26 Eylül 2014 Cuma

Yahya b. Bahşî'nin Maktel-i Hüseyin'i

Maktel-i Hüseyin'in ilk yaprağı
DTCF Muzaffer Ozak Yz. I/248




Yahya b. Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’i

Ertuğrul Ertekin

Ağlayabilen hû ağlar, gayrimiz öykünelim
Mümkün oldukça dövünüp, yolunup yükünelim

Buncalayın bir musibet bir dahi olmuş mudur?
Kimse bir böyle dahi hiç işitip bilmiş midir?
Yahya b. Bahşî

Öldürmek” anlamına gelen Arapça “k t l” kökünden türeyen maktel sözcüğü “birinin öldürüldüğü yer, katlgâh” anlamına gelir. Maktel, erken dönemden itibaren İslâm edebiyatında bir tür olarak ortaya çıkmış, bu dönemde ve sonrasında yazılan maktellerin çoğunluğunun konusu, savaşlar, suikastlar ve diğer sebeplerle öldürülen Hz. Ali (as) evladı (Tâlibiyyin) olmuştur. Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde, Âşurâ Günü, Kerbelâ’da şehid edilmesinden sonra ise, özellikle X.  yüzyıldan itibaren, maktellerin konusunu hep bu facia teşkil etmiştir. [1]

XIV. yüzyıldan itibaren yazıya geçirilen Türkçe Maktel-i Hüseyinler tarihî süreçte Türklerin İmam Hüseyin (as) ve Kerbelâ algısını göstermesi bakımından önemli kaynaklardır. Biz daha önce Lâmiî Çelebi’nin (ö. 938/1532) Maktel-i Âl-i Resûl’ünü yayımlayarak bu alandaki çalışmalarımızın ilk ürününü konuya ilgi duyan araştırmacılarla ve okuyucularla paylaşmıştık.[2] Bu makalede ise, Lâmiî Çelebi’nin ve Hadîkatü's-Su'ada'nın müellifi Fuzulî’nin (ö. 963/1556) çağdaşı olan Yahya b. Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’ini incelemeye çalışacağız.

Yahya b. Bahşî’nin hayatı
Kaynaklarda ismi, Bahşîzade, Yahya Efendi, Muhyiddin, Yahya b. Yahşî, Tuzlalı Yahya Efendi şeklinde de geçen Yahya b. Bahşî’nin doğum tarihi, yeri ve ailesi hakkında kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır.

Kimi kaynaklarda Yahya b. Bahşî’nin Gönenli, kimi kaynaklarda ise Kızılca Tuzlalı olduğu rivayet edilmektedir. Bahşî’nin Gönen’de doğmuş, daha sonra oradan göç etmiş olması muhtemeldir. Müderrislik yaptığı Murad Hüdavendigâr Medresesi ise Çanakkale’ye bağlı Ayvacık’ın Kızılca Tuzla köyündedir. Bundan dolayı da bazı kaynaklarda Kızılca Tuzlalı olduğu ifade edilmiş olabilir.[3]

Yahya b. Bahşî, tasavvuf eğitimini, Kübrevîye tarikatını Anadolu’da yayan Yıldırım Beyazıd’ın (ö. 805/1403) damadı Emir Sultan’ın (ö. 833/1429) halifelerinden Şeyh Lütfullah Karamanî’nin (ö. 894/1488-89) yanında ikmal etmiştir.[4] Şeyh Lütfullah’ın vefatından sonra oğlu Abdurrahman, Bursa’daki Emir Sultan Dergâhı’nda postnişin olmuş, bunun üzerine bazı zevat genç olması hasebiyle yerine Yahya b. Bahşî’nin postnişin olmasını isteyerek onun Bursa’ya gelmesini sağlamıştır. Fakat Yahya b. Bahşî bunda başarılı olamamıştır.

Emekliliğinden sonra Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı Yaylacık’ta bir dergâh kurarak halkı irşad etmekle meşgul olan Yahya b. Bahşî, Maktel-i Hüseyin’ini de burada yazmıştır. Yahya b. Bahşî 940/1533-34 tarihinde vefat etmiştir. Kabri, Yaylacık’tadır. [5]

Yahya b. Bahşî’nin Eserleri
Divan-ı İlahiyat, Mevlid- Nebi, Menakıb-ı Emir Sultan (Menakibu’l-Cevâhir), Menakıb-ı Şeyh Muhammed b. İsa Akhisarî, Menakıb-ı Hacı İsa Dede, İzharü’l-Esrar, Sıhah-i Acemî, Şiratü’l-İslâm Şerhi, Lemhu Mesaili’n-Nahviyye fi Şerhi Avamili’l-Birgiviyye, Haşiye-i Sadrü’ş-Şeria, Risale-i Envariyye.[6]

Yahya b. Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’i

Maktelin Yazma Nüshaları

Maktel-i Hüseyin’in iki yazma nüshası tespit edilmiştir:

a) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Kütüphanesi M. Ozak-1/248’de kayıtlı nüshası. Bu nüsha, harekeli nesihle, bölüm başlıkları ile ara beyitleri kırmızıyla yazılmıştır. 66 varak olan eserin istinsah tarihi Şaban 938/Mart-Nisan 1532’dir. (bkz: vr: 66b: Temmet bi-avnillahi Teâlâ. Tarih fî şehr-i Şaban fî seneti semâniye ve selâsin ve tıs’a mia). Nüshada bol miktarda imla hatası göze çarpmaktadır. Dize sayısı 41’inci varağa kadar 21-22 dize arasında değişir. 42’nci varaktan itibaren dize sayısı 42-44 arasında değişir. Buna göre eser, 976 beyitten ve altı bölümden oluşur.

b) Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi Ulucami 8074/1’de kayıtlı nüshası. Bu nüsha, harekeli nesihle yazılmıştır. 37 varaktır. Yıpranmış olan eserin onuncu ve son yaprağı eksiktir. İstinsah tarihi yoktur.

Maktelin Adı

Yahya b. Bahşî, maktelinde eserini isimlendirmemiştir. Bununla birlikte, bizim çalışmamızda esas aldığımız AÜ DTCF M.Ozak-1/248 numaralı nüshanın ilk yaprağında, “Hazâ Kitab-ı Maktel-i Hüseyin Radiyallahu anhu ecmain” ifadesi bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tahir de eserin adının Maktel-i Hüseyin olduğunu yazar.[7]

Maktelin Yazılış Sebebi

Yahya b. Bahşî, eserinde sebeb-i telif/telif sebebi başlıklı bir bölüm açmamıştır. Sıkça tekrarlanan beyitlerden eseri sevap kazanmak amacıyla yazdığı anlaşılmaktadır.

Maktelin Yazıldığı Yer ve Tarihi

Yahya b. Bahşî, Maktel-i Hüseyin’ini 11 Şaban 905/12 Mart 1500 Perşembe günü Yaylacık’ta tamamlamıştır.

Kitab oldu tamam Şaban ayında
Hamisün gecesinde hoş ayda
Günü de on birinci gün-idi bil
Dokuz yüz beşde idi hem dahi
Olurduk ol zamanda Yaylacık’da
Mübarek mahaldir Yaylacık’da [vr. 65b-65a]

Maktel-i Hüseyin’in Kaynakları

Yahya b. Bahşî, maktelinde hiçbir yazılı kaynağın adını zikretmez. Eser tamamıyla kerametler ve epik anlatılar üzerine kurulmuştur. Çoğu yerde anlatılanlar gerçeklikten uzaktır. 

Maktel-i Hüseyin’in Muhtevası

Maktel, Allah’a hamdüsena ve Hz. Peygamber’e salâtüselam ile başlar. Mukaddime adını verebileceğimiz bu bölümde dikkati çeken husus, Yahya’nın İmam Hüseyin’in kanını Hz. Âdem’den başlayarak tüm nebilerin ve hakîm insanlar oldukları rivayet edilen İskender ve Lokman’ın kanı ile özdeşleştirmesidir [vr. 1b-2a]. Diğer maktellerde de görüldüğü gibi müellif konuya girmeden önce dinleyicileri hazırlar. Kendisinin günahkâr bir kul olduğunu söyleyerek, İmam Hüseyin’e tevessül eder ve Allah’tan bağışlanma, dinleyicilerden dua talebinde bulunur. [vr. 2a-5a]

Birinci bölümün başlığı; fî medh-i Nebî’dir. Yahya bu bölümde Hz. Peygamber’e, dört halifeye, Hz. Hatice’ye ve Hz. Fâtıma ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e salât eder ve günahkâr bir kul olduğunu tekrar ederek Allah’tan onların hürmetine kendisini bağışlamasını diler. [vr. 5a-7a] 

fî nev’i âher min medhi’l-Âl ve'l-evlâd başlığını taşıyan ikinci bölümde müellif, Ehl-i Beyt’in faziletine, onların faziletlerinin hem Kur’ân’da hem de hadisler de bildirildiğine değinerek bundan asla kuşku duyulamayacağını söyledikten sonra tarikat geleneği üzere Hz. Hüseyin soyundan gelen şeyhi Emir Sultan’ı methetmeye başlar. Unutulan sünneti ihya eden, Buhara’dan gelip Rum’u aydınlatan, sayısız kerametlere sahip Emir Sultan bu gücünü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e duyduğu muhabbetten almıştır. 

Daha sonra Yahya, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgili iki, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali ile ilgili bir menkıbe anlatarak dinleyicilerden bu kıssalardan hisse almalarını ve onların faziletlerini bilmelerini ister. Kıssalar sırasıyla şöyledir:

Birinci kıssa: Bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin aralarında iddialaşırlar, her biri büyük benim der. Sonra bunu sormak için babalarının yanına giderler. Babaları hayâ ettiğini söyleyerek onları annelerine gönderir. Annelerine sorduklarında, bunu en iyi bilenin dedeleri olduğunu söyler ve onları Hz. Peygamber’e gönderir. Hz. Peygamber de Cebrail’e sormak için cevabı geciktirir. Allah cevabında Hz. Peygamber’e bir elma alıp biri Hz. Hasan’ı, diğeri Hz. Hüseyin’i temsil eden iki çizgi üzerine atmasını, elma hangisinde durursa onun büyük olduğunu buyurur. Hz. Peygamber Allah’ın buyruğunu yerine getirir, iki çizgi çizer ve elmayı atar. Elma ikiye bölünür; bir yarısı Hz. Hasan’ı, diğer yarısı Hz. Hüseyin’i temsil eden çizginin üzerinde durur. [vr. 8b-9a]

İkinci kıssa: Bir gün Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile otururken onlara elma vermek ister. Ancak o anda yanında bir tane elma olduğundan elmayı hangisine vereceğini bilemez. Bunun üzerine Cebrail nazil olur ve Hz. Peygamber’e ikisini güreştirmesini, elmayı galip gelene vermesini söyler. Güreş sonucunda biri diğerine galip gelemeyince Allah, Cebrail ile cennetinden bir elma daha gönderir. [vr. 9a-9b]

Üçüncü kıssa: Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın evlenmeleri ile ilgilidir. Hz. Ali, Zülfikâr’ını alarak Hz. Fâtıma’nın yanına gider ve ona Hayber’i Zülfikâr’la fethettiğini söyler. Hz. Fâtıma bunu bildiğini, cennette babası ile otururken Zülfikâr’ı gördüğünü söyleyince Hz. Ali şaşırarak Hz. Peygamber’in yanına gider. Kıssanın bu kısmı biraz muğlâktır. Anlaşılan Hz. Ali, Hz. Peygamber ile birlikte Hz. Fâtıma’nın yanına dönmüş ve Hz. Fâtıma’dan cennette onu nasıl gördüğünü anlatmasını istemiştir. Hz. Fâtıma şöyle anlatır: Miraçta cennete gittiğimde babamla orada yürürken bir elma ağacının altında Zülfikâr’ın mahzun bir halde dururken gördüm. Üzerinde senin ve benim ismim yazılmıştı. Sonra Cebrail sana cennet meyvelerinden yemeni söyledi. Sen de kırmızı bir elma alıp yarısını yedin, diğer yarısını orada bıraktın. İşte ben o yarım elmadan yaratıldım. Şimdi senin yanında cennette gibiyim, cennet kokusunu senden alıyorum. Hz. Fâtıma’nın anlattıklarını dinleyen Hz. Peygamber onu doğrular ve alnından öper. [vr. 10a-11a] [8]

 Üçüncü bölümün başlığı fî mebde-i kıssa-i Kerbelâ’dır [vr. 11a-19a]. Yahya konuya İmam Hüseyin’in doğumu ile başlar. Hz. Hüseyin’in doğumuyla müjdelenen Hz. Peygamber, Hz. Ali’den kapıda durmasını ve eve girmek isteyenlere engel olmasını ister. Zira melekler tebrik etmek için gelmek istemektedirler. Doğum haberini alan sahabîler birer ikişer Hz. Ali’nin evine gelirler. Hz. Ali onları kapıda bir süre bekletir. Bu esnada Hz. Ali’nin meleklerin gelişinden haberdar olması Ebu Bekir’e tuhaf gelir. Daha sonra tebrikleri kabul etmek için onları eve alır. Doğumu tebrik için gelen melekler arasında bir tanesinin kanadı kırıktır. Kanadı kırık meleğin hikâyesi ona niçin o halde olduğunu soran Hz. Ali’nin dilinden anlatılır. Buna göre, önce mukarreb meleklerden olan bu melek bir gün göğün kapısını açık bulmuş ve yeryüzünü seyretmiştir. Orada gördüğü elden ayaktan düşmüş bir insanın haline üzülmesi üzerine, Allah onu gördüğü insanın durumuna sokmuştur. Yedi yüz yıldır bu halde yaşayan melek, diğer meleklerin yardımıyla tebrike gelmiştir. Umudu Hz. Hüseyin’in hürmetine bağışlanabilmektir. Kıssayı dinleyen Hz. Ali, melek için duada bulunur ve Cebrail gelerek Hz. Ali’den Hz. Hüseyin’in kundağını çözüp meleğin vücuduna sürmesini söyler.  Kundağın vücuduna değmesiyle iyileşen melek ağlamaya başlar. Hz. Ali meleğe iyileştiği halde niçin ağladığını sorar. Melek, doğumu yer ve gök ehline müjde olan bu yavrucağın katline ağladığını, bu konuda daha fazla bir şey söyleyemeyeceğini söyler ve Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’in kabrini muhafaza etmek için bin yıl önce yaratılan Cebrail’e havale eder.[9] [vr. 11a-13b]

Yahya, bu kıssayı anlattıktan sonra Hz. Hüseyin’in çocukluk dönemine geçer. Hz. Peygamber’in ona ve ağabeyi Hz. Hasan’a olan muhabbetini dile getiren şu kıssayı anlatır: Bir gün Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i kucağına almış oynarken Hz. Hasan’ı ağzından, Hz. Hüseyin’i dudağından öper. Bunun üzerine Cebrail nazil olur. Allah’ın selamını ileten Cebrail, Allah’ın bu durumu kıskandığını söyler. Buna karşılık Hz. Peygamber’in ağzından öptüğü Hz. Hasan zehirlenecek, boynundan öptüğü Hz. Hüseyin katledilecektir. Bir süreliğine ayrılan Cebrail daha sonra elinde bir şişe kızıl toprakla geri gelir. Şişeyi Hz. Peygamber’e vererek onu saklamasını ve toprağın kana dönüştüğü gün Hz. Hüseyin’in şehid olacağını söyler. Hz. Peygamber şişeyi anaya [Ümmü Seleme] verir. Hz. Hüseyin, zehirlendikten sonra yatağa düşen Hz. Hasan’ı ziyarete gider. Hz. Hasan ona dedesi, babası, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’nın rehberliğinde bir bölgeye [Kerbelâ] gideceğini haber verir. O ana kadar üzgün bir halde olan Hz. Hüseyin’in yüzü güler ve o günü kendisine düğün günü ilan eder. [vr. 16a-16b]

Dördüncü bölüm, fî-beyân-ı sebeb-i hurûc-i Hazret-i İmam’dır [19b-25b]. Yahya konuya Yezid’in Utbe’ye Hz. Hüseyin’den biat alması için gönderdiği mektupla başlar. Utbe cevaben, Hz. Hüseyin’in biati kabul etmediğini yazınca Yezid bu defa Hz. Hüseyin’in başının kendisine gönderilmesi için mektup yazar. Bu sırada Kûfe’den İmam Hüseyin’e çok sayıda davet mektubu gelmektedir. Hz. Hüseyin durumu şişe ısmarlanan anaya [Ümmü Seleme] danışır. Ümmü Seleme şişeye bakar ve toprağın kana dönüştüğünü görür, ağlar. Hz. Hüseyin’e Hz. Peygamber’in sözlerini nakleder. Hz. Hüseyin dedesinin kabrine gider ve kabri kucaklayarak ağlar. Bu esnada uyuyakalır ve rüyasında dedesini görür: Hz. Peygamber ona kanlara bulanacağını, babasının, annesinin ve kardeşinin kendisini beklediğini söyler.  Hz. Hüseyin, kendisini bekleyen sonu yaşamadan, bir an önce onlara kavuşmak isteyince Hz. Peygamber ölüm olmadan bu işin olamayacağını söyler ve Allah’tan ona sabır vermesini niyaz eder. Uykusundan uyanan Hz. Hüseyin eve gider ve ev halkını Kûfe’ye doğru yola çıkmak için hazırlar. Neticede yetmiş kişi eşliğinde yola koyulur. Yolda Kûfeli birisine [şair Ferezdâk olsa gerek] rastlarlar. O Kûfe’deki durumu İmam’a haber verir: İmam’ın Kûfe’ye hareket ettiğini haber alan Yezid, Hür’ü bin kişilik bir orduyla oraya göndermiştir. Öğle saatlerinde Kûfe’ye varan ordu etrafa gözcüler yerleştirerek İmam’ı bekler. İmam, Hür ile karşılaşır. Hür, İmam’ın karşısında arz-ı edeb eder, ceza gününden korktuğunu söyleyerek İmam’dan Medine’ye geri dönmesini ister. İmam, Hür’ün isteğini geri çevirir. Yahya, bunlar olurken İmam’ın Mekke’de mi yoksa Medine’de mi olduğu konusunda ihtilaf olduğunu söyler. İmam bilâhare Kûfe’ye adam gönderir [Müslim b. Akîl]. Kûfe’ye giden elçi orada taraftarların otuz beş bin kişi olduğunu haber verince İmam oraya hareket eder. Diğer tarafta Yezid, Kûfelilerin İmam’a destek verdiklerini haber alınca Basra beyinden [Ubeydullah b. Ziyad] önlem almasını ister. Bunun üzerine İbn Ziyad, on sekiz bin asker ile Kûfe’ye hareket eder. Askerler şehrin etrafını sarar. Daha sonra İbn Ziyad, yüzlerini örterek Mekkeli kılığına giren yüz asker ile şehre yaklaşır. Bir münadi göndererek onlara İmam Hüseyin’in geldiğini haber vermesini ister. Bu haberi alan Kûfe halkı İmam’ı karşılamak düşüncesiyle yollara dökülür. Yüzünü nikap ile örten İbn Ziyad, halkın sevinç gösterileri karşısında susarak doğruca tahta çıkar. Huzuruna çıkan temsilcilerin karşısında yüzünü açınca temsilciler şaşırır, birden etrafları çevrilir. Yezid’e yardım etmeyi kabul edenler kurtulurken diğerleri öldürülür.

Beşinci bölümün başlığı; fî beyani hâsılu mâ-vaka’a fi arzı Kerbelâ’dır [vr. 25b-63b]. Yahya Kûfe ile Kerbelâ arasında geçen olaylara değinmez. İmam Kerbelâ’ya ulaşmıştır. Yezid ordusu da oradadır. Yezid, ordusunun komutanı, müellifimizin tabiriyle, Sünnî iken Haricî olan kulların en şerlisi Ömer b. Sa’d’a İmam’dan biat almasını, aksi takdirde başını kendisine getirmesini bildirir. Bunun üzerine İbn Sa’d, İmam’a düşünmesi için son bir fırsat verir. Cuma gecesine rastlayan bu gecede İmam, ashabından dönmelerini ister. Ashabından hiçbirisi dönmeye razı olmaz, İmam’a seve seve yolunda öleceklerini söylerler. İmam ve ashabı yedi gün boyunca orada susuz kalırlar. Yezid ordusundan Ömer, bir an İmam’a yardım etmek, ona su vermek ister. Ama Yezid’in kendisine Rey’i vaat etmesi üzerine vazgeçer.

Savaşın kesinleşmesi üzerine İmam kendisini tanıtır. Nebî’nin torunu olduğunu hatırlatır. Yezid ordusundan birisinin, sen nasıl Nebi torunusun demesi üzerine İmam ona beddua eder, adamı akrep sokar ve hemen oracıkta ölür. Bu sırada Hür, içinde bulunduğu hatayı fark eder ve İmam’ın safına katılıp ilk şehid olur. Daha sonra İmam’ın taraftarları birer birer savaş meydanına çıkarlar ve şehid olurlar. Artık İmam yalnız kalmıştır. Bunu bilen Ömer b. Sad, askerlerini gönderir. İmam, hemen kılıç kuşanıp atına biner. Bu esnada İmam’ın üç oğlu; Ali Asgar, Ali Ekber ve İbrahim, savaş meydanına çıkmak için izin isterler. Önce İmam onlara izin vermez. Ancak ısrar etmeleri üzerine izin verir. Onlar da şehid olurlar. Sonra İmam savaş meydanına çıkar. Susuzluktan dudakları çatlamış olduğu halde bir aslan gibi savaşır, birçok düşman askerini öldürür. Ne var ki yetmiş üç yerinden yaralanan İmam’ın artık gücü kalmamıştır, kalbine saplanan zehirli bir ok onu yere düşürür. İmam’ın yere düştüğünü gören düşman onu ok yağmuruna tutar. Bu sırada atı, İmam’ı yalnız bırakmaz, başında bekler ve ağlar. Bir müddet sonra haber vermek için Medine’ye gider. Atın geldiğini gören Medineliler ağıtlar okumaya başlarlar. Bu sırada ezan okuyan Bilâl de minareden düşüp ölür. İmam’ın yere düşen ve binlerce ok yarası alan bedeninin başına müellifimizin tabiriyle iki it; Şimr ve Sinan, gelir. Şimr, Sinan’dan İmam’ın başını kesmesini ister. Sinan korkar, yapamaz. Bunun üzerine Şimr atından iner ve İmam’ın başını keser.

Bundan sonra Yahya, İmam’ın kesik başı ile tutsakların önce Ömer b. Sad’a, sonra Kûfe’ye, İbn Ziyad’a götürülmesini anlatır. Kûfe’ye vardıklarında Şimr, İmam’ın başını kendi evine götürür ve bir leğençenin içine koyar. Leğençeden nur yükseldiğini gören Şimr’in karısı ona leğençede ne olduğunu sorar. Şimr’in yanıtı üzerine çok müteessir olan kadın, kocasına aşağılayıcı birtakım sözler söyledikten sonra bir köşeye çekilip ağlar. Şimr uyur uyumaz mübarek başın yanına gider, onu kucağına alıp temizledikten sonra o halde uyuyakalır. Rüyasında, birden bire bulutların üzerinden iki ulu hatunun; Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’nın belirdiğini görür. Onların ardından, başlarında Hz. Peygamber’in bulunduğu erkeklerden oluşan bir topluluk gelir. Hepsi başın etrafında toplanıp ağlaşır. Kadın sabah uyanınca Şimr’den kendisini boşamasını, artık bir kâfirle birlikte yaşayamayacağını söyler.

Yahya tekrar Kerbelâ’ya döner ve mucizevî bir olay anlatır. Yezid ordusundan biri, İmam hayatta iken onun kemerine göz dikmiştir. Sırf kemeri alabilmek için savaştan sonra Kerbelâ’ya geri döner. İmam’ın cansız bedenini bulur ve kemeri almak için elini uzatır.  Adamın elini sağ eliyle kavrayınca, adam kurtulmak için İmam’ın elini keser. Bu defa İmam sol eliyle adamı tutar. Adam sol elini de keser. Bu sırada, kanatlı atalara binmiş bir grup nurlu insanın oraya doğru geldiklerini görür ve saklanır. Bu nurlu insanlar, Hz. Peygamber, Hz. Hamza, Hz. Cafer-i Tayyar, Hz. Hasan ve Hz. Ali’dir. Hepsi birden İmam’ın etrafında toplanıp ağlaşır. Hz. Peygamber, İmam’ın başını yerine koyar ve ellerini kimin kestiğini sorar. İmam adamın saklandığı yeri işaret eder. Hz. Peygamber adamı yanına çağırır ve ona suretin değişsin diye bedduada bulunur. O andan itibaren adamın yüzü simsiyah olur.

Yahya tekrar bir kıssaya başlar: Hz. Cafer-i Tayyar’ın [aslında Müslim b. Akîl’in] İbrahim ve Muhammed adındaki iki oğlunun kıssasını anlatır. İbrahim ve Muhammed, savaştan kaçar ve bir nehrin kenarında su alan bir kadından yardım ister. Kadın önce kocasının zalim bir haricî olduğunu, yardım edemeyeceğini söylese de daha sonra onlara acıyıp evine götürür ve saklar. Kadının eve gelen kocası asabî davranır. Kadın kocasına ne olduğunu sorar. Adam İmam’ı öldürdüğünü, ama iki çocuğun elinden kaçtığını söyler. Yezid’in başlarına ödül koyduğu bu iki çocuğu bulamadığından dolayı sinirlidir. Diğer tarafta kilerde saklanan çocuklardan İbrahim rüyasında Hz. Peygamber’i görür ve öldürüleceklerini haber alır. Rüyasını kardeşine anlatınca ikisi birden ağlamaya başlar. Adam onların ağlaşmalarını duyar. Çocuklar kendilerini bulan adama canlarını bağışlaması için ricada bulunurlar. Ama adam Yezid’in vereceği ödülü almak istemektedir. Kölesini çağırıp ondan çocukları öldürmesini ister. Köle kabul etmez ve adamı öldürmeye kalkışır. O sırada eve gelen adamın oğlu, köleye engel olurken adam köleyi öldürür. Bu defa adam oğlundan çocukları öldürmesini ister. Kabul etmeyince adam oğlunu öldürür. Neticede çocukları bizzat öldürmeye karar verir. Büyük olan İbrahim, kardeşinin ölümünü görmemek için önce ölmek ister. Adam önce İbrahim’i öldürür, başını keser ve nehre atar. Ama nehir, İbrahim’in bedenini sürüklemez. Küçük olan Muhammed’in isteği ise kardeşinin kanına bulanmaktır. Adam onun da isteğini kabul eder. Onu da öldürüp, başını keser ve nehre atar. İki kardeşin bedenleri nehirde birlikte hareket eder. Kardeşlerin başları adamın elinde Yezid’in yanına gidinceye kadar Kur’ân okur. Bunu gören Yezid adama ödülü vermez. Kölesine adamı öldürmesini emreder. Köle adamın ellerini arkadan bağlayıp, boynuna ip takarak atın arkasında sürükler. Öldükten sonra onu nehre atmak ister, ama nehir kabul etmez. Bunun üzerine durumu Yezid’e haber verir. Yezid de adamı yakmasını söyler.

Yahya tekrar Kerbelâ’ya döner. Kerbelâ şehidlerinin bedenlerinin kırk gün çölde kaldığını, geceleri çöle nur indiğini, gündüzleri ise aslanların bedenleri beklediğini anlatır.  Bu durum bölgedeki kalelerde oturan halkın dikkatini çeker. Halk, Kerbelâ’ya gidip bedenleri defnetmeye karar verir. Hz. Hüseyin haricindekileri bir yere defnederler. İmam’ın bedenini ise ayrı bir yere defnedip, başucuna ve ayakucuna birer çubuk dikerler. Çubuklar hemen ağaç olur. Sonra kabrin etrafına duvar örüp bir de kapı yaparlar.

Buradan itibaren Kerbelâ tutsaklarının durumu anlatılır. Tutsaklar önce Kûfe’ye götürülür. Kûfe Beyi, halkın ayaklanmasından korkarak on bin kişilik bir ordu hazırlatır. Önce Ömer b. Sad, sonra Şimr şehre girer. Ellerinde süngülere asılmış kesik başlar vardır. Hz. Peygamber hanedanının kızları başları açık bir halde develere bindirilmiştir. Ömer ve Şimr doğruca Ubeyd’in [Ubeydullah b. Ziyad] sarayına giderler. Ubeyd onlardan savaşı anlatmalarını ister. Söz İmam’dan açılınca Ubeyd, İmam’ın başını eline alır. Baştan damlayan bir kan damlası önce Ubeyd’in uyluğunu, sonra tahtı deler, ardından yere damlayıp yeri de deler. Ubeyd’in delinen uyluğu bir türlü iyileşmez, acılar içinde kıvranarak ölür. Kuruyan kan damlası miske dönüşür, kokusu yedi eve ulaşır.

Sonra tutsakları Şam’a, Yezid’e kimin götüreceği tartışılır. Sonunda Ömer, Şimr’i de alarak bir ordu eşliğinde Şam’a hareket eder. Yolda bir manastıra yakın bölgede mola verirler. Onları uzaktan izleyen manastırın rahibi onların üzerine nurun ve meleklerin indiğini görür. Bunun üzerine yanlarına gidip durumu öğrenmek ister. İmam’ın mübarek başının şimşek gibi parladığını görür. Ömer’e bir haceti olduğunu, başlardan birini bir geceliğine istediğini söyler. Ömer, geri getirmesi şartıyla isteğini kabul eder. Rahip, İmam’ın başını almak isteyince karşı çıkar. Ömer, rahibin kırk bin altın vermesi üzerine razı olur. Rahip manastıra döner. Gecenin ilerleyen saatlerinde manastırın içi birden nurla dolar, gündüz gibi olur. Meleklerle birlikte Âdem, Nuh, İbrahim ve İsmail peygamberler ile Hz. Muhammed (s) gelir. Rahip bunu görünce kuşağını [zünnâr] bir kenara atar ve Müslüman olur. Sabah olunca başı geri verip vermemekte kararsız kalır. Bu esnada askerler gelip başı ondan alırlar. O da Ömer’in yanına gidip gece gördüklerini bir bir anlatır, ama Ömer dinlemez ve hareket emri verir.

Ömer ordusu tutsaklarla birlikte Şam’a ulaşır. Yolda askerler onları karşılar. Bir taraftan da halk sevinç gösterileri yapar; üç gün üç gece süren eğlence meclisleri kurulur. Bu esnada başlar süngüde, kadınlar develerde oturmaktadır. Öğleüzeri Yezid’in sarayına girilir.

Bu sırada kısa süreliğine Şam’a gelen Saîd adında bir tüccar, herkes sevinirken üzüntülü bir halde bir köşede oturmuş bir toplulukla karşılaşır. Onlara niçin üzgün olduklarını sorar. Onlar da Saîd’e durumu anlatırlar. Duyduklarına çok üzülen Saîd bir yolunu bulup kadınların olduğu eve gider. Başındaki tülbendini yırtarak başlarını örtmeleri için kadınlara dağıtır. Ancak tülbent Şehribânû’ya [Hz. Zeyneb] yetişmez. Bunun üzerine Saîd ona tam bir tülbent verir.

Yezid, Ömer’i ve Şimr’i över ve onların rütbesini yükseltir. Onların ağzından savaşı dinler. Sonra İmam’ın başını ister. Onu bir leğençenin içine koydurur. Yezid, İmam’ın başına bakarak şöyle der: “Muhammed birçok akrabamın kanını Huneyn Savaşı’nda dökmüştü. Keşke o akrabalarım şimdi burada olsalardı da bu manzarayı görüp düğün etselerdi. Ben bugün Muhammed’den öcümü aldım, ciğerparesinin oğullarını öldürdüm.” Yezid bunları söylerken bir yandan da elindeki sopayla İmam’ın ağzına ve yüzüne vurur.

Bunlara tanık olan İmran adındaki bir Yahudi, Yezid’e başın kimin başı olduğunu sorar. Yezid, İmam’ı tanıtınca İmran, Yezid’i kınar. Kendisinin Davud’un seksen ikinci kuşaktan torunu olduğunu ve Yahudilerin sırf bu yüzden kendisine hürmet ettiklerini söyler. Bu sırada Yezid’in meclisinde bulunanlardan biri tutsak kadınlardan birini ister. Yezid istediğini al diyince o, Ümmü Külsüm’ün elini tutar. Ümmü Külsüm elini çekip kendisinin kim olduğunu hatırlatır. Adam, Ümmü Külsüm’ün sözlerini işitince hemen onu tuttuğu elini keser ve özür diler. Sonra da Yezid’in yanına gidip ona lanet eder.

Yezid kadınlara öne çıkmalarını emreder. Bu sırada kadınlar feryat etmekte, Hz. Peygamber’in, Hz. Ali’nin ve Hz. Hüseyin’in adını tekrarlamaktadırlar. Ümmü Külsüm, Yezid’e hitaben ağır sözler söyler. Yezid, bakışlarını Ali Asgar’a [İmam Zeynelabidin] çevirir. Ondan dilekte bulunmasını ister. İmam Zeynelabidin önce babasının başını ve katilini ister. Yezid katil yerine altın ve makam teklif edince, İmam Zeynelabidin kabul etmez. Onun yerine ertesi gün camide bir hutbe okumak istediğini söyler. Yezid isteğini kabul eder. Ertesi gün İmam Zeynelabidin minbere çıkar. Yezid onu minberde görünce izin verdiği için pişman olur. İmam, Kerbelâ kıssasını başından sonuna kadar anlatır. Dinleyenler ağlamaya, feryat etmeye başlar. Yezid ayaklanma çıkmasından korkar, hemen müezzine ezan okumasını işaret eder. Ezan okunur, namaz kılınır ve halk hiçbir şey olmamış gibi işine döner. Bunun üzerine şehrin üstünü kara bir bulut kaplar, dolu yağar, fırtına kopar; öyle ki halk kıyametin koptuğu hissine kapılır. Allah, bu azap ile şehirdeki yüz bin kişinin canını alır, havadaki kuşlar, denizdeki balıklar ölür. Azabı gören halk, Yezid’e karşı ayaklanır. Bunun üzerine Mervân, Yezid’e tutsakları başka bir yere göndermesini tavsiye eder. Yezid de onları Medine’ye gönderir.

Maktelin altıncı bölümü hâtime fî’l-mevâiz ve’l-münacaât’tır [vr. 63b-66b]. Yahya, burada Hz. Peygamber’in İmam Hüseyin’e olan muhabbetini hatırlatır. Dinleyenlere tek doğru kılavuzun onlar olduğunu, onlara uymak gerektiğini söyler. Tabii Yahya buradan tekrar şeyhi Emir Sultan’a gönderme yapar. Sonra duada bulunur ve maktelini bitirir.

Ertuğrul Ertekin
(Bu yazı, Kıble Dergisi'nin Muharrem Özel Sayısı'nda yayımlanmıştır (Sayı: 35, 2014)

[1] Şeyma Güngör, “Maktel-i Hüseyin”, TDVİA, Ankara 2003, c. 27, s. 455; M. Cevad Sahibî, “Seyr-i Maktel-nigârî”, Kongre-i Beynelmilelî-i Ferheng-i Âşûrâ, Kum 1375/1996, c. 2, s. 263.
[2] Lâmiî Çelebi, Maktel-i Âl-i Resûl, hazırlayan: Ertuğrul Ertekin, İstanbul 2012.
[3] Hatice Liman, “Yahya b. Bahşî ve Menakibu’l-Cevâhir”, İstem, Yıl: 7, Sayı: 13, 2009, s. 308.
[4] Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara 2000, s. 199.
[5] Hatice Liman, agm, s. 309.
[6] Bursalı Mehmed Tahir, age., s. 199.
[7] Bursalı Mehmed Tahir, age., s. 199.
[8] Biz, Yahya b. Bahşî’nin menkıbevî tarzda anlattığı bu üç kıssaya taradığımız kaynaklarda rastlayamadık.
[9] Yahya b. Bahşî’nin sözünü ettiği kanadı kırık meleğin adı Futrus’tur. İbn İdris (ö. 598/1201-02), es-Serair’inde İmam Cafer Sadık’tan (as) şöyle nakleder: “Melek Futrus, durmadan arşı tavaf eden bir melektir. O, bir hususta Allah’ın emrini ağırdan alınca kanadı kırıldı ve bir adaya sürüldü. Hüseyin (as) doğunca Cebrail tebrik etmek için Resullah’ın yanına giderken Futrus onun peşine takıldı. Cebrail ona tebrikte bulunmak için Resulullah’ın yanına gittiğini, isterse kendisini de götüreceğini söyledi. Futrus müspet cevap verince birlikte Resulullah’ın yanına gittiler. Futrus, Resulullah’a parmağını uzatarak ona iltica etti. Resulullah ona kanadıyla Hz. Hüseyin’e dokunmasını söyledi. Melek kanadıyla Hz. Hüseyin’e dokundu ve göğe yükseldi.” Bkz. İbn İdris, es-Serair el-havi li-tahriri’l-fetavi, Kum 1410, c. 3, s. 580. Bu rivayet farklı şekillerde birçok kez nakledilmiştir. Melek Futrus’la ilgili rivayetler hakkında bkz. Muhammed İhsaî Ferlengurdî, “Pejuheşî der Rivayat-i Futrus Melek”, Ulum-i Hadis, Sayı: 34, 1383, s. 68-80.