14 Şubat 2018 Çarşamba

Ehlibeyt Hakkında Nazil Olan Ayetler Açısından Allâme Hıllî ve İbn Teymiyye'nin Görüşlerinin Karşılaştırması

Seyyid Muhammed Hüseyin Musevi Mübelliğ


Allâme Hıllî'nin hayatı ve eserleri 
Kısaca Allâme Hıllî olarak tanınan Hasan b. Yusuf b. Ali b. Muhammed b. Mutahhar 628 yılının Ramazan ayının 27'nci gecesi Hılle şehrinde dünyaya gelmiştir.1 Fazilet ocağında gözlerini dünyaya açan Allâme Hıllî çocukluk çağını babasının ve dayısının özel ilgisi ve eğitimi altında geçirmiştir. Gençliğinde, İslâm dünyasının ünlü kelamcısı Hace Nasırüddin Tusî ile tanışmış ve Tusî'nin vefatına kadar (672) ondan ilahiyat, astronomi, matematik eğitimi almış, İbn Sina'nın bazı eserlerini okumuştur.2
 
Allâme Hıllî kuvvetli bir hafızaya ve güçlü bir kaleme sahipti. Kimi biyografi yazarları Allâme Hıllî'nin eserlerinin çokluğuyla ilgili olarak şöyle yazarlar: “Allâme, yolculuklarında atının üzerinde hareket halindeyken yazmaya devam ederdi.”3
 
Allâme Hıllî kelam, hikmet, kozmoloji, Kur'ân ilimleri, fıkıh, usul alanlarında kitaplar telif etmiş; İbn Sina'nın ve üstadı Nasırüddin Tusî'nin kitaplarını tercüme ve şerh etmiş, arkasında önemli bir külliyat bırakmıştır. Allâme Hıllî'nin fıkıh ilminde on dokuz, hadis ilminde dokuz, tefsir alanında iki, fıkıh usulü üzerine on beş, mantıkta yedi, nahv ve sarf başta olmak üzere Arap edebiyatı sahasında dört, rical ilminde dört kitabı bulunmaktadır. 

Ehlisünnet âlimleriyle dostane ilişkileri 
Merhum Allâme Hıllî Ehlisünnet ulemasıyla dostane ilişkiler kurmuştur. Sünnî âlimlerin saygısını kazanmış, kendisi de şahsiyetine yaraşır biçimde onların birçoğuna ihtiram göstermiştir. Sünnî âlimlerin meclislerine katılmış, taassuptan uzak durarak günlük namazlarını onlarla birlikte beş vakitte kılmıştır. Allâme Hıllî meşhur birkaç Sünnî âlimle münazara meclisi tertiplemiş, samimi meclislerde bir araya gelmiştir.
 
Tefsir müellifi Kadı Beydavî Şirazî (öl. 685) ile mektuplaşmış, mektuplarında kelam, hadis, usul ve fıkıh başta olmak üzere çeşitli disiplinlerde görüş alışverişinde bulunmuştur. Beydavî Allâme Hıllî'ye yazdığı ikinci mektubuna şu cümlelerle başlar:
 
“Efendimiz Cemaleddin! -Allah ömrünü daim etsin- Sen usulde, fıkıhta, hadiste müçtehitlerin imamısın!”4 

Münazaralardaki kabiliyeti 
Allâme Hıllî, Ehlisünnet ulemasıyla iyi ilişkiler kurmakla birlikte onlarla düzenlediği ilmî münazaralarda olağanüstü bir kabiliyete sahipti. Kendi görüşlerini Sünnî ulemanın önünde güçlü ve ilmî delilerle tartışırdı. Onun Ehlisünnet'in dört mezhebinin âlimleriyle dönemin İslâm topraklarının sultanı Hüdabende lakabıyla tanınan Sultan Muhammed'in huzurunda gerçekleştirdiği, sultanın Şiîliğe temayül göstermesiyle sonuçlanan münazara araştırmacılarca çok iyi bilinmektedir.5
 
Bununla birlikte Allâme Hıllî ile İbn Teymiyye arasında bir münazara olmamıştır; her ikisi de birlikte bir ilmî tartışma meclisine katılma eğilimi göstermemiştir. İbn Hacer Askalanî'nin bildirdiğine göre sadece bir kere, o da birisi İbn Teymiyye'nin hakkında söylediği yakışıksız sözleri kendisine hatırlattığında Allâme Hıllî şöyle demiştir: “Söylediklerimi anladığını bilseydim ona mektup yazardım.”6
 
Yine İbn Hacer Askalanî'nin rivayetine göre İbn Teymiyye, Allâme Hıllî'nin Minacü'l-keramet adlı kitabına Minhacü's-sünnet adında bir reddiye yazdığında kitabının bir nüshasını Allâme'ye göndermiş, bunun üzerine Allâme de yukarıda naklettiğimiz sözlerini bir kez daha tekrarlamıştır.7 

İbn Teymiyye hayatı ve görüşleri 
İbn Teymiyye'nin tam adı, künyesi ve lakabı, Ahmed b. Abdülhalim b. Abdüsselam b. Hızır Ebu'l-Abbas Takiyüddin b. Teymiyye'dir.
 
661 yılında Harran'da dünyaya gelen İbn Teymiye 728 yılında Dımaşk'ta vefat etmiştir. İbn Teymiyye, bir yüzyıldan fazla bir süre Hanbelî mezhebinin sancaktarlığını yapan bir aileye mensuptu.
 
İbn Teymiyye, nebilere ve onların nas ile tayin edilen vasilerine, salih velilere tevessülün ve onlardan istiğasede (yardım, himmet istemek) bulunmanın şirk olduğu kanaatindedir. Ona göre şefaat de bir çeşit küfürdür ve kabir ehlini ziyaret etmek, mezarların üzerine bina, kümbet, türbe vb. inşa etmek Cahiliye bidatlerindendir.
 
İbn Teymiyye'ye göre Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nin imametine inanmanın kökeninde Yahudî öğretileri vardır. Dolayısıyla Ehlibeyt İmamları'nın masum olduklarına inanmak da küfürdür. Bununla birlikte İbn Teymiyye, ilahî sıfatlarla ilgili tartışmasında, Allah'a Kur'ân'ın âlemlerin Rabbi'ni münezzeh saydığı, çeşitli fırkalardan İslâm âlimlerinin küfür addettiği birtakım vasıflar yakıştırmıştır.
 
İbn Teymiyye tecessüme inanmış, Allah'ı yaratıklarına benzetmiştir. Şeyh Hanefî Kevserî, İbn Teymiyye'nin Allah'ın sıfatlarına dair inancı hakkında şunları yazar: “İbn Teymiyye açıkça Allah'ın cisim olduğuna inanmaktadır.”8
 
Bu nedenle Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelîlerden oluşan Sünnî fıkıh mezheplerinin önde gelen uleması İbn Teymiyye'yi tekfire kalkışmışlardır. İbn Teymiyye'nin çağdaşı Şeyh Şihabeddin İbn Cehbel Şafiî (ö. 733) İbn Teymiyye'nin küfre yakın itikadıyla ilgili çok sayıda kitap yazmış ve yazılarında açık bir dille onu münazaraya, hatta mübarezeye, çatışmaya davet etmiştir:
 
“Biz onun (İbn Teymiyye'nin) fesad ve inhiraflarının bir biri ardınca açığa çıkarmayı, böylelikle de inadının, dalaletinin ve inhirafının hangi noktaya ulaştığını açıklığa kavuşturmayı ve bu vesileyle de Allah yolunda layıkıyla cihad etmiş olmayı umuyoruz.”9 

Şiîlik karşısındaki taassubu 
İbn Teymiyye Şia'ya karşı mutaassıptı; Şia mezhebine ve Şiî itikadına karşı, barışı asla kabul etmeyen bir inat sergiliyordu.
 
İbn Teymiyye, Şiîliği Yahudi İbn Sebe'nin tesis ettiğini ileri sürer ve Şiî düşüncesinin Yahudi tefekkürünün bir uzantısı olduğuna inanır.10 Şia'ya bilinçsizce Haşbiyye adını verir ve bunu şu şekilde gerekçelendirir:
 
“Şia'ya Haşbiyye denilmesinin sebebi, Şiîlerin Masum İmam'ın gölgesinde olmadıkça, başlarında Masum İmam bulunmadıkça kılıçla cihad etmemeleridir.”11 İbn Teymiyye Şiîlerin aşırı gittikleri, gali ve yalancı oldukları kanaatindedir.12 

Eserleri 
İbn Teymiyye'nin çok sayıda kitabı bulunmaktadır; ancak kitapları incelendiğinde hemen hemen tamamının akaid konusunu ele aldığı görülür. Külliyatı içinde, öteki kitaplarına nispetle en fazla Allâme Hıllî'nin düşüncelerini eleştirdiği Minhacü's-sünnet adlı eserinde Müslümanların, Şiîlerin, hatta Peygamber'in ocağında yetişen Ehlibeyt'in inanç değerlerine saygısızlık eder.
 
İbn Hacer Askalanî'nin bildirdiğine göre İbn Mutahhar Hıllî Minhacü'l-kerame fi isbati'l-imamet'inde kelamî ve aklî delillerin yanı sıra Ehlisünnet'in hadis mecmualarında (sahih ve sünen kitapları) nakledilen muteber hadislere dayanarak Ehlibeyt İmamları'nın imametini ispat ettiğinde İbn Teymiyye bir reddiye yazmaya karar vermiş ve uzun uğraşlar sonunda hacimli kitabı Minhacü's-sünneti'n-nebeviyye fi nakdi kelami'ş-Şia ve'l-Kaderiyye'yi yazmıştır.13 

Tartışmalı ayetlere toplu bakış 
Allâme Hıllî iki kitabında, Keşfü'l-hak ve nehcü's-sıdk ve Minhacü'l-kerame fi isbati'l-imamet'inde yüzü aşkın Kur'ân ayetinin ve bazı surelerin Ehlibeyt'in şanında, Hz. Peygamber'in itretininin yüce makamının beyanında nazil olduğunu yazar. İbn Mutahhar Hıllî, bu ayetlerin ve surelerin bir kısmının özelde Hz. Fatıma'nın, bir kısmının ise genelde Ehlibeyt'in makamıyla ilgili olduğu kanaatindedir. Bu konuda nazil olan vahye aşağıdaki ayetleri ve sureleri örnek verebiliriz:
* Kevser Suresi, Hz. Fatıma'nın şanında nazil olmuştur.
* İnsan Suresi, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve hizmetkârları Fizze hakkındadır.
* Asr Suresi, Ehlibeyt hakkındadır.
* Tathir ayeti (Ahzab, 33), Mübahele ayeti (Âl-i İmran, 61) ve “Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı.” (Bakara, 37) ayeti Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkındadır.
* Velayet ayeti (Mâide, 55) ve tebliğ ayeti (Mâide, 67) ile “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim.” (Mâide, 3), “İnsanlardan öylesi de var ki Allah'ın rızasını elde etmek için canını satar.” (Bakara, 207) ve “Ben seni insanlara imam kılacağım.” (Bakara, 124) ayetleri gibi başka onlarca ayet de Hz. Ali'nin şanındadır. 

Deliller 
Ehlibeyt'in şanında nazil olan söz konusu ayetlerin nüzul sebebiyle ilgili görüş bildirirken Allâme Hıllî Ehlisünnet kaynaklarını esas almıştır. Bir sonraki bölümde ele alacağımız üzere Allâme Hıllî, Sünnî kaynaklardan ayeti tefsir eden veya ayetin nüzul sebebini bildiren bir rivayet naklettiğinde “müfessirler icma etmişlerdir”, “muhaddisler icma etmişlerdir”, “müfessirler ayetin şu konuda nazil olduğu noktasında icma etmişlerdir”, “cumhurun nakline göre” gibi ifadeler kullanmıştır.
 
İbn Teymiyye de İbn Mutahhar Hıllî'nin görüşlerini tenkit ederken ümmet ulemasının icmasına, müfessirlerin icmasına ve muhaddislerin icmasına istinat eder.
 
Bu yüzden her birinin birbiriyle çelişen görüşlerini temellendirirken icmaya başvurması veya delil gösterilen bir hadisin birinin altı sahih kitapta (sıhah-i sitte) bulunduğunu, öbürünün bulunmadığını iddia etmesi meseleleri uzun boylu bir araştırmayı gerektirir. Bu kısa makalede iki tarafın ileri sürdüğü görüşleri tek tek ele almak mümkün olmayacağından birkaç örnek üzerinde yoğunlaşacak, daha sonra genel bir değerlendirmeyle Allâme Hıllî ile İbn Teymiyye arasında ilmî hakemlikte bulunmak için Ehlisünnet âlimlerinin görüşlerini ele alacağız. 

Örnek ayetlerin incelemesi

Velayet ayeti: “Şüphesiz sizin veliniz, yalnızca Allah, Resulü ve namazı hakkıyla yerine getiren ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.” (Maide, 55)
 
Bu ayet-i kerimeye, Kur'ân araştırmacılarınca Velayet Ayeti adı verilmiştir; müfessir ve muhaddislerin birçoğu da ayeti bu isimle anarlar. Sayıca az olan bazı görüş sahipleri ise “zekât ve yüzük” ayeti demeyi uygun bulmuşlardır.
 
Ulemanın kahir ekseriyeti ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğu noktasında Şia'nın ve Ehlisünnet'in icma ettiği kanaatindedir. Müfessirler ve muhaddisler, sonu Hz. Peygamber'in sahabesine uzanan çeşitli isnad zincirleriyle ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu ispatlamışlardır.
 
Allâme Hıllî de, İmamî ulemayı takip ederek, velayet ayetinin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğunun kesinlik kazandığını ifade etmiş, ayeti Hz. Ali'nin imametinin ispatında bir dayanak olarak kullanmıştır.
 
Allâme Hıllî ayetin nüzul sebebinin meşhur oluşuyla ilgili olarak şunları yazar: “İslâm uleması ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunda icma etmişlerdir. Hz. Ali'nin namaz kılarken sahabenin huzurunda yüzüğünü bir miskine sadaka verdiği, bunun üzerine ayetin nazil olduğu rivayeti altı sahih kitapta da nakledilmiştir.”14
 
Başka bir yerde şöyle yazar: “Müfessirler ‘Şüphesiz sizin veliniz Allah…' diye başlayan ayette kastedilenin Hz. Ali olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Nitekim Hz. Ali, rükû halindeyken yüzüğünü sadaka vermiş, bunun üzerine de bu ayet nazil olmuştur. Bu konuda bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.”15
 
İbn Teymiyye farklı kitaplarında Hz. Ali'nin namaz esnasında sadaka verdiği, bu olay üzerine de ayet nazil olduğu rivayetini tekzip etmiş ve bu görüşünü ulemanın icmasına ve görüş birliğine dayandırmıştır. Mukaddime fi usuli't-tefsir'inde şunları yazar: “Namaz esnasında Ali'nin sadaka verdiği rivayeti ulemanın görüş birliği ettiği üzere mevzudur, uydurmadır.”16
 
Aynı kitabın bir başka yerinde ise şöyle der: “Şüphesiz ilim ehlinin icmasına göre bu rivayet mevzudur, uydurmadır.”17
 
İbn Teymiyye, velayet ayetinin nüzul sebebine dair bu görüşünü ilk kitaplarında dile getirmiştir. İlerleyen zamanda Allâme Hıllî'nin güçlü delilleriyle karşı karşıya kalınca saygısızlık edip onun Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığını iddia etmiş ve velayet ayetinin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğunu yadsıyan sözler sarf etmiştir:
 
“İbn Mutahhar Kur'ân'ı kimsenin tahrif etmediği denli tahrif etmiştir. Mesela o, ‘Şüphesiz sizin veliniz Allah…' ayetinin namaz esnasında yüzüğünü sadaka veren Ali hakkında nazil olduğunu iler sürür. Bu, en büyük batıl iddialardandır. Bilakis ilim ehli bu ayetin Ali'nin şanında nazil olmadığında icma etmiştir ve de Ali'nin namaz esnasında hiçbir zaman sadaka vermediğinde icma etmiştir. Ayrıca ilim ehli, naklolunan sıfatın Ali hakkında uydurulan yalanlardan biri olduğu konusunda da icma etmiştir.”18
 
İbn Teymiyye amiyane bir tavırla Allâme Hıllî'nin ayetin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğuna dair rivayetin nakledildiği çok sayıdaki kaynağı inkâr eder. Bütün bu kaynaklar arasından sadece Salebî'nin Tefsir'ine işaret eder ve onun zayıf bir kaynak olduğunu yazar:
 
“İbn Mutahhar'ın Salebî'nin Tefsir'inden naklettiği rivayetlere gelince; muhaddisler Salebî'nin Tefsir'inde birtakım mevzu, uydurma hadisleri naklettiğinde icma etmiştir. Bu yüzden hadis âlimi Beğavî, Tefsir'ine uydurma hadisleri almamış ve Salebî'nin kitabına aldığı bidat ehline ait yorumları da iktibas etmemiştir.”19
 
Beğavî hakkında şunları da ekler: “O, hadis âlimidir ve bu tür uydurma rivayetleri nakletmez.”20
 
İbn Teymiyye Beğavî'nin yanı sıra Taberî'den de övgüyle söz eder. Ona göre Taberî Tefsir'inde sahih ve ispatlı isnada sahip hadisleri bir araya getirmeye gayret ettiğinden, velayet ayetinin Ali'nin şanında nazil olduğu rivayeti gibi uydurma hadisleri kitabına almamıştır.21
 
Başka bir kitabında Taberî'nin doğruluğundan şöyle söz eder: “İnsanların elinde dolaşan tefsirler arasında en sahih olanı Muhammed b. Cerir Taberî'nin Tefsir'idir. O, selefin sözlerini ispatlı isnadlarla nakletmiştir. Kitabında bir bidat bulunmadığı gibi Mukatil ve Kelbî gibi yalancılıkla itham edilmiş zevattan da hadis nakletmemiştir.”22 

İbn Teymiyye'nin görüşlerinin tenkidi 
Allâme Hıllî'nin tezleri ve İbn Teymiyye'nin karşı görüşleri topluca değerlendirildiğinde İbn Teymiyye'nin sözlerinde birtakım çelişkiler göze çarpar.
 
İbn Teymiyye velayet ayetinin nüzul sebebine dair rivayet bağlamında Taberî ve Beğavî'den övgüyle söz etmiş, Selebî'nin ise bu konuda uydurma rivayetlere yer verdiğini yazmıştır. Hâlbuki inzar hadisesiyle ilgili rivayetlerde bu kez onayladığı bu iki raviyi uydurma hadis nakletmekle suçlamıştır:
 
“İnzar hadisi kimi tefsir kitaplarında naklolunmuştur. Fakat bunlar sahih rivayetler değildir. Mesela Salebî, Vahidî, Beğavî ve hatta İbn Cerir Taberî ve İbn Ebi Hatem'in tefsirlerinde uydurma rivayetler bulunur. Rivayetlerin bu tefsir kitaplarında ayrı ayrı nakledilmiş olması sıhhatlerine delalet etmez.”23
 
Görüldüğü üzere İbn Teymiyye bir yerde Beğavî ve Taberî'yi överek, başka bir yerde aynı iki ismi yererek açık bir çelişkiye düşmüştür.
 
İbn Teymiyye'nin bir başka çelişkisi ise şudur: Haklarında onlar zayıf rivayetleri kitaplarında nakletmezler dediği Taberî ve Beğavî'den Taberî Tefsir'inde -İbn Teymiyye'nin deyimiyle- ispatlı, sahih isnadla Hz. Ali'nin namaz esnasında sadaka verdiğine ve velayet ayetinin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğuna dair rivayeti beş ayrı tarikten24; Beğavî ise muhtelif tariklerle25 nakletmiştir. 

Allâme Hıllî ve İbn Teymiyye'nin görüşlerini icmaya dayandırmaları 
Daha önce de ifade edildiği üzere Allâme Hıllî ve İbn Teymiyye iddialarını ispatlama sadedinde icmaya başvurmuşlardır. Buna göre bizim gerçekten bir icmanın söz konusu olup olmadığını, varsa bu icmanın hangisinin iddiasını doğruladığını araştırmamız gerekmektedir.
 
Müfessirlerin ve muhaddislerin görüşlerine geçmeden önce rivayetin sahabî ravileri hakkında bilgi vermemiz uygun olacaktır.
 
Ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayetin ravileri,İbn Abbas, Ebu Zer, Ammar b. Yasir, Cabir b. Abdullah, Ebu Rafi, Enes b. Malik, Seleme b. Kuheyl, Abdullah b. Selam, Mikdad b. Esved Kindî, Ömer b. Hattab, Osman b. Affan, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Sad b. Ebi Vakkas, Talha b. Abdullah, Halil b. Merre ile Hz. Ali'nin kendisidir.
 
Muhaddislerin her biri de Hz. Ali'nin namaz esnasında sadaka vermesiyle ilgili rivayeti kendi hadis ve tefsir kitaplarında doğrudan sahabeden nakletmişlerdir.
 
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Taberî rivayeti beş farklı tarikle, İbn Teymiyye'nin itimat ettiği bir başka müfessir Beğavî ise çeşitli tariklerle nakletmişlerdir.
 
Bu ikisi dışında rivayeti nakleden başka muhaddisler de vardır. Mesela Vahidî26,Carullah Zemahşerî27, Fahreddin Razî28, Salebî29, Müslim30, Buharî31, Ahmed b. Hanbel32, İbn Esir33, Hatib, İbn Merdeviye, Ebu's-Suud34, Nesefî35, Beydavî36, Suyutî37, Şevkanî38 ve Alusî39 bu rivayeti nakletmişlerdir.
 
Şevkanî, Hz. Ali'nin namaz esnasında sadaka vermesiyle ilgili rivayeti naklettikten sonra ayetin nüzul sebebiyle ilgili şunları yazar:
 
“Hatib, el-Müttefik ve'l-müteferrik'te bu hadisi İbn Abbas'tan nakletmiş ve ayetin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğunun sahih olduğunu yazmıştır. Abdürrezzak, Abd b. Hamid, İbn Cerir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdeveyh rivayeti İbn Abbas'tan nakletmişlerdir ve İbn Abbas, ‘Ayet, Ali'nin şanında nazil olmuştur.' demiştir.”38
 
Ebu'ş-Şeyh ve İbn Merdeveyh de Ali b. Ebi Tâlib'den benzer bir rivayet nakletmişlerdir.39 Alusî ise şöyle yazar: “Muhaddislerin çoğunluğu bu ayetin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğunda hemfikirdir.”40 Daha sonra ayetin nüzul sebebine dair rivayeti uzun uzadıya nakleden Alusî Tefsir'inde de aynı rivayeti nakletmiştir: “Velayet ayeti Ali'nin şanında nazil olunca, o esnada mescitte bulunan Hassan b. Sabit konuyla ilgili bir şiir inşat etti.”41
 
Ahmed b. Hanbel Fezailü's-sahabe'de ve İbn Esir Camiü'l-usul'de ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu teyit etmişlerdir.42
 
Büyük Sünnî âlim Haskanî Şevahidü't-tenzil'inde bu konuda yirmi sekiz rivayet nakletmiştir. İsnadında yer alan ravilerin altısının; Hz. Ali, Ammar, Ebu Zer, Mikdad, Cabir ve İbn Abbas, sahabenin ileri gelenlerinden olduğu görülür.43
 
Vahidî Esbabü'n-nüzul'ünde iki tarikle44, İbn Kesir Tefsir'inde altı tarikle45, Suyutî Dürrü'l-mensur fî tefsiri'l-Kur'ân bi'l-mesur'unda yaklaşık yirmi tarikle46 rivayeti nakletmişlerdir.
 
Fahreddin Razî şunları yazar: “Bu ayetin nüzulü esnasında Abdullah b. Selam'ın şöyle dediği rivayet edilir: Ey Allah Resulü! Ben Ali'yi rükû halindeyken yüzüğünü bir fakire sadaka verirken gördüm. Şu halde biz onun velayetini kabul ediyoruz.”47
 
Allâme Eminî de ayetin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğunu bildiren altmış altı Sünnî muhaddise, kaynak ve isim zikrederek kitabında yer vermiştir.48
 
Allâme Tabatabaî el-Mizan fî tefsiri'l-Kur'ân'da şöyle yazar: “Ahmed, Nesaî, Taberî, Taberanî, Abd b. Hamid başta olmak üzere rivayet tefsirinin imamları ve ayrıca başka hadis âlimleri ve hafızları, birbirlerini reddetmeksizin (rivayet üzerinde) görüş birliği etmişlerdir. Kelamcılar da hadisin sadır olduğunu kabul etmişlerdir. Fakihler ise rivayeti namazda fazladan bir amel işlemek meselesinde ve tatavvu (nafile) sadakasının zekât sayılıp sayılmayacağı tartışması bağlamında nakletmişlerdir.”49
 
Merhum Ayetullah Maraşî Necefî de velayet ayetinin Hz. Ali'nin şanında nazil olduğuna dair rivayeti otuz bir ayrı kaynaktan nakletmiştir.50
 
Allâme Seyyid Şerefüddin Âmilî ise şunları kaydeder: “Ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğu hususu müfessirlerin icma ettikleri bir husustur ve bu icma Ehlisünnet'in büyük uleması tarafından nakledilmiştir. Söz gelimi İmam Kuşçu Tecrid'e yazdığı şerhin imamet babında bu görüşü nakletmiştir.”51
 
Son olarak Seyyid Murtaza da, “Nakil ehli rükûda zekât verenin Ali olduğunda ittifak etmiştir,” diye yazmaktadır. 

Mübahale ayeti: "Kim sana gelen bilgiden sonra seninle bu konuda tartışırsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra mübahele edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lanet dileyelim.” (Âl-i İmran, 61)
 
Ayet-i kerime farklı açılardan incelenebilir. Biz burada incelememizi Hz. Peygamber'in yoldaşları konusuyla başlatıyoruz. 

Hz. Peygamber'in Mübahale Olayı'ndaki yoldaşları 
Şiî müfessirler ittifakla, Sünnî müfessirlerin ise çoğunluğunun, ezcümle Beydavî, Nişaburî, Bursevî, Hakkı, Suyutî, Fahreddin Razî ve İbn Kesir'in bildirdikleri üzere Mübahele ashabı, Hz. Peygamber'in mübaheledeki yoldaşları dört kişiydi (Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin).52 

Mübahelenin Ehlibeyt'in üstünlüğüne delalet etmesi 
Allâme Hıllî, Kisa Ashabı'nın Mübahele'de Hz. Peygamber'e yoldaşlık etmesini ve onlar hakkında ayet nazil olmasını Ehlibeyt'in faziletlerinden biri olarak yorumlamıştır:
 
“Müfessriler, ‘oğullarımız' ile kastedilenin Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, ‘nefislerimiz' ile kastedilenin Hz. Ali olduğunda icma etmişlerdir. Şu halde Allah, Hz. Ali'yi Hz. Muhammed'in nefsi, kendisi olarak nitelemiştir ve bundan murat Hz. Ali ile Hz. Muhammed'in nefsî (ruhsal) birliğidir. Kendisi liyakat sahibi olan kâmil biriyle eşit olan kimsenin kendisi de kâmil ve liyakat sahibidir. Ve bu ayet, Efendimiz Müminlerin Emiri'nin yüce makamına delalet eder; çünkü Allah, Hz. Ali'yi Hz. Peygamber'in nefsiyle bir tutmaya hükmetmiş ve onu dua etmede (mübahele) Hz. Peygamber'e yardımcı atamıştır. Allah'ın Elçisi'ne duada ondan yardım istemesini, ona tevessül etmesini emretmesinden daha üstün bir fazilet hangisidir? Böyle bir mertebe kime nasip olmuştur?”53
 
İbn Teymiyye ise Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'nın, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in Hz. Peygamber'e Mübahele'de yoldaşlık etmesini bir fazilet olarak algılamaz:
 
“Mübahele Olayı'nda Ehlibeyt adına bir fazilet görmüyoruz. Hz. Peygamber'in onları mübahele için çağırmasının onların faziletli olmasıyla bir ilgisi yoktur. Onları çağırmasının nedeni, mübaheleye yakınların katılması geleneğidir. Şayet Hz. Peygamber Ebu Bekir ile Ömer'i mübaheleye çağırmış olsaydı duasına daha çabuk ve daha yaraşır bir biçimde icabet olunurdu.”54
 
İbn Teymiyye burada mübaheleye davetin Hz. Peygamber tarafından değil de Allah tarafından yapıldığını tamamen unutmuştur. Bu gafletiyle birlikte üstüne üstlük Hz. Peygamber'e bir de yol haritası çizmeye çalışmış; akrabalarının yerine Ebu Bekir ile Ömer'in mübaheleye davet etmediği için ima yoluyla Efendimize serzenişte bulunmuştur. Başka bir yerde şöyle yazar:
 
“İbn Mutahhar, Hz. Peygamber tarafından mübaheleye Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in davet edilmesi hadisesinden, onların sahabenin geri kalanına üstün oldukları sonucunu çıkarma gayretine girmiştir. Hâlbuki bu hadise asla bir fazilete delalet etmez. Ben defalarca Rafızîlerin Cahiliye'deki gibi Ehlibeyt'in sahabeye üstün olduğunu ispatlamaya çalıştıklarını söyledim.”55
 
Görüldüğü üzere İbn Teymiyye, Allâme Hıllî'ye Ehlibeyt'in faziletini ispat etmesinden dolayı muhalefet etmektedir. Nitekim İbn Hacer bu gerçeği ortaya çıkarmış ve şöyle yazmıştır: “İbn Teymiyye'nin İbn Mutahhar'ı küçük görmesinin altında Ali'ye küçümsemesi yatmaktadır.”56
 
Doğrusu İbn Teymiyye de Ehlibeyt'e olan husumeti gizleme telaşında değildi. Minhacü's-sünnet'te şöyle yazar: “Âl-i Resul'ü önceleme düşüncesi Cahiliye düşüncesidir. Ehlibeyt de kendi liderlerini başkalarına öncelerdi.”57
 
Aynı eserinin bir başka yerinde bu düşüncenin Yahudî tefekküründen kaynakladığını ileri sürer: “Şia, imametin Ali oğulları dışında birine yaraşmayacağını ileri sürer. Yahudîler de hükümet Davud ailesi dışında birine yaraşmaz, der.”58
 
Hz. Peygamber'in Allah tarafından Ehlibyet'ini mübahelede yanına almakla görevlendirilmesi onlar için bir fazilet midir, değil midir? İmdi bu konuyu ele alacağız. Bunu yaparken de önce Ehlisünnet âlimlerinin görüşlerini ele alacak, ardında İmamî âlimlerin görüşlerine geçeceğiz.
 
Daha önce bir kısmının isimlerini andığımız Ehlisünnet müfessirlerinin ve muhaddislerinin büyük çoğunluğu mübahele ayetinin Ehlibeyt'in faziletine delalet ettiği kanaatindedir.
 
İbn Hacer es-Savaikü'l-muhrika'da Darekutnî'den şöyle nakleder: “Müminlerin Emiri şura günü şöyle buyurdu: ‘Sizi Allah'a ant veriyorum, söyleyin! Aranızda Hz. Peygamber'e, onu kendisiyle bir tuttuğu, oğullarını kendi oğulları, eşini de kendisine en yakın kadın diye nitelediği benden daha yakın kimse var mıdır?'Cevabında, ‘Aramızda kimse Peygamber'e senden daha yakın değildir,' dediler.”59
 
Zemahşerî ise şöyle yazar: “Kisa Ashabı'nın faziletine en güçlü delil mübahele ayetidir.”60
 
Alusî Ruhu'l-maani adlı tefsirinde şunları kaydeder: “Ayetin Hz. Peygamber'in Ehlibeyti'nin faziletine delalet ettiği noktasında hiçbir mümin tereddüt etmez. Nasıbîlerin ayetin Ehlibeyt'in faziletine delalet etmediği zannı, bir hezeyandan ibarettir, şeytanla temasın göstergesidir.”61
 
Müslim Sahih'inde62 ve İbn Hacer de es-Savaik'inde63 Allah tarafından seçilmiş olmayı bu beş kişinin (Kisa Ashabı) faziletinin en büyük delili saymışlardır.
 
İmam Şafiî Metalibü's-suul adlı kitabında Gadir-i Hum Hadisesi'ni incelerken Hz. Ali'nin liyakati babında çok sayıda ayet ve hadise istinat etmiştir. Mübahale ayetine de değinen İmam Şafiî ayetin somut örneğinin, mısdakının bu beş kişiye özgü oluşunu Hz. Ali ve Ehlibeyt'in faziletinin en önemli delili saymıştır.64
 
“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” hadisini ele alan İmam Şafiî şunları yazar: “Bil ki ‘Ben kimin mevlası isem…' hadisi Allah'ın ‘nefislerimizi ve nefislerinizi' ayetinde buyurduğu sırlardandır. Daha önce de ifade edildiği üzere burada maksat, Ali'nin müminler üzerindeki velayetidir. Çünkü Allah, Hz. Peygamber'in nefsiyle Ali'nin nefsini bir tutmuş, her ikisini de Hz. Peygamber'e izafe olunan zamirle bir araya getirmiştir. Hz. Peygamber bu hadisinde, kendi nefsinin müminler üzerindeki velayeti bağlamında ispata kavuşturduğu şeyi Ali'nin nefsi açısından da ispatlamıştır. Şu halde Ali, müminlerin efendisidir. Mümkün olan her manada müminlerin efendisi olarak Peygamber için sabit olan faziletler aynı manada Ali için de sabit olmuş olur. Bu faziletler, benzersiz bir mertebeyi, yüksek bir dereceyi, yüce bir makamı işaret eder ve Allah, bunları gayrisine değil de yalnızca O'na tahsis etmiştir. Böylelikle bu gün (Gadir günü) onun (velayetin) bayramı olmuştur ve onun (Ali'nin) dostları için sevinç gününe dönüşmüştür.”65
 
Ebu Nuaym İsfahanî Hilyetü'l-evliya'sında sahih isnadla şöyle bir rivayet nakleder: “Ali yanına gelince Hz. Peygamber: ‘Ey Müslümanların efendisi ve muttakilerin imamı merhaba!' buyurdu.”66
 
Devamında şöyle yazar: “Müslümanların efendiliği ve muttakilerin imamlığı Hz. Peygamber'e özgü sıfatlardır. Allah, Ali'nin nefsini Peygamber'in nefsi diye nitelemiş ve Ali'yi Peygamber'in sıfatlarıyla övmüştür.”67
 
Fahreddin Razî Tefsir'inde mübahele ayetinin Kisa Ashabı'na mahsus olduğunu ve bunun iki hususta delil sayılacağını yazar: a) Ehlibeyt'in faziletinin en önemli delilidir. b) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber'in oğullarıdır.68
 
İkinci husus bağlamında Fahreddin Razî bir başka ayete daha istinat eder: “Bu hususu vurgulayan bir başka ayet Enam Suresi'nin 84'üncü ve 85'inci ayetleridir; şöyle buyrulur: ‘Onun soyundan Davud, Süleyman, Eyyub… Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı…' Açıktır ki burada Hz. İsa annesi vasıtasıyla Hz. İbrahim'e nispet edilmiştir; babası vasıtasıyla değil. Bu da kimi zaman insanın kızının oğullarını kendi oğulları gördüğünü ispatlamış olur.”69
 
Şiî ulema, Ehlibeyt mektebinden ilhamla, Mübahele Olayı'nı ve bu olayla ilgili olarak İtret'in şanında nazil olan ayet-i kerimeyi Ehlibeyt'in faziletlerinden ve imtiyazlarından biri sayarlar. el-İhticac'da Hz. Ali ile Ebu Bekir arasında geçen konuşma nakledilir:
 
“Allah'a ant olsun ki ey Ebu Bekir! Hz. Peygamber, mübahalede yanına beni, eşimi ve oğullarımı mı yoldaş aldı, yoksa seni, eşini ve oğullarını mı? Seni, eşini ve oğullarını, dedi.”70
 
İmam Ali b. Musa er-Rıza'da Memun'un meclisinde İtret'in diğer ümmete, topluluklara faziletini ispat sadedinde bu ayete istinat etmiştir. İmam'a Allah'ın Kitabında “istifa (seçme)” kavramını tefsir edip etmediği sorulduğunda “Evet, açık bir biçimde on iki farklı şekilde tefsir etmiştir” cevabını vermiş, üçüncüsüne geldiğinde şöyle buyurmuştur:
 
“Üçüncüsü; Allah yarattıkları arasından temiz olanları seçip Elçisi'ne seçilmişlerle birlikte Necran ehliyle mübahaleye gitmek üzere hazırlanmasını emrettiğinde ‘Kim sana gelen bilgiden sonra seninle bu konuda tartışırsa de ki…' buyurmuştur.”
 
Orada bulunan âlimler ayette geçen nefis sözcüğü ile başkasının değil, bizzat Hz. Peygamber'in kastedildiğini söylediklerinde ise İmam Rıza şöyle buyurmuştur:
 
“Kastedilen Ali b. Ebi Tâlib'dir. Bunun da delili, Hz. Peygamber'in Beni Velia Olayı'nda buyurduğu şu sözdür: ‘Onlara kendim gibi birini göndereceğim.' Bu sözde kastedilen Ali b. Ebi Tâlib idi. Bu yüzden ayette Peygamber'in nefsi ile kastedilen de Ali'dir ve ayetteki ‘oğullarımızdan' maksat da Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'dir. ‘Kadınlarımız' sözüyle de Hz. Fatıma kastedilmiştir. Çünkü ayette belirtilen özellikler onlara uymaktadır. Bu, kendilerinden sonra hiçbir insanoğluna nasip olmamış bir fazilet ve hiç kimsenin bu hususta kendilerine takaddüm edemediği bir şereftir. Nitekim Hz. Ali, Hz. Peygamber'in nefsi olarak tanıtılmıştır.”71
 
Şeyh Müfid de İmam Ali b. Musa er-Rıza'dan mübahale bağlamında Hz. Ali'nin büyük fazilete sahip olduğuna dair bir rivayet nakletmiştir.72

Tathir ayeti: “Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzap, 33)
 
Birçok müfessir ve muhaddise göre Allah tarafından Ehlibeyt'in tertemizliğine işaret olunan tathir ayeti, Hz. Peygamber'in yanı sıra Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e şâmil olmaktadır; başka hiç kimseyi değil! Ehlisünnet ulemasından ayetin sadece bu beş kişiyi kapsadığı görüşünde olanlar şunlardır:
 
1. Hakim Haskanî, Şevahidü't-tenzil, c. 2, s. 10-192 (rivayetlerin isnadını zikretmiştir).
2.  Celaleddin Suyutî, Dürrü'l-mensur, c. 5, s. 5-198 (rivayetleri farklı tariklerle nakletmiştir).
3. Tahavî, Müşkilü'l-asar, c. 1, s. 237-332.
4. Hafız İbn Hacer Heysemî, Mecmaü'z-zevaid, c. 9, s. 121-146.
5. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 23, c. 4, s. 107.
6. İbn Hacer, es-Savaikü'l-muhrika, s. 85.
7. Muhammed b. Cerir et-Taberî, Tefsir, c. 22, s. 5-7.
8. Nesaî, Hasais, c. 4.
9. Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek ala's-Sahiheyn, c. 2, s. 416.   
Yukarıda isimleri zikredilen müellifler bu konuda çok sayıda rivayet nakletmişlerdir. Biz burada sadece Ümmü Seleme'nin rivayetini nakletmekle yetineceğiz.
 
“Bu ayet nazil olduktan ve Kisa Ashabı'na bu müjde verildikten sonra, ‘Ya Resulullah! Ben de Ehlibeyt'ten olabilir miyim?' diye sordum. Hz. Peygamber, ‘Sen hayır üzeresin. Onlar benim Ehlibeyt'imdir, sen ise benim eşimsin.' buyurdu.”73
 
Müşkilü'l-asar'ında Ümmü Seleme'den bu rivayetin farklı bir varyantını da nakleden Tahavî'nin rivayetinde aşağıdaki cümleler de yer alır:
 
“Ümmü Seleme: Hz. Peygamber'in cevabında, ‘Evet, bu topluluğa katılabilirsin!' demesini ne çok isterdim. Evet demesi benim için güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha değerli olurdu, dedi.”74 

Tathir ayetinin Ehlibeyt'in faziletine delalet etmesi 
Müfessirlerin cumhuru icma üzere bu ayetin Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in şanında nazil olduğunu belirtmişlerdir. Ebu Abdullah Muhammed b. İmran Merzbanî Ebu Himra'nın şöyle dediğini rivayet eder: “Ben dokuz, on ay Hz. Peygamber'in hizmetkârlığını yaptım. Hz. Peygamber her sabah Hz. Ali'nin (evinin) kapısına omzunu yaslayıp ‘Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!' demeden evinden asla çıkmazdı. Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de cevabında, ‘Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun ey Allah Resulü!' derlerdi. Sonra Hz. Peygamber ‘Namaz! Allah size rahmet etsin. Allah, sizden her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' derdi. Yalan söylemek bir çeşit pisliktir ve (Müslümanlar arasında) Ali'nin hilafet iddiasında bulunduğu ve onun bu iddiasında doğru olduğu noktasında ihtilaf yoktur.”75
 
Bu açıklamadan iki önemli husus ortaya çıkmaktadır: Birincisi, bu ayet, mübahele ayeti gibi sadece Kisa Ashabı'nı şamil olmakta, onlar dışında bir akrabayı veya eşi kapsamamaktadır. İkincisi, ayet Ehlibeyt'in faziletinin ve Hz. Ali'nin imametinin delilidir.
 
İbn Teymiyye erken dönem yazılarında tathir ayetinin yalnızca Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e delalet ettiğini yazmıştır:
 
“‘Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' ayeti Hz. Peygamber'in işaretiyle sadece Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e şâmil olur. Allah Hz. Peygamber'in Ehlibeyt'inden her türlü pisliği gidermek ve onları tertemiz kılmak istediğinde Hz. Peygamber Ehlibeyt'inin en yakınlarını ve kendi havasından olan efradı yanına çağırdı. Bu efrat da Ali, Fatıma ve cennet gençlerinin iki efendisi (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) idi. Sonra Allah iki emri onlarda cem etti: Onlar için tertemiz olmayı ve Hz. Peygamber'in kemâl duasını hükmetti.”76
 
İbn Teymiyye'nin yukarıdaki ifadelerini Minhacü's-sünnet'ten önce yazdığı Hukuku Âli'l-Beyt'ten alıntıladık. Minhacü's-sünnet'inde ise, her ne kadar ayetin Kisa Ashabı hakkında nazil olduğunu inkâr etmese de, ayetin Ehlibeyt'in faziletine delalet ettiğini kabul etmez.
 
Minhacü's-sünnet'te şöyle yazar: “Allah'ın bu kelamı (tathir ayeti) yalnızca Allah'ın Ehlibeyt'in tertemizliğini irade etmesine ve Hz. Peygamber'in onların tertemizliği için dua buyurmasına işaret eder. Ayet, Allah'ın onları gerçekten de tertemiz kıldığı anlamına gelmez; bilakis bu, onların tertemiz olmakla görevlendirildiklerini gösterir. Allah'ın onları tertemiz kılmadığının, onların tertemiz olmakla görevlendirildiğinin göstergesi olan delillerden biri Sahih'te naklolunan rivayettir. Bu rivayete göre Hz. Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin için bir çadır kurmuş, ardından ‘Ey Allahım! Bunlar benim Ehlibeyt'imdir. Her türlü pisliği onlardan uzaklaştır ve temizliğin en üst mertebesinde onları tertemiz kıl!' buyurmuştur. Bu rivayeti Müslim Sahih'inde Âişe'den, sünen müellifleri ise Ümmü Seleme'den nakletmişlerdir.”77
 
İbn Teymiyye'nin ifadelerinden onun tathir ayetini Ehlibeyt'in faziletine bir delil olarak görmediği anlaşılmaktadır. Onun iddiasına göre Allah, Ehlibeyt'in tertemizliğini haber vermemiş, tersine onlara temizliğe riayet etmeyi emretmiştir. Ayetin muhtevası ve Müslüman âlimlerin görüşleri çerçevesinde ayet-i kerimenin gerçekten Ehlibeyt'in faziletine delalet edip etmediğini araştırmamız yerinde olacaktır.
 
Ayetin nüzul sebebine dair rivayetleri -Şiî ve Sünnî Kur'ân ilimleri âlimlerine, muhaddislere ve müfessirlere, sahih ve sünen müelliflerine göre tevatürle nakledilen bu rivayetlere göre ayet Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i işaret etmektedir- bir kenara koyarak ayetin muhtevasını incelediğimizde, hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde ayetin Ehlibeyt'in şanında olduğu ve Allah'ın onları tertemiz kılma iradesini beyan ettiği ortaya çıkmaktadır.
 
İbn Teymiyye'nin Allah'ın bu ayette Ehlibeyt'in tertemizliğinin, taharetinin gerçekleştiğini haber vermediğine dair ifadeleri âlimliğe yakışmayan bir iddiadır! Ayrıca bu iddia onun ayetin manasına teveccüh etmediğini ve önceki kitabı Hukuku Âli'l-Beyt'te yazdıklarıyla çeliştiğini göstermektedir. Elbette İbn Teymiyye'nin çelişkisi yalnızca bu konuyla sınırlı değildir; makalemizde yer yer onun başka çelişkili iddialarına da değindik.
 
Âlimane bir bakışla değerlendirildiğinde ayetin Ehlibeyt'e herhangi bir yükümlülük yüklemediği, aksine Allah'ın Ehlibeyt'i tertemiz kılma iradesini haber verdiği görülür.
 
“Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzap, 33)
 
Yukarıda ifade edilenlerden şu sonuca varabiliriz: İbn Teymiyye, ayetin yalnızca Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i kapsadığını inkâr edip başkalarını bu fazilete ortak etmiş olsaydı bu, onun için ayetin Ehlibeyt'in faziletini ispat eden yönünü inkâr etmekten daha kolay olurdu. 

İki görüş çerçevesinde Ehlisünnet'in hakemliği 
Yukarıda söz konusu ettiğimiz tartışma, Allâme Hıllî ile İbn Teymiyye arasında görüş ayrılığına sebebiyet veren ayetlerden bir tanesidir. İmdi İbn Teymiyye'nin ayetle ilgili görüşlerini Minhacü's-sünnet adlı kitabında yayımladıktan sonra Ehlisünnet ulemasının bu konuda ne söylediğini ele alacak, bunu yaparken de önce Sünnî ricâl âlimlerinin Allâme Hıllî hakkındaki düşüncelerine, sonra İbn Teymiyye'nin Allâme Hıllî'nin görüşlerine yönelttiği tenkitleri nasıl değerlendirdiklerine işaret edeceğiz. 

Sünnî ricâl âlimlerinin Allâme Hıllî hakkındaki görüşleri 
Şiî ve Sünnî biyografi yazarlarının, rical âlimlerinin ve hadis ulemasının eserleri incelendiğinde onların Allâme Hıllî'den saygıyla söz ettikleri görülür. Bu yazar ve âlimlerin her biri Allâme Hıllî'yi ona yaraşır lakaplarla anmışlar, ilim, ahlak ve güvenilirlik açısından onu övmüşlerdir.
 
İmdi ulemanın bu konudaki yazılarından örnekler nakledelim.
 
Sünnî ulemadan Allâme Hıllî'nin çağdaşı Safedî şöyle yazar: “O (Allâme Hıllî), imam ve allâmedir ve fen sahibidir. Çok sayıda eseri vardır. Hayattayken meşhur olmuştur. Kelamda ve aklî ilimlerde imamdı, öncüydü. Atının üzerinde hareket halindeyken bile yazmaya devam ederdi. Davranışlarında mülayimdi, güzel ahlaklıydı ve durmadan Allah'ın zikriyle meşguldü.”78
 
Muhammed Hüseyin Zehebî ise şunları yazar: “Şeyh Hıllî, allâmedir, güvenilirdir ve çok sayıda kitabı vardır.”79
 
İbn Hacer şöyle yazar: “O, Şiîlerin âlimi, rehberi ve yazarıdır. Beden temizliğinde ve manevî arılıkta bir örnekti. Eserleri o hayattayken meşhur oldu. Allah'ı çokça zikrederdi, güzel ahlaklıydı.”80
 
Allâme Hıllî'nin çağdaşı rical âlimi İbn Davud ise şöyle yazar: “O, taifenin (Şia'nın) şeyhi, zamanının allâmesi, tahkik ve tetkik ehliydi. Çok sayıda kitabı bulunur. Uzun süre Şiîlerin aklî konularda ve aklî olmayan konularda rehberliğini yapmıştır.”81
 
İbn Teymiyye'nin biyografisini yazan Abdülmecid ise Allâme Hıllî hakkında şunları yazmıştır: “O, İmamiyye'ye göre taifenin şeyhi ve mutlak (tartışmasız) allâmesiydi. O hayattayken başka kimseye bu lakap (Allâme) verilmemiştir. Ona ayetullah da denilmiştir; onun zamanına kadar hiç kimse için bu lakap kullanılmamıştı.”82
 
Emir Seyyid Mustafa Teferrüşî Nakdü'r-ricâl adlı kitabında şunları yazar: “Kendi kendime Allâme Hıllî hakkında bir şey yazmamaya karar vermiştim; çünkü onun ilminin, yazdığı eserlerin, sahip olduğu faziletlerin, hakkında söylenen övgü dolu sözlerin kitabıma sığmayacağını düşünmüştüm.  Gerçekten de o, insanların iyilikleri ve faziletleri hakkında övgüyle söylediklerinden çok daha fazlasına sahiptir.”83 

Ehlisünnet ulemasına göre İbn Teymiyye 
İlim mahfillerinde meşhur olmuş her insan için düşman ve dost bulmak mümkündür. Başka bir ifadeyle ona katılan veya muhalefet edenler bulunur.
 
İbn Teymiyye, Allâme Hıllî'nin görüşlerini çürütmek ve Ehlibeyt'in faziletlerini, bilhassa Ehlibeyt'in şanında nazil olan ayetleri inkâr etmek için Minhacü's-sünnet adlı kitabını yazdıktan sonra dostlarının büyük çoğunluğunu kaybetti. Onun Şia karşısındaki sert tutumunu savunan birkaç kişi de Ehlibeyt hakkında söylediklerinden rahatsızdı. İbn Teymiyye'yi Hz. Ali'ye karşı cephe almakla suçluyorlardı. İmdi dostlarının İbn Teymiyye hakkında söylediklerine değineceğiz. 

İbn Teymiyye'nin Minhacü's-sünnet'i yazmasını olumlu karşılayanlar 
Ehlisünnet âlimleri arasında sadece iki kişi Minhacü's-sünnet hakkında olumlu görüş bildirmiştir: Ali b. Abdülkafi Sübkî Şafiî ve İbn Hacer Askalanî.
 
Bu iki zat güvenilir ve faydalı bir kitap olduğu için Minhacü's-sünnet'i olumlu karşılamamıştı; nitekim her ikisi de kitabı tenkit etmiştir. Aynı şekilde bu iki zat Allâme Hıllî'nin ilmî şahsiyetinde, takvasında, dindarlığında ve ahlakında bir eksiklik gördükleri için de İbn Teymiyye'nin kitabını olumlu karşılamamışlardı; nitekim İbn Hacer bir rical âlimi olarak Allâme Hıllî'nin şahsiyetinden defalarca övgüyle söz etmiştir. Mezhebî taassuplarından, Allâme Hıllî'nin Ehlibeyt mektebinin tarafında olmasından ve Ehlibeyt'in imametini ispat etme gayretinden dolayı İbn Hacer ve Sübkî, İbn Teymiyye'nin böyle bir kitap yazmasını memnuniyetle karşılamışlardı. Bununla birlikte, inanç konularındaki görüşlerinden, Ehlibeyt'e saygısızlığından, hadisleri tahrif etmesinden ve rivayet uydurup sahih rivayetleri zayıfmış gibi göstermesinden ve Allâme Hıllî hakkında aşırıya kaçan kötü sözler söylemesinden dolayı müellifi tenkit etmişlerdir.
 
Sübkî Minhacü's-sünnet'i müellifinin ölümünden sonra okumuştur. O, birkaç beyit yazarak Allâme Hıllî'yi Şiîliğinden ötürü hicvetmiş, onun görüşlerini reddeden hacimli bir kitap yazdığından dolayı da İbn Teymiyye'yi övmüştür. Daha sonra Minhacü's-sünnet'te yer yer görülen münharif görüşleri tenkit etmiştir.84
 
İbn Hacer Askalanî de Minhacü's-sünnet'i eleştirmiş, müspet ve menfi açıdan kitabı incelemiştir:
 
“İbn Teymiyye'nin İbn Mutahhar Hıllî'nin kitabına yazdığı reddiye olan Minhacü's-sünnet'i okudum. Sübkî Şafiî'nin de ifade ettiği gibi kitabı bir reddiye olarak faydalı buldum. Fakat İbn Teymiyye reddiyesinde fazilet sahibi âlimlerimizin baştan beri istinat ettiği ve hâlâ istinat etmekte oldukları, sahih ve sünen müelliflerinin naklettikleri, isnad açısından sahih kabul edilen birçok hadise kuşkuyla yaklaşmıştır.”85
 
İbn Hacer Askalanî'nin yukarıda alıntıladığımız ifadelerinden İbn Teymiyye'nin İbn Mutahhar'ın görüşlerini çürütme sadedinde yazdığı eserinde sahih, meşhur, dolayısıyla da mütevatir rivayetlere kuşkuyla yaklaştığı anlaşılmaktadır.
 
Ricâl âlimi olan, ravileri iyi bilen biri olarak İbn Hacer'in sahih olan ve olmayan rivayetleri bildiği muhakkaktır. Şu halde onun bu açıklamasından İbn Teymiyye'nin sırf Allâme Hıllî'nin görüşlerini çürütebilmek için sahih rivayetleri tahrif etmekten çekinmediği anlaşılmaktadır.
 
İbn Teymiyye aynı amaçla Ehlibeyt'in faziletlerini de tıpkı sahih rivayetler gibi inkâr etmiştir. Nitekim İbn Hacer Askalanî şöyle devam eder:
 
“İbn Teymiyye, İbn Mutahhar Hıllî'nin iddialarını çürütebilmek için öyle mübalağalı bir yol izlemiştir ki bu da Ali'nin küçük görülmesine neden olmuştur.”86
 
Görüldüğü üzere İbn Teymiyye, kendisini haklı göstermek uğruna, Hz. Peygamber'in ilminin ve hikmetinin varisi, Şia'nın Masum İmamları'nın öncüsü Müminlerin Emiri Ali'yi küçük göstermeye çalışmıştır. 

İbn Teymiyye'nin Sünnî muhalifleri 
İbn Teymiyye'nin düşünceleri ve kitabı yayılmaya başladıktan sonra Sünnî ulema arasında ona muhalefet edenler ortaya çıktı. Bu muhalefet günden güne şiddetleniyordu. Sünnî ulemanın İbn Teymiyye'ye yönelik muhalefeti fetva ve kitap yayımlamak, hutbe vermek ve nasihatte bulunmak biçimlerinde gündeme geliyordu.
 
Muhalefetin kaynağı din kaygısıydı; ulema din için kaygılanmayı kendileri ve başkaları için farz biliyorlardı. İbn Teymiyye'nin hayatında başlayan muhalefet günümüze kadar devam etmiştir.
 
İmdi muhtelif dönemlerden İbn Teymiyye muhaliflerinin görüşlerini aktarmak yerinde olacaktır.
 
Sekizinci yüzyılda İbn Teymiyye'ye karşı çıkan meşhur ulema arasında Kadı İzzeddin b. Cemaat, İmam Muhammed Yafiî, İmam Kemaleddin Zemlekanî, Kadı Ebu Bekir Ahnayî, Takiyüddin Sübkî, İmam Ebu Hayyan ve Şeyh Muhammed b. Süleyman Kürdî'nin isimlerini saymak mümkündür.87
 
Muhalefet İbn Teymiyye'nin hayatta olduğu zamandan sekizinci yüzyıla kadarki dönemle sınırlanamaz; sonraki dönemlerde de, on ikinci yüzyıla değin, ilmî muhalefet ve cidal devam etmiştir.
 
Dokuzuncu yüzyılda İbn Teymiyye'ye muhalefet eden ulema şunlardı: İmam Ebi Bekr Husaynî Dımaşkî, Kadı Ebu Davud Hanefî, İmam Ebu Şakir Şatî, Kadı Hamüddin Halebî, İmam Nureddin Nablusî ve İbn Hacer Askalanî.88
 
Onuncu yüzyılda muhalefetin dozunu artırarak görüş bildiren Sünnî âlimler ise şunlardır: Nureddin Sehmudî Şafiî, İmam İbn Hacer Heysemî, Molla Ali Kari Hanefî, Kadı Ebu Ömer Rabadî, İmam Ebu Bekir Şamî Hanefî, Kadı Celaleddin Durî Şafiî ve Aynüddin Muhammed b. Ali Hanbelî.89
 
On birinci yüzyılın İbn Teymiyye'nin düşünce ve görüşlerine muhalefet eden uleması ise şunlardır: İmam Ahmed Şihabeddin Hanefî, Ziyaüddin Ali b. Ahmed Bekrî, Amidüddin Ebu Bekir Cebelü'n-nuri, Kadı Ebu Gıyas Hamdanî Hanefî, İmam Ebu Abdullah Dihlevî Şafiî, İmam Ebu'l-ilm Şafiî Belhî, İmam Zeynüddin Hanefî Mervizî ve Abdürrauf el-Münadi eş-Şafiî.90
 
On ikinci yüzyılda İbn Teymiyye'nin düşünceleriyle mücadele eden meşhur âlimler ise şunlardır: İmam Zerkanî Malikî, Kadı Ebu Sehl Sicistanî, Kadı Ebu Davud Bağdadî Hanefî, Ebu Safur İskenderî Şafiî, Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed Zerkanî, Kadı Celilülkadr Nimruzî ve İbn Hibbe Kufî.91
 
On üçüncü yüzyılın muhalif ulemasına gelince şu isimleri zikretmek mümkündür: İmam Muhammed Sübkî Şafiî, Adudüddin Hasan b. Riyah Basrî, Ebu Muhammed Ali b. Davud Basî, İbn Ömer Taftî Hanefî, Allâme Seyyid Muhammed Hüseyin Kazvinî, Seyyid İbrahim Rufaî, Seyyid Ali Naki Hindî ve Mir Hamid Hüseyin Hindî.92
 
Son olarak on dördüncü yüzyılda İbn Teymiyye'nin görüşlerini tenkit edip Vahhabîlikle mücadele eden âlimler şunlardır: Mekke Müftüsü Seyyid Ahmed b. Zeynî Rahlan, Şeyh Mustafa Şatî Hanbelî, Ebu Hamid b. Merzuk Şamî, Abdülgani Hammade ve İstanbullu Şeyh Hüseyin Hilmi. 

İbn Teymiyye karşıtı kitaplar 
İbn Teymiyye'ye muhalefeti göstermenin ve onun görüşlerinden uzak olunduğunu bildirmenin en yaygın yolu kitap yazmaktı. Bu nedenle İbn Teymiyye'nin hayatta olduğu dönemden itibaren bugüne değin onun görüşlerini reddeden çok sayıda kitap yazılmıştır.
 
İmdi Ehlisünnet âlimlerinin kaleminden çıkan reddiyelerin bir kısmına değineceğiz.
 
Dr. Abdullah Muhammed Salih şöyle yazar: “İslâm âlimleri tarih boyunca İbn Teymiyye'nin görüşlerini tenkit edip çürüten iki binden fazla kitap ve risale yazmışlardır. Fakat farklı nedenlerden ötürü (yazar bu nedenlere kitabında değinmiştir) bu kitap ve risalelerin büyük kısmı yok olmuş, yalnızca başlıkları günümüze ulaşmıştır. Bununla birlikte, bu külliyattan günümüze dört yüz kitap ve risale ulaşmıştır ve bunların yazma nüshaları Kalküta'dan Londra'ya dek çeşitli ulusal kütüphanelerde, özel koleksiyonlarda ve şahsî kütüphanelerde dağınık halde bulunmaktadır. Fakat ne yazık ki Müslümanların gafleti ve kimi malî sorunlar yüzünden teknoloji çağı olan çağımızda bile bu eserleri yayımlamak mümkün olamamaktadır.”93
 
Dr. Salih kitabından bu kitapların 410 tanesinin isimlerini müelliflerinin adı, telif tarihi, yayımlanmışsa baskı tarihiyle birlikte kaydetmiştir.
 
“Bu kitapların birçoğunu doğrudan okuma şansı buldum. Edinemediklerimi ise güvenilir kaynaklarda haklarında verilen bilgilerden yola çıkarak tanıma fırsatı buldum. Din âlimleri ve duyarlı Müslümanlar bu kitapları başta Urduca, İngilizce, Türkçe ve Farsça olmak üzere çeşitli dünya dillerinde kaleme almışlardır. Fakat kitapların büyük çoğunlu Arapçadır.” 94
 
Dr. Salih, İbn Teymiyye'nin kitabına yazılan ve henüz yazma halinde duran reddiyelerin muhafaza edildiği kütüphaneler hakkında da bilgi verir:
 
“Bu kitaplar için en zengin kaynak Hindistan'daki Kalküta Kütüphanesi ile İstanbul'daki Merkezî Kütüphane'dir.” 95
 
Ansiklopediler ve ricâl kitapları günümüze ulaşan reddiyeler hakkında bilgi vermektedir:
 
“Hacı Halife diye meşhur Mustafa Kâtip Çelebi Keşfü'z-zünun an esami'l-kutub ve'l-fünun'unda İbn Teymiyye ve bilhassa kitabı Minhacü's-sünnet aleyhinde kaleme alınan yetmişten fazla kitap hakkında doğrudan veya dolaylı olarak bilgi verir.97 Ömer Rıza Kehhale Mücemü'l-müellifin'inde, Hayreddin Ziriklî el-İlam'ında, Ömer Abdüsselam el-Muhalefetü'l-Vahhabiyye li'l-Kur'ân ve's-Sünnet'inde, Halid b. Merzuk et-Tevessül bi'n-Nebi ve's-salihîn'inde İbn Teymiyye'nin görüşlerini tenkit eden yüzü aşkın matbu ve yazma kitap hakkında bilgi bulunmaktadır.” 96 

İbn Teymiyye aleyhinde yazılmış en eski kitaplar 
Sünnî ulema tarafından Minhacü's-sünnet'i yazdıktan sonra İbn Teymiyye aleyhinde yazılan ilk kitap çağdaşı Muhammed Ahnayî tarafından kaleme alınan el-Makalatü'l-arziyye fi'r-reddi alâ İbn Teymiyye adlı kitaptır.
 
Muhammed Ahnayî, İbn Teymiyye'nin bilhassa Minahcü's-sünnet'inde dile getirdiği görüşlerini delillere dayanarak ayrıntılı bir biçimde tenkit etmiş, onun görüşlerinin birçoğunu İslâm'a aykırı kabul edilemez iddialar olarak nitelemiştir.
 
Muhammed Ahnayî'nin kitabı İbn Teymiyye'nin eline ulaştığında o, er-Red ala'l-Ahnayî adında bir kitap yazmış ve orada Ahnayî'yi tekfir edip onunla ve benzerleriyle cihadın farz olduğunu ileri sürmüştür.98
 
Makalatü'l-arziyye ve onlarca benzeri kitap İbn Teymiyye'ye komşu olan, İslâm toprakları içerisinde bulunan bölgelerde yazılan kitaplardır. Bunun yanı sıra bir de İslâm toprakları dışında yazılmış reddiyeler vardır.
 
Hindistanlı araştırmacı Mahna Enver'in ifadesine göre bu bölgede İbn Teymiyye aleyhine yazılmış en eski kitap Dekenli bir grup âlim tarafından yazılmıştır ve bu kitap bugün Kalküta Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.99
 
Bu konudaki ikinci belge Hindistan ulemasının Timurlu padişahı Ekber Şah'a yazdıkları 964 tarihli mektuptur:
 
“Bizim açımızdan kâmil yakîn ve kesin burhanla sabit olmuştur ki, bugün ihtilaf ve tefrika kaynağı olan meslek bazı yerlerde İbn Teymiyye mesleği diye meşhur olan meslektir. Bu meslek, kelimenin gerçek anlamında bir mezhep hüviyetine sahip olmasa da, öyle iddialar ileri sürmektedir ki, zihinlerde bilinen İslâm mezheplerinin hepsinden daha yüce olduğu inancı doğurmaktadır. Ayrıca öteki İslâm mezheplerine bağlı olanları da bidatçilikle suçlamaktadır. Bu meslekte olanlar, öteki mezheplere mensup olanlara karşı acımasız ve haşindir. Özellikle de Şiîlere karşı böyledirler; sanki asıl amaçları Şiîlere düşmanlık etmektir…”
 
“Bu mesleğin kurucusu Şam ahalisindendir. Ahmed b. Abdülhalim adındaki bu zat İbn Teymiyye diye meşhurdur. Bu zat, Minhacü's-sünneti'n-nebeviyye adında birkaç ciltten oluşan hacimli bir kitap yazmış ve orada besmelenin ba'sından temmet'in ta'sına kadar Şiîleri zemmedip onlarla alay etmiştir. Hak ve insaf terazisinde değerlendirecek olursak bu kitap Şiîlere yönelik haksız suçlamalarla doludur. Şiîlerin avamının amelleri onların inanç esasları gibi gösterilmiştir. Müellif kitabında Şiîlere karşı öylesine dizginlenemez bir düşmanlık sergilemektedir ki, bunun sonucunda kimi zaman Hz. Ali'nin bilinen faziletlerini inkâr etme, hatta o yüce insana saygısızlık etme cüretinde bulunmaktadır. Hz. Peygamber'e en yakın olan insanı Şiîlere sonsuz bir öfke ve nefret besleyenden başkası bu şekilde yargılayamaz! Söz konusu mesleğin de kurucusu olan bu müellif kitaptaki tartışmasının ardından Şiîliği İslâm mezhepleri dairesinin dışına çıkarmaktadır. Bu, mezhep imamlarının ve güvenilir ulemanın hiçbirinin ileri sürmediği bir iddiadır.”100
 
Ömer Baytar'ın el-Asarü'l-halide adlı kitabında bildirdiğine göre bu konuda Mısır'da yazılan ilk eser 716 tarihli bir risaledir. Risalenin bir bölümü aktarıyoruz:
 
“Bu zaman diliminde bu şehre büyük bir fitne ve bela musallat olmuş, Müslümanların kalplerini gam ve kederle doldurup yaralamıştır. Musallat olan bu fitnenin en bariz örneği, Müslümanların hakikat üzere olan inançlarına hücum eden, Rububiyetin mukaddes sahasına, nübüvvetin yüce makamına, Ehlibeyt'in ve sahabîlerin mertebelerine yakışmayan sözlerin ve görüşlerin yayılmasıdır.101 İslâm ilimlerinden ve sahih dinî inançtan nasiplenmediği ortada olan bu sözlerin sahibin (İbn Teymiyye kastediliyor) Allah'ı maddi cisimler gibi duyulur bir cisim addetmiş; Nebi'nin mucize ve kerametlerini, yaranının ve ashabının faziletlerini inkâr etmiş; mezhep imamlarını alaya alarak onlara haksız suçlamalarda bulunmuş; Hz Peygamber'in sünnetlerini münkir olmuş; Müslümanların mubah ve müstehap amellerini bidat saymış ve böylelikle Müslümanlar arasında tefrika icat ederek avamın inancında tezelzüle sebep olmuştur… Biz, şerî vazifemiz gereğince Müslümanları bilinçli olmaya, bu şeytanî telkinlere itibar etmemeye ve şeytanî vesveselerden uzak durarak ilahî ipe ve sünnete sımsıkı sarılmaya çağırıyoruz.”101 

Minhacü's-sünnet'e muhalefet eden Şiî ulema 

Aslında müellifinin kişisel duyguları ve ukdelerini yansıtan Minhacü's-sünnet sadece Sünnî Müslümanların öfke ve taassup ateşini körüklemedi; Şiî Müslümanların da kalplerini derinden yaraladı. Şiî ulema da İbn Teymiyye'yi tenkit eden çok sayıda reddiye yazdı. Bu reddiyelere aşağıdaki kitapları örnek verebiliriz:
1. Seyyid Mehdi Kazvinî, Minhacü'ş-şeriat fi'r-reddi alâ Minhacü's-sünnet (telif tarihi: 1318)

2. Seyyid Siraceddin Hüseyin b. İsa el-Yemanî, İkmalü'l-minnet fi nakzi Minahü's-sünnet.
3. Seyyid Mehdi Şekveran Kazımî, Minhacü'ş-şeriat fi reddi İbn Teymiyye.
4. Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Minhacü'r-reşad.
5. Muhammed Hüseyin Kazvinî, el-Berahinü'l-celiyye.
6. Şeyh Muhammed Necefî, ed-Davetü'l-İslâmiyye.
 
Merhum Allâme Eminî el-Gadir'inde ve Merhum Muzaffer Delailü's-sıdk'ında Minhacü's-sünnet'i tenkit etmişlerdir.
 
Hepsinden önemlisi bizzat Allâme Hıllî'nin Minahcü's-sünnet hakkında söyledikleridir. İbn Hacer şöyle rivayet eder:
 
“İbn Mutahhar övgüye değer bir ahlaka sahipti. Minhacü's-sünnet'i okuduğunda, ‘İbn Teymiyye benim ne söylediklerimi anlamış olsaydı ona cevap verirdim,' demiştir.”102 

Minhacü's-sünnet hakkında son değerlendirme 
Buraya kadar Minhacü's-sünnet'i inceledik ve muhalif ve muvafık olan ulemanın eser hakkındaki görüşlerini naklettik. Neticede kitapta itikadî konularda ve bu konun dışındaki tartışmalarda birtakım münharif görüşler ileri sürüldüğünü tespit ettik. Tespitlerimizi birkaç maddede özetleyebiliriz:
 
1. Kur'ân'ın manevî tahrifi: İbn Teymiyye Kur'ân'dan yaptığı alıntılarda ayetlerin başını veya sonunu hazfetmekte, böylelikle de seçtiği ayetin iddiasına ve amacına uygun göstermeye çalışmaktadır. Öte yandan ayetlerin nüzul sebebine dair rivayetleri de arzusuna denk düşmediği takdirde tahrif edebilmektedir.
2. Ehlibeyt ile ilgili ayetlerin nüzul sebebine dair rivayetleri tahrif etmektedir.
3. Rivayetleri tahrif etmektedir.
4. Müslümanların inançlarından kaynaklanan değerlerine karşı çıkmakta, kitabında nebilere, velilere, salih kullara tevessülü, onlardan yardım dilemeyi (istiğase)şirk addetmekte ve kıyamet gününde şefaatin olacağını inkâr etmektedir. Kabir ehlini ziyaret, nebilerin, Ehlibeyt'in, velilerin ve salihlerin kabirleri üzerine mescit, kümbet, türbe vb. inşa etmeyi bidat saymaktadır.
 

Son notlar:
1. İbnü'l-Verdî, Tarih, c. 2, s. 398.
2. Allâme Hıllî, Nehcü'l-hak ve keşfü's-sıdk, s. 9.
3. Saib Abdülmecid, İbn Teymiyye: Hayatuhu ve Akaiduhu, s. 200.
4. Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, c. 5, s. 401.
5. İbnü'l-Verdî, age., c. 2, s. 381.
6. İbn Hacer Askalanî, ed-Dürerü'l-kamine, c. 2, s. 71.
7. İbn Hacer Askalanî, Lisanü'l-mizan, c. 2, s. 317.
8. Şeyh Hanefî Kevserî, Talikü'l-Kevserî fi zeyli'l-esma ve's-sıfat li-Beyhakî, s. 31.
9. Saib Abdülmecid, age., s. 125.
10. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 1, s. 2.
11. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c.1, s. 8.
12. İbn Teymiyye, Tevessül ve'l-vesile, s. 86.
13. İbn Hacer Askalanî, ed-Dürerü'l-kamine, c. 2, s. 26.
14. Allâme Hıllî, Nehcü'l-hak ve keşfü's-sıdk, s. 172.
15. Allâme Hıllî, Keşfü'l-murad, s. 368.
16. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usuli't-tefsir, s.31.
17. İbn Teymiyye, age., s. 36.
18. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 2, s. 90.
19. İbn Teymiyye, age., c. 2, s. 90.
20. İbn Teymiyye, age., c. 2, s. 90.
21. İbn Teymiyye, age., c. 2, s. 90.
22. İbn Teymiyye, Mukaddime fi usuli't-tefsir, s.51.
23. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 4, s. 80.
24. Taberî, Tefsir, c. 4, s. 186.
25. Beğavî, Mealimü't-tenzil, c. 2, s. 272.
26. Vahidî, Esbabü'n-nüzul, s. 114.
27. Carullah Zemahşerî, Tefsirü'l-Keşşaf, c. 1, s. 649.
28. Fahreddin Razî, Tefsiru Kebir, c. 12, s. 26.
29. Salebî, Tefsiru Kebir, (elyazması) ilgili ayet.
30. Ahmed b. Hanbel, Fezailü's-sahabe, c. 2, s. 678.
31. İbn Esir, Camiü'l-usul, c. 9, s. 478.
32. Ebu's-Suud, Tefsir, c. 2, s. 52.
33. Nesefî, Tefsir, c. 1, s. 420.
34. Beydavî, Tefsir, c. 1, s. 272.
35. Celaleddin Suyutî, Lübabü'n-nukul, s. 93.
36. Şevkanî, Fethü'l-kadir, c. 2, s. 53.
37. Alusî, Ruhu'l-maani, c. 6, s. 167.
38. Şevkanî, age., c. 2, s. 53.
39. Şevkanî, age., c. 2, s. 53.
40. Alusî, age., c. 6, s. 167.
41. Alusî, age., c. 6, s. 167.
42. İbn Hanbel, age., c. 2, s. 678, hadis no: 1158; İbn Esir, age., c. 9, s. 478, hadis no: 6502.
43. Haskanî, Şevahidü't-tenzil, c. 1, s. 209.
44. Vahidî, age., s. 133.
45. İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'âni'l-azim, ilgili ayet.
46. Suyutî, Dürrü'l-mensur, c. 3, s. 104-106.
47. Fahreddin Razî, age., c. 12, s. 26.
48. Allâme Eminî, el-Gadir, c. 3, s. 56.
49. Allâme Tabatabaî, el-Mizan, c. 6, s. 25.
50. Kadı Nurullah Şuşterî, İhkakü'l-hak, talik: Ayetullah Maraşî Necefî, c. 2, s. 392-408.
51. Allâme Şerefüddin Âmilî, el-Müracaat, s. 157.
52. Beydavî, Tefsir, c. 1, s. 261.
53. Allâme Hıllî, Nehcü'l-hak ve keşfü's-sıdk, s. 177.
54. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, c. 2, s. 188, c. 4, s. 35.
55. İbn Teymiyye, age., c. 4, s. 35.
56. İbn Hacer Askalanî, Lisanü'l-mizan, c. 2, s. 319.
57. İbn Teymiyye, age., c. 3, s. 269.
58. İbn Teymiyye, age., c. 1, s. 6.
59. İbn Hacer Heysemî, es-Savaikü'l-muhrika, s. 124 (Allâme Meclisi, Biharu'l-envar, c. 35, dipnot'tan nakledilmiştir).
60. Zemahşerî, el-Keşşaf, c. 7, s. 370.
61. Alusî, age., c. 3, s. 190.
62. Müslim, Sahih, c. 2, s. 180.
63. İbn Hacer Heysemî, age., s. 92.
64. Kemalüddin b. Talha Şafiî, Metalibü's-suul, s. 16.
65. Kemalüddin b. Talha Şafiî, Metalibü's-suul, s. 16.
66. Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyetü'l-evliya, c. 1, s. 61.
67. Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyetü'l-evliya, c. 1, s. 61.
68. Fahreddîn Razî, Tefsiru Kebir, c. 8, s. 81.
69. Fahreddîn Razî, Tefsiru Kebir, c. 8, s. 81.
70. Tabersî, el-İhticac, c. 1, s. 118.
71. Şeyh Saduk, Uyunu Ahbari'r-Rıza, c. 1, s. 231; Seyyid Şerif Razi, Hakaikü't-tevil, s. 230.
72. Bkz. Şeyh Müfid, el-Fusulü'l-muhtara, s. 38; Allâme Meclisî, Biharu'l-envar, c. 35, s. 257.
73. İbn Kesir, Tefsir, c. 3, s. 485; ayrıca makalede sözü edilen kaynaklara bakınız.
74. Tahavî, Müşkilü'l-asar, c. 1, s. 426.
75. Allâme Hıllî, Nehcü'l-hak ve keşfü's-sıdk, s. 173.
76. İbn Teymiyye, Hukuku Âli'l-Beyt, s. 12.
77. İbn Teymiyye, Minhacü's-sünnet, s. 117.
78. İbn Hallikan, el-Vafi bi'l-Vefeyat, c. 3, s. 79.
79. Muhammed Hüseyin Zehebî, Zeylü'l-iber, c. 4, s. 77.
80. İbn Hacer Askalanî, Lisanü'l-mizan, c. 2, s. 317.
81. İbn Davud, Rical, c. 8, s. 466.
82. Saib Abdülmecid, İbn Teymiyye: hayatuhu ve akaiduhu, s. 203.
83. Teferrüşî, Nakdü'r-rical, s. 100.
84. Safedî, el-Vafi bi'l-vefeyat, c. 21, s. 262.
85. İbn Hacer Askalanî, Lisanü'l-mizan, c. 6, s. 319.
86. İbn Hacer Askalanî, age., c. 6, s. 319.
87. Abdullah Muhammed Salih, el-Ulemâu'l-İslâmî: Mevkifuhum mine'l-Vahhabiyye, s. 30.
88. el-Vahhabiyye fi nazari'l-ulemau'l-İslâmî, s. 11.
89. age., s. 47.
90. age., s. 54.
91. age., s. 56.
92. Ali Asgar Fakihî, Vahhabiyân, s. 129.
93. Abdullah Muhammed Salih, age., s. 273.
94. Abdullah Muhammed Salih, age., s. 273.
95. Abdullah Muhammed Salih, age., s. 347.
96. Abdullah Muhammed Salih, age., s. 347.
97. Hacı Halife, Keşfü'z-zünun an esami'l-kutub ve'l-fünun, c. 2, s. 1872.
98. İbn Teymiyye, er-Red ala'l-Ahnayî, s. 205.
99. Maha Enver, el-Ulemau'l-İslâmî fi'l-Hind, s. 121.
100. Maha Enver, age., s. 134.
101. Ömer Baytar, el-Asarü'l-halide,s. 176.
102. İbn Hacer Askalanî, age., c. 2, s. 317.
 
çev: Ertuğrul Ertekin

Bu yazı ilk defa, 4 Mayıs 2014 tarihinde www.medyasafak.net adresinde, burada yayınlanmıştır.