6 Mart 2018 Salı

Taberî ve "Gadir Hadisinin İsnad Zincirleri" Adlı Eseri

Muhammed Hadi Yusufî Garevî
 
Gadir hadisesi, İmam Ali'nin (a.s) velayetinin tek senedi değildir; lakin velayet konusundaki en önemli ve meşhur senettir. İslam tarihinin önemli hadiselerinde, ravi sayısı ve senetlerin itibarı açısından Gadir hadisesine benzeyen bir olaya çok az tesadüf edilir. Gadir hadisesini genelde muhaddisler naklettiklerinden, konuyla ilgili rivayet başta hadîs kaynaklarında nakledilmiş ve tartışılmıştır. Öte taraftan birçok tarihçi ve siyerci sansür uygulama yoluna gitmiştir.
 
Hz. Peygamber'in Veda Haccı yolculuğunun Medine-Mekke güzergâhını detaylarıyla, hiçbir ayrıntısını atlamadan, durak durak kaydeden tarihçiler dönüş yolunda, Mekke-Medine güzergâhında meydana gelen hadiseleri görmezden gelmiş ve beraberindeki yüz binlerce sahabîyle birlikte Hz. Peygamber'i ansızın Medine'ye ulaştırmışlardır! Sanki dönüş yolunda hiçbir hadise meydana gelmemiştir!
 
Bu bağlamda gözler diğer tarihçilerden çok Taberî'ye çevrilir: O, Tarih'inde hadiseleri farklı isnad zincirlerine dayanarak naklettiği rivayetlerle bütün ayrıntılarıyla anlatırken –beklenenin aksine– Gadir hadisesinden söz etmemiştir. Bu durum okuyucunun zihninde bir soru işareti bırakır.
 
Taberî'nin İmam Ali'nin velayetini ispat etmek amacıyla Gadir hadisesini ele alan bağımsız bir kitap yazdığını bildiğimizde bu soru kendiliğinden zihnimizden silinir.
 
Bu makalede, Taberî'nin Kitabü'l-Velayet olarak da bilinen Gadir Hadîsinin İsnad Zincirleri (Turuku Hadîsi Gadir) kitabı tanıtılmaya çalışılmıştır.
*

Irak'ın fiilî başkenti Bağdat geçmişte Abbasîlerin başkentiydi. II. Abbasî halifesi Mansur, Bağdat'ı Dicle'nin iki yakasına inşa etmişti. Şehrin doğu yakasına Resafe, batı yakasına Kereh adı veriliyordu.1
 
Yakut el-Hamevî (öl. 626) Kereh mahallesi hakkında şu bilgileri verir: “Bağdat'ın batı yakasında geniş bir mahalle olan Kereh kalelerle çevrili olup Şiîlerin yerleşim yeridir; orada Şiî olmayan kimse yoktur.”2
 
 Kerehlilerin Şiî oldukları hakkında İbn Esir'in (öl. 630) el-Kamil fi't-tarih'inde de önemli bilgiler vardır: “Kereh Şiîlerinin Zilhiccenin 17'sinde, yani Gadir gününde çadırlar kurup mahallelerini süsledikleri; Âşûrâ gününde ise yas tutup ravza meclisleri tertip ederek ağlaştıkları herkesin malumudur.
 
“Buna mukabil Basralılar Gadir Bayramı'ndan sekiz gün sonra kutlama yapar, bu günde Hz. Peygamber'in ve Ebubekir'in Sevr Mağarası'na girdiklerini söylerlerdi. Âşûrâ'dan sekiz gün sonra da Şiîlerin merasimine benzer bir merasim tertipler, bu günün Musab b. Zübeyr'in katledildiği gün olduğunu söylerlerdi.”3
 
Yakut el-Hamevî şunları ekler: “Bağdat şeyhlerinden bazıları Hz. Peygamber Gadir-i Hum'da iken Ali b. Ebi Talib'in Yemen'de olduğunu (!) söylerler. Bu amaçla mesnevî türünde bir şiir yazmış, şiirde hac duraklarını tavsif etmiş, Gadir-i Hum'a işaretle de şöyle demişlerdir:
 
“Sonra Gadir-i Hum'a vardık; Gadir'de ümmî Peygamber ile Ali hakkında zanna dayalı yalan yanlış konuşan ne çok insan var!”
 
Yakut el-Hamevî şöyle devam eder: “Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Taberî (öl. 310), bir ravinin bidat icat ettiğini anladığında onu tart eder, uzaklaştırırdı. Taberî yukarıda izah ettiğimiz durumdan haberdar olunca Hz. Ali'nin faziletlerini anlatmaya koyuldu ve Gadir hadîsinin isnad zincirlerini beyan etti. Neticede halkın büyük çoğunluğu, bilhassa Rafizîler onun sözlerine kulak verdiler. Daha sonra Taberî Rafızîlerin bir grubunun sahabîler hakkında yakışıksız sözler sarf ettiklerinin duyunca bu kez Ebubekir ve Ömer'in faziletlerini beyan etmeye başladı.”4
 
Zehebî (öl. 748) söz konusu Bağdatlı şeyhin adını açıklamıştır: “Taberî, İbn Davud'un (?) Gadir hadîsini tenkit ettiğini duyunca faziletlere dair bir kitap yazdı ve orada hadîsin sıhhatini tartıştı.”5
 
Tarih rivayetlerinden anlaşıldığına göre Taberî'nin bu kitabı VIII. yüzyılda âlimlerin elinde bulunuyordu. Bu bakımdan Dımaşklı tarihçi İbn Kesir (öl. 774) Kitabu Gadiri Hum adında bir kitap nakletmiş ve el-Bidaye ve'n-nihaye'sinde Taberî'den yedi hadîs aktarmıştır.6
 
Öte yanda Şiî ulema bu kitaba özel bir ilgi göstermiş, eserlerinde kimi zaman isnad zincirini bu kitaba ulaştırmışlardır. Aslında bu yöntem, Şiî ulemanın Şiî kitapları kataloglamak için kullandığı bir yöntemdi; ancak konusunun öneminden dolayı müellifi Sünnî olmasına rağmen bu kitabı isnadda naklediyorlardı.
 
Şeyh Tusî (öl. 460) Taberî hakkında şunları kaydeder: “Tarih kitabının müellifi Muhammed b. Cerir Taberî Sünnî'dir. Kitabu Gadiri Hum da ona aittir ve o bu kitapta Gadir hadisesinin keyfiyetini açıklamıştır.” Şeyh Tusî daha sonra kendisini kitaba ulaştıran isnad zincirini şöyle beyan eder: “Bize ondan haber veren… İbn Kamil'dir, o da İbn Cerir'den…”7
 
Fakat Necaşî (öl. 450) kitabın ismini değiştirmiş ve şöyle yazmıştır: “Sünnî mezhepli Muhammed b. Cerir Taberî er-Reddu alâ'l-harkusiyye'nin müellifidir ve orada Gadir hadîsinin isnad zincirini beyan etmiştir.” Kitaba ulaştığı isnad zincirini ise şöyle açıklar: “İbrahim b. Muhallid babasından, o da İbn Cerir'den bize haber verdi.”8
 
Şeyh Tusî ve Necaşî Taberî'nin Sünnîliğini tasrih ettiklerinden Allâme Tahranî'nin (öl. 1389) görüşünü tartışmaya lüzum yoktur. Allâme Tahranî şöyle yazar: “Görünen o ki Kitabu Gadiri Hum, Sünnî Taberî'nin çağdaşı Ebu Cafer Muhammed b. Cerir Rüstem Taberî'nin telifidir… Bu ikisi, isimde, baba adında, künyede ve nispette aynı olduklarından bu hata vuku bulmuştur.”9
 
Kadı Numan Mağribî Mısrî'nin (Fatımîlerin ilk döneminde yaşamış İsmailî fakih ve muhaddis) (öl. 363) Şerhu'l-ahbar fi fezaili Haydari'l-kerrar ve'l-eimmeti'l-athar adlı kitabı, Taberî'nin kitabının zikredildiği ve birçok pasajının alıntılandığı tek kaynaktır. Kadı Numan'ın eserinin öneminin bilinmesi açısından şu kadarını söylemek kâfidir: Taberî'nin Kitabu Gadir'inden nakledilen rivayetlerin tamamı veya büyük çoğunluğu bu kitapta mevcuttur ve bu, bizim kitabın muhtevasını anlamamız açısından yeterlidir.
 
Kadı Numan kitabında şöyle yazar: “Gadir hadîsini muhaddislerin çoğu, ezcümle Muhammed b. Cerir Taberî rivayet etmiştir. Taberî hadîsi Hz. Ali'nin faziletlerini ele aldığı kitabında nakleder. Taberî Bağdatlıdır ve hadîs ve fıkıhta Ehlisünnet'in büyüklerindendir.
 
Hz. Ali'nin faziletlerinin detaylıca rivayet edildiği bu kitabın, birisinin Hz. Ali'nin faziletlerine dair sorduğu soru üzerine yazıldığı belirtilir. Sorunun gündeme gelmesinin sebebi ise birisinden (?) nakledilen Ali'nin [Yemen seferi yüzünden] Veda Haccı'na Hz. Peygamber ile beraber katılmadığına, dolayısıyla bu hac yolculuğunda Gadir-i Hum'da Ali'nin velayetinin ilan edildiğinin söylenemeyeceğine dair sözdür.”10
 
Bu zat kendince Hz. Peygamber'in “Ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır” hadîsini inkâr etmek istemiş, bu da Taberî'nin dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine Taberî bir kitap yazmış ve kitabında rivayetleri delil göstererek Hz. Ali'nin Yemen'den Mekke'ye vusulünün, Hz. Peygamber'in Mekke'ye vusulüyle eşzamanlı gerçekleştiğini ispat etmiştir.  Rivayet şöyledir: “Hz. Peygamber kurbanlık develer getirmişti; Hz. Ali ile karşılaştığında ona temettuh umresiyle ilgili ayet nazil oldu. Bunun üzerine kurbanlık getirmeyenlere temettü umresi yapmalarını emretti. Fakat kendisi yanında kurbanlık deve getirdiğinden ihramda kaldı; zira Allah, “Kurban yerine varıncaya dek başlarınızı tıraş etmeyin” (Bakara, 196) buyurur. Hz. Peygamber, yoldan yeni gelen Hz. Ali'ye “Nasıl ihrama girdin?” diye sordu. Hz. Ali, “Allahım! Peygamberinin ihrama girdiği niyetle ihrama giriyorum!” dedi. Hz. Peygamber, “İhramdan çıkma, çünkü ben yanımda [kendim ve senin için] kurbanlık getirdim. Şayet ne olacağını bilseydim kurbanlık getirmez, haccı temettü haccına çevirirdim,” buyurdu. Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi kurbanına ortak etti. Kendisi develerin bir kısmını, Hz. Ali başka bir kısmını kesti.
 
Taberî, naklettiği rivayetlere dayanarak Hz. Ali'nin Veda Haccı'nda Hz. Peygamber'in yanında olduğunu ispatlar; ancak bununla da yetinmeyerek Ehl-i Hadîs'in ve âlimlerin bu konudaki icmaından faydalanır ve muhaliflerin iddialarını çürütür.
 
Ayrıca Taberî kitabında ayrı bir başlık açmış ve orada Hz. Peygamber'in “Ben kimin mevlası isem Ali onun mevlasıdır. Allahım! Ona dost olana dost, düşman olana düşman ol ve ona yardım edene yardım et, ona yardımını esirgeyenden yardımını esirge!' hadîsini sahih isnadlarla nakleder. Hz. Peygamber bu sözü Veda Haccı'nın hem öncesinde hem de sonrasında söylemiştir.  Taberî, Hz. Peygamber'in içerisinde “Ali müminlerin emiridir”, “Ali kardeşimdir”, “Ali vezirimdir”, “Ali vasimdir”, “Ali benden sonra ümmetimin halifesidir”, “Ali benden sonra insanlara nefislerinden daha evladır” gibi ifadelerin geçtiği; Hz. Ali'nin hilafetinin ve ümmetin ona tabi olmasının farz oluşunu beyan eden hadîsleri de nakletmiştir.
 
Taberî uzunca bir bölümde bütün bu rivayetleri nakletmiş ve yukarıda sözünü ettiğimiz zatın iddiasını çürüterek şöyle yazmıştır: “Böyle bir söz söyleyip Ali'nin Veda Haccı'na katıldığını inkâr eden birini tanımam. Bu, ümmetin icma ettiği bir husustur; ilim ehlinin ve Hadîs Ashabı'nın tamamı bu konuda görüş birliği içerisindedir. Güvenilir kimselerin tasdik ettiği bir şeyi inkâr eden kimsenin sözüne itimat edilmez. İcmaya muhalif görüş ilim ehlince görüş ayrılığı olarak değerlendirilmez. Bu, ilim ehlinin şahitlikleri ve haberleri kabulde esas aldığı bir ilkedir…”
 
Görüldüğü gibi Taberî kitabını daha çok bu zatın görüşünü çürütmek amacıyla kaleme almış ve ilim ehlinden kimsenin bu görüşü kabul etmediğini ispatlamıştır. Zira ilim ehli, bu zatın inkâr ettiği şeyi tasdik etmiştir.
 
Kadı Numan, gaflette kaldığı veya cehaletini devam ettirdiği veyahut kendisini cahil gösterdiği, Hz. Ali hakkında inandığı gibi yaşamadığı, ispatı için çabaladığı hakikati amelî kılmadığı gerekçesiyle Taberî için üzüldüğünü dile getirir. Ona göre Taberî Sünnîlerin yolundan gitmiş, Ebubekir, Ömer ve Osman'ı Ali'ye öncelemiştir. Bu, onların basiretsizliğinin, cehaletinin ve dalaletinin göstergesidir; kendisi de dalaletini ikrar etmiştir… Onlar çoğunluğa tabi olmaktan kaçınmış, Allah ve Resulü'nün öncelediği insanı öncelemiş, ona inanmış olsalardı, bu, kendileri için, Allah'ın haklarında, “Kendileri de bunlara adamakıllı inandıkları, bunları iyice bilip anladıkları halde zulümle, ululanmayla inadına inkâr ettiler” (Neml, 14) buyurduğu kimselerden olmaktan çok daha iyi olurdu.
 
Kadı Numan sonra şunları yazar:
 
“Bu mukaddimeden sonra Taberî'nin rivayet ettiği, ancak aynı zamanda muhalefet ettiği Hz. Ali'nin faziletlerini beyan edelim. Bu vesileyle Taberî'nin gaflet ettiğini veya cahil kaldığını veyahut kendisini cahil gösterdiğini ya da bilerek rivayet ettiği şeye aykırı amel ettiğini vurgulayalım!
 
“Kitabın başında, Müminlerin Emiri Hz. Ali'nin makamını inkâr edenlerin görüşlerini çürüteceğime ve onun vesayeti hak ettiğine, Hz. Peygamber'den sonra imamet hakkının kendisinde olduğunu Allah'ın Resulü'nün dilinden beyan ettiğine dair kanıtları sunacağıma söz verdim. İmdi bütün bu hadîsleri nakledecek olursam konu uzar ve kitap tasarladığımdan daha hacimli bir çalışmaya dönüşür…
 
“Ancak Muhammed b. Cerir Taberî'nin (kitabının) Hz. Ali'nin faziletlerini geniş bir biçimde ele aldığı faslını beyan etmekten başka çarem de yok. Bunu, Ehlisünnet'in de Hz. Ali'nin faziletlerini itiraf ettiğini ve bu konuda çok sayıda rivayet naklettiğini göstermek için yapıyorum. Böylelikle okuyucu, bu rivayetlerin uydurma olmadığını ve yalnızca Şiîlerce kabul edilmediğini anlamış olacak. Bu şekilde hadîs ve tarih ilmi hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlar bu rivayetleri zayıf addedemeyecekler.”11
 
Kitabın birinci cildinde Kadı Numan Taberî'nin kitabından yetmiş dört rivayet nakleder.
 
Üstad Garevî makalenin devamında bu yetmiş dört rivayeti farklı kaynaklarla karşılaştırarak tahkik etmiştir. İlgi duyan okuyucular www.noormags.ir adresinden makalenin tam metnine ulaşabilirler. Ayrıca, Taberî'nin sonradan Şiî olduğu hakkındaki görüş için Resul Caferiyan'ın daha önce burada yayınladığımız makalesine bakınız.
 
Muhammed Hadi Yusufî Garevî, Taberî ve Kitab-ı Turuk-i Hadîs-i Gadir, Tarih der Ayine-i Pejuheş, Payiz 1381, Sayı:1, s. 261-311.
 
Kaynaklar:
 
1. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, Bağdad maddesi.
2. Aynı yer.
3. İbn Esir, el-Kamil fi't-tarih, “308 Yılının Hadiseleri”, c. 9, s. 54.
4. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 74.
5. Zehebî, Tabakatü'l-huffaz, c. 2, s. 254.
6. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 5, s. 313.
7. Şeyh Tusî, el-Fihrist, s. 178.
8. Necaşî, Rical-i Necaşî, s. 226.
9. Allâme Tahranî, ez-Zeria, c. 16, s. 26.
10. Kadı Numan, Şerhu'l-ahbar, c. 1, s. 116.
11. Kadı Numan, age., c. 1, s. 128.
 
çev: İbrahim Erkin
 
Bu makale ilk defa, 4 Ekim 2013 tarihinde medyasafak.net sitesinde, burada yayınlanmıştır.