesur Dualar
Şiîlik Araştırmaları Araştırma Merkezleri
Şiîlik Araştırmaları İranlı Araştırmacılar