hac etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hac etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2014 Çarşamba

Makam-ı İbrahim



Makam-ı İbrahim tabiri Kur’an’da iki yerde geçmektedir. Bunların birinde, Allah’a kulluk amacıyla yapılan ilk mabedin Kâbe olduğu bildirildikten sonra orada apaçık işaretler ve İbrahim’in Makamı bulunduğu belirtilir (Âl-i İmrân 3/97). Diğerinde ise Makam-ı İbrahim’in namazgâh edinilmesi istenir (Bakara 125). Üzerinde Hz. İbrahim’in ayak izleri bulunan taş Âl-i İmrân’daki âyette sözü edilen açık alâmetlerdendir.
Makam-ı İbrahim
Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin inşası sırasında Hz. İbrahim’in iskele olarak kullandığı ve üzerinde davet görevini ifa ettiği taştır. Çok hafif sarı ve kırmızı karışımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 cm. olup kenar uzunluklarından biri 38, diğerleri 36’şar santimetredir. Üstünde İbrahim’in ayak izleri olarak kabul edilen, 1 cm. arayla iki çukurluk bulunmaktadır. Bunlardan biri 10, diğeri 9 cm. derinlikte olup tabanda 22 cm. uzunlukta, 11 cm. genişlikte iken yukarıya doğru genişleyerek 27 cm. uzunluğa ve 14 cm. genişliğe ulaşmaktadır.

Hz. Peygamber’in amcası Ebu Tâlib’in “Ķaşîde-i Lâmiyye”sinde yemin ettiği şeyler arasında İbrahim’in ıslak ayakla bastığı taş da yer almaktadır.

İmam Cafer es-Sadık (as) bir hadisinde taşın işlevini, taşın bulunduğu makamın tarih içerisindeki durumunu şöyle özetler:

“Allah insanları hacca davet etmesini vahyettiğinde Hz. İbrahim üzerinde ayak izlerinin bulunduğu taşı aldı ve Kâbe’nin yanına, tam olarak makamın bugün bulunduğu yerin karşısına koydu ve üzerine çıkıp yüksek sesle Allah’ın emrini ilan etti. İbrahim konuşmaya başlar başlamaz taş tahammül gösteremedi ve İbrahim’in iki ayağı taşın içine battı. İbrahim ayaklarını güçbelâ taşın içinden çıkarabildi. Zamanla, kalabalık artıp izdiham oluşunca, ziyaretçilere zorluk olmasın diye, taşı bulunduğu yerden bugünkü yerine taşıdılar… Allah, Hz. Peygamber’e risalet verene kadar da öylece kaldı. Resulullah makamı tekrar İbrahim’in yerleştirdiği yere taşıdı ve makam, o vefat edinceye dek orada kaldı. Ebu Bekir döneminde ve Ömer döneminin başlarında da makam oradaydı. Sonra Ömer, ziyaretçilerin izdihamı sebebiyle, makamı (Cahiliye dönemindeki) önceki yerine taşıdı.” (Şeyh Saduk, İlelü’ş-şerayi, s. 433)

Hz. İbrahim'in ayak izleri
Makam-ı İbrahim’in şu anda bulunduğu konum tartışmalıdır. Ehlisünnet’e göre seller yüzünden zaman zaman yerinden sürüklenen ve Kâbe duvarına kadar giden makamı günümüzde bulunduğu yere Resul-i Ekrem’in mi yoksa Halife Ömer’in mi getirdiği konusunda farklı bilgiler vardır. Bazı rivayetlere göre Hz. İbrahim, Resulullah ve ilk halifeler zamanında da bugün bulunduğu yerdeydi. Halife Ömer döneminde sel suları Makam-ı İbrahim’i Kâbe duvarının dibine kadar sürüklemiş ve halife onu tekrar eski yerine koymuştur. Taşın daha önce Kâbe’ye bitişik olduğu ve orada namaz kılanların tavafı engellediğini gören Halife Ömer tarafından bugünkü yerine getirildiği de rivayet edilir. Şiî kaynaklara göre, Resulullah zamanında Kâbe’nin duvarına bitişik olan Makam-ı İbrahim’i bugün bulunduğu yere Halife Ömer getirmiştir. Ehlibeyt İmamları Halife Ömer’in bu davranışını Resulullah’ın sünnetinden uzaklaşmak ve Cahiliye geleneklerine dönmek olarak nitelemişlerdir. Zürare, İmam Muhammed el-Bâkır’dan (as) şöyle rivayet eder:

“İmam Muhammed el-Bâkır’a, acaba Hz. Hüseyin’i hatırlar mısınız? diye sordum. Evet, dedi, birlikte Mescidü’l-haram’da olduğumuzu hatırlarım. O sırada mescidi sel almıştı. Dışarı çıkan insanlardan bir kısmı selin Makam-ı İbrahim’i sürüklediğini, bir kısmı da Makam’ın yerinde durduğunu söylüyordu. (…) Allah Makam’ı bir alamet yaptı; onu asla yerinden oynatmaz! Makam, İbrahim tarafından yerleştirildiği şekliyle Kâbe’nin duvarına bitişikti; Cahiliye insanları onu bugünkü yerine taşıyana dek de öylece kaldı. Resulullah Mekke’yi fethedince makamı İbrahim’in belirlediği yere yeniden getirdi; Ömer halife oluncaya dek de orada kaldı. Ömer, etrafındakilere sordu: Hanginiz makamın önceki yerini bilir? İçlerinden biri, ben bilirim, dedi, yularımla ölçmüştüm. Ona, git yuları getir, dedi. Adam yuları getirince ölçüp makamı (Cahiliye dönemindeki) yerine taşıdı.”

Hz. Ali, hilafeti döneminde, makamı Resulullah’ın yerleştirdiği yere tekrar taşımak istediyse de itirazlardan çekinmiştir: “Şayet Hz. İbrahim Makamı’nı asıl yerine taşınmasını isteseydim insanlar etrafımdan dağılır giderdi (Kuleynî, er-Ravza mine’l-Kâfi, c. 2, s. 85-89).

Bu makam için ilk mahfaza Abbasî Halifesi Mehdî-Billâh zamanında yapılmıştır (161/777-78). Mehdî-Billâh’ın yaptırdığı mahfaza 255 (868-69) veya 256 yılına kadar yerinde kalmış, ardından bu haliyle demir bir kubbe içine alınmıştır. Daha sonra Makam-ı İbrahim’in etrafı dört mermer direk ve demir şebeke ile çevrilmiştir. İki direk daha ilâve edilerek üstü kornişte kavisli dirseklerle genişletilmiş, saçaklı bir çatıyla örtülmüş, üzerine gelen kısmı kübik olarak biraz yükseltilip üstüne soğan şeklinde küçük bir kubbe yapılmıştır. Memluk ve Osmanlı sultanları zaman zaman bu maksureyi imar etmiş veya yeniletmişlerdir. Maksure ile Kâbe duvarı arasında 15,40 metrelik bir mesafe bulunuyordu. Suudi idaresi zamanında Faysal döneminde sözü edilen yapı kaldırılıp yerine halen mevcut altıgen şeklinde camekânlı yapı konulmuş, üzeri ise tamamen açılmıştır.

Ertuğrul Ertekin
________________
kaynak: Cevad Mazlumî, “Emakin ve Asar: Namha-yi Erkan-ı Kâbe der Kutub-i Tarih-i Mekke”, Mikat-i Hac,1384, Sayı: 52, s. 75-94; Muhammed Reyşehrî, Hac ve Umre der Kuran; Nebi Bozkurt, “Makam-ı İbrahim”.

7 Ekim 2014 Salı

Fil Yılı: Ebrehe'nin Kâbe'ye Saldırısı



Hz. Muhammed, Yemen ordusunun gücünden çekinen 
dedesi Abdülmuttalib'i teselli ediyor 

Siyer-i Nebi

Abdülmuttalib’in Kâbe’nin emirliğini yaptığını dönemde büyük bir hadise meydana geldi. Kur’ân’da Fil Suresi’nde anlatılan bu hadise Ebrehe el-Esrem’in Kâbe’yi yıkmak amacıyla fillerle Mekke’ye saldırmasıdır. Bu hadiseden dolayı bu yıl, tarih kitaplarına Fil Yılı olarak geçmiştir. 

Habeşe Kralı Necaşî’nin Yemen valisi Ebrehe özellikle hac mevsiminde Mekke’nin ticaret merkezi olmasını kıskanıyor, insanları Yemen’e çekmeye çalışıyordu. Bu amaçla Ebrehe Kâbe'nin hangi malzemeden yapıldığını ve örtüsünü sordu; taştan olduğunu ve örtüsünün farklı yerlerden geldiğini öğrenince de, “Mesih’e yemin ederim ki ondan daha hayırlısını yaptıracağım” diyerek San’a’da, İslâm kaynaklarında Kulleys/Kalîs şeklinde geçen büyük bir katedral inşa ettirdi ve tezyinatı için Bizans’tan mermer ve mozaik ustaları getirtti. (Şarkiyatçı Rudolf Strothmann, şehrin ortasında yer alan ve halk arasında “Küçük Kâbe” adıyla anılan çifte minareli San’a Ulucamii’nin bu katedralin camiye çevrilmiş şekli olduğunu düşünmektedir.) 

Katedralin inşaatının tamamlanmasından sonra Ebrehe çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mabedi ziyaret etmeleri için halkı San’a’ya çağırdı. Fakat bu bina kimsenin ilgisini çekmedi. Bunun üzerine (Ebrehe'nin Mekke'ye saldırma sebebiyle ilgili farklı rivayetler için Mustafa Fayda'nın makalesine bakınız) Kâbe’yi yıkmaya niyetlenen Ebrehe, dağ gibi büyük bir filin üstünde, beraberinde donanımlı bir orduyla, Mekke’ye yürüdü. Abdülmuttalib’e de savaş niyetinde olmadığı, sadece Kâbe’yi yıkmak istediği mesajını göndermişti.

Ordu Mekke’ye yaklaşınca askerler Abdülmuttalib’in iki yüz devesini yağmaladı. Abdülmuttalib develerini geri almak için Ebrehe’nin yanına gitti. Ebrehe Abdülbuttalib’e yakınlık gösterip yanına oturttu. Tercümanlar aracılığıyla Abdülmuttalib oraya niçin geldiğini anlatınca Ebrehe, “Niçin benden Kâbe’yi yıkmaktan vazgeçmemi istemiyorsun?” diye sordu. Abdülmuttalib, “Ben develerin sahibiyim, Beyt’in kendi sahibi var!” diye karşılık verdi ve develerini alıp Mekke’ye döndü.

Mekke’ye gelince, halka dağ eteklerine sığınmalarını emretti. Oğullarıyla birlikte Kâbe’nin etrafında halka kuran Abdülmuttalib Kâbe kapısının halkasını tutarak Ebrehe’yi kahretmesi için Allah’a niyazda bulundu. Abdülmuttalib Kâbe kapısının halkasına yapışmış bir halde şu beyitleri söylüyordu: “Ey Tanrım bir kul dahi evini barkım korur; Sen de kendi evini koru. Yarın onların haçı ve kuvveti senin kuvvetine üstün gelmesin.” Sonra Abdullah’ı olan biteni izlemesi için Kâbe’nin yakınında bırakıp, dağa çekildi.

Ertesi gün Abdullah olanları şöyle anlattı: “Kâbe’ye yaklaştıklarında filler ilerlemediler, Yemen’e dönmek istiyorlardı. O esnada yarasaya benzer kuşlar deniz tarafında peyda oldu. Her birinin gagasında birer, pençelerinde ise ikişer taş parçası vardı. Ordunun üzerine geldiklerinde taşları bıraktılar. Her bir taş bir askeri yere yığıyordu. Sonra ansızın bir sel ortaya çıktı ve cesetleri denize sürükledi. Ebrehe’yle birlikte kalanlar Yemen’e kaçtı.”

Ordunun yolunu kaybettiği, avare dolaştığı, sonra üstüne düşen bir taş parçasının Ebrehe’nin azalarını paramparça ettiği, acılar içinde kıvranarak öldüğü rivayet edilir. Tam da bu hadisenin meydana geldiği sıralarda Abdülmuttalib’e torunu Muhammed’in (s) doğduğu müjdesi verildi.

Ertuğrul Ertekin
________________
kaynak: Ahmet Lütfi Kazancı, “Ebrehe”; Gulamrıza Efrasyabî, “Bunyan-i Kâbe”, Âyine-i Miras, Sayı: 23, 1383, s. 7-26; H. Ahmet Sezikli, “Abdülmuttalib”; Mustafa Fayda, “Fil Vakası”; İbn Hişam, Hz. Muhammed'in Hayatı, çev. İzzet Hasan-Neşet Çağatay, Ankara 1971, s. 29-36.

Hac: Mekke'ye Hac Yolculuğu Sergisi (Paris, 23 Nisan-17 Ağustos 2014)



23 Nisan-17 Ağustos 2014 tarihleri arasında Fransa’nın başkenti Paris’te Hajj: le pèlerinage à La Mecque (Hac: Mekke'ye Hac Yolculuğu) başlıklı bir sergi düzenlendi.

Sergi, bizim burada sözünü ettiğimiz, 2012 yılında Britanya Müzesi’nde düzenlenen etkinliğin daha kapsamlı bir örneğiniydi.

Sergide, Ortaçağdan günümüze gelen 230'dan fazla hac konulu sanat eseri ve obje sergilendi. “Hac: Mekke’ye Kutsal Yolculuk” başlıklı bu sergiyi de, Britanya Müzesi’ndeki sergide olduğu gibi, Riyad Kral Abdülaziz Millî Kütüphanesi destekledi ve Institut du Monde Arabe (IMA) katkıda bulundu.

Sergi dolayısıyla bir de katalog yayımlandı.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Hac: Sanat Aracılığıyla Yolculuk Sergisi (Doha, 9 Ekim 2013 – 5 Ocak 2014)


Katar’ın başkenti Doha’daki İslam Sanatı Müzesi (Museum of Islamic Art) 9 Ekim 2013 – 5 Ocak 2014 tarihleri arasında Hajj: The Journey Through Art (Hac: Sanat Aracılığıyla Yolculuk) başlıklı bir sergi düzenledi.

2012 yılında “Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk” başlıklı sergiyi düzenleyen Britanya Müzesi, bu sergiye destek verdi.

Daha önce hiç görülmemiş bazı fotoğrafların yanı sıra hac yolculuğu videolarının, seyahatnamelerin, el yazmalarının ve hac konulu sanat eserlerinin sergilendiği serginin amacı sanat aracılığıyla hac yolculuğunu belgelemekti.

Bu sergi aracılığıyla Katarlı koleksiyonerlerin koleksiyonlarında bulunan sanat eserlerinin bir kısmı gün yüzüne çıkmış oldu. 

Sergi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Skira Yayınları tarafından yayımlanan sergi katalogunu buradan inceleyebilirsiniz.

Ertuğrul Ertekin

Haşim b. Abdümenaf'tan Muttalib Dönemine Kadar Kâbe'nin Hizmetleri



Cezulî, Delailü'l-hayrat
1798 öncesi
Konya Mevlana Müzesi*
Daha önce burada ilk defa Hz. Âdem tarafından bina edilen Kâbe'nin Hz. İbrahim ile Hz. İsmail tarafından yeniden inşa edildiğinden söz etmiş ve Hz. İsmail'den sonra Amr b. Luhay dönemine kadar Kâbe hizmetlerinin tarihine burada değinmiştik. Kâbe hizmetlerinin Kusay b. Kilab'dan Abdümenaf b. Kusay dönemine uzanan sürecine ise burada işaret etmiştik. Bu bölümde Haşim b. Abdümenaf'tan Muttalib dönemine kadarki tarihini ele alacağız. 

Abdümenaf b. Kusay’ın dört oğlu vardı: Amr, Abdüşems, Muttalib ve Nevfel. Kâbe hizmetleri görevi, Andümenaf’tan sonra Amr’a geçti.

Amr, halkın arasında saygınlık kazandı; artık ona Yüce Amr (Amrü’l-alî) denilmeye başlandı. Kıtlık olduğu yıl, bütün servetini harcayıp Şam’dan ekmek getirtti. Sonra ekmekleri kırıp et suyuyla çorba yaptı ve hac mevsiminde hacılara sofra açtı. Bu, sonraları bir gelenek haline dönüşmüştür. Amr bundan sonra Haşim (kıran, ufaltan) adını aldı.

Haşim yükselmeye devam etti ve cömertliği, keremi, fazileti ve serveti sayesinde Mekke’ye hâkim oldu. Kureyş kabilesi adına çevre devlet ve kabilelerle ticarî ve diplomatik ilişkiler kuran Haşim, Bizans İmparatoru I. Leon ve Gassanî melikiyle anlaşarak ülkelerinde Kureyşlilerin serbestçe ticarî seyahat yapabilmelerini sağladı. Böylece Kureyş’in Mekke ve çevresiyle sınırlı olan ticarî ilişkileri daha geniş bir boyut kazandı. Kureyş’in kış ve yaz olmak üzere yılda iki defa ticarî seyahat yapmasını gelenek haline getiren Haşim kışın Yemen ve Habeşistan’a, yazın da Suriye ve Anadolu’ya kadar giderek ticaret yapardı. Haşim, Habeşistan’da da serbestçe ticaret yapabilmeleri için Necaşî’ye bir mektup gönderdi ve kervan yolu üzerinde yaşayan kabilelerle ticarî antlaşmalar yaptı. Kureyşliler bu kabilelere ait malları Bizans topraklarına götürüp satacaklar, parasını masraf almadan kendilerine teslim edecekler, onlar da Kureyş kervanlarının yol güvenliğini sağlayacaklardı. 

Bütün bu gelişmelerin ardından, özellikle de yol güvenliğinin sağlanmasından sonra dört bir yandan farklı din ve kültürlere sahip hacılar korkmadan Beytullah’ı ziyarete gelebiliyordu. Hindular Sayfa’nın ruhunun Hacerülesved’e hulul ettiğine; Keldanî Sabiîler Kâbe’nin yedi gezegenden birinin evi olduğuna; Zerdüştîler Hürmüz’ün ruhunun Beyt’e indiğine; Yahudîler Kâbe’nin Beytullah olduğuna inanıyorlardı. Nitekim Kâbe’de Hz. İbrahim’in, Hz. İsmail’in, Hz. Meryem’in ve Hz. İsa’nın tasvirlerinin bulunduğu rivayet edilmiştir.

Haşim, Gazze’de ölünce Mekke’nin emirliği ile siyake ve rifade görevi Muttalib b. Abdümenaf’a geçti. Muttalib de Haşim gibi saygın ve cömertti, bu yüzden Feyz lakabını almıştı. 

Muttalib, kardeşi Haşim’in Şam’a giderken birkaç gün konakladığı Yesrib’de Adiy b. en-Neccar kabilesinden Amr’ın kızı Selma’dan bir oğlu olduğunu duyunca onu aramak için Yesrib’e gitti. Muttalib, Beni el-Haris kabilesinden birinin haber vermesi üzerine yeğeninin varlığından haberdar olmuştu. Durumu öğrenir öğrenmez Yesrib’e gitti ve yeğenini Mekke’ye getirinceye dek dönmeyeceğine dair yemin içti. Sorup soruşturup yeğeni Şeybe’yi buldu ve annesiyle kabilesini ikna edip onu Mekke’ye getirdi. Mekke’ye girdiklerinde, Muttalib’in yanında üstü başı dağınık, bol elbiseli Şeybe’yi gören halk, Muttalib’in açıklamalarına rağmen, onu köle zannetti ve ona Muttalib’in kölesi anlamında Abdülmuttalib dediler.

Bir müddet sonra Muttalib ticaret amacıyla Yemen’e gitmeye karar verdi. Yeğenini yanına çağırıp, kardeşinden kendisine geçen sikaye, rifade hizmetlerini ve Kâbe emirliğini yeğenine tevdi etti.  Bir süre sonra Dirman denilen mevkide öldüğü haberi alındı.

Ertuğrul Ertekin
_________________ 
* Serpil Bağcı, Konya Mevlana Müzesi Resim Elyazmaları, İstanbul 2005.
kaynak: Gulamrıza Efrasyabî, “Bunyan-i Kâbe”, Âyine-i Miras, Sayı: 23, 1383, s. 7-26; İbrahim Sarıçam, “Haşim b. Abdümenaf”; Muhammed Taki Rehber: “Emakin ve Asar: Zemzem der Tahavvulat-ı Tarih”, Mikat-ı Hac, 1379, Sayı: 32, s. 85-102.