Resul Caferiyan
 Taberî'nin Hayatı 
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberî el-Âmulî1 224 veya 225 yılında dünyaya gelmiş -Taberî doğum tarihini tam olarak bilmediğini söylemiştir2-
 ve 310 yılının Şevval ayında vefat etmiştir. Hicrî üçüncü yüzyılın 
ikinci yarısında ve dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış meşhur 
âlimlerden olan Taberî döneminin ilimlerinde, özellikle hadîs, fıkıh, 
tefsir, ahbar ve lügat ilimlerinde uzmanlaşmıştır.
  
 Taberî'nin yaşadığı dönemdeki ilmî konumunu belirginleştirmek için biz bu makalemizde, Ebu Bekir Hatib Bağdadî'nin Tarihu Bağdad'ında ve Yakut el-Hamevî'nin Mucemü'l-udeba'sında
 verdiği detaylı bilgileri ve başta İbn Kamil olmak üzere talebelerinden
 nakledilen ayrıntılı rivayetleri bir kenarda tutacak, daha ziyade 
hayatının önemli bir kısmını oluşturan düşünce dünyasını aydınlatmaya 
çalışacağız. 
  
 Taberî fıkıh ilminde diğer ilimlerden daha fazla ünlenmiştir. Nitekim 
İbn Nedim onu, Malik, Şafiî ve Davud b. Ali gibi dönemin ünlü fakihleri 
arasında zikretmiş3, tarih bölümünde Taberî'nin adını anmamıştır.
  
 Taberî yedi yaşındayken Kur'ân öğrenmeye başlamış ve babasının himmetiyle4
 tahsil hayatına adım atmıştır. Önce doğum yeri olan Âmul'de, sonra 
sırasıyla Rey, Basra, Kufe, Vasıt, Mısır ve Şam'da tahsilini sürdürmüş, 
âlim ve şeyhlerden çok sayıda hadîs dinlemiş ve Malikî ve Şafiî fıkhını 
bu mezheplerin âlimlerinden öğrenmiştir.5 
  
 Taberî, tahsil hayatını sona erdirdikten sonra Bağdat'a dönmüş, memleketi Âmul'a yaptığı iki yolculuk dışında6 ömrünün sonuna kadar oradan çıkmamış ve tedris ve telif faaliyetleriyle meşgul olmuştur.
  
 Eserlerinin, özellikle en önemli iki eseri Tarih ve Tefsir'inin
 de gösterdiği gibi Taberî, hadîs derlemeye özen göstermiştir. Hadîs 
derleme gayreti onu uzun yolculuklar yapmak zorunda bırakmış ve güçlü 
hafızasında sakladığı bu hadîsleri kitaplarında ve risalelerinde yazıya 
geçirmiştir.
  
 Tehzibü'l-asar'ında hadîs derlemenin yanı sıra rivayetler 
hakkında görüş bildirmiş ve büyük ölçüde fıkhî bağımsızlığını ispat 
edebilmiştir. Fıkhî konulardaki görüşleri, bazı durumlarda Şia'nın 
görüşlerine benzerlik gösterdiğinden Rafızî olmakla itham edilmiştir.
  
 Taberî eserlerinde gündemdeki meselelere de değinmiş, Gadîr-i Hum 
hadîsinin inkâr edildiğini duyduğunda bu hadîsin nakil tariklerini ele 
alan kıymetli bir kitap yazmıştır. İbn Kesir bu kitabı görmüş ve kitabın
 hacimli bir kitap olduğunu yazmıştır.7 
  
 Taberî'nin fıkıhta Şafiî fıkhını tercih ettiği8, sonraları kimi Şafiîlerin onu Şafiî tabakatlarına almak istedikleri nakledilmiştir.9
 Ancak Taberî ilmî kariyerinde ilerledikten sonra içtihat etmiş ve yeni 
bir mezhep kurmuştur. Çok sayıda âlim ve muhaddisin onun mezhebine 
uyduğu ve bu konuda kitaplar yazdığı bilinmektedir.10
  
 Taberî'nin Yaşadığı Dönem 
Taberî, İslam medeniyetinin insanlık tarihindeki rolünü ve gücünü 
ortaya koyabilmek için gereken altyapıya sahip olduğu dönemde yaşadı. Bu
 dönemde İslam dünyasının egemenliği altındaki çeşitli bölgelerde farklı
 ilim dallarında tahsil gören ve araştırma yapan yüzlerce düşünür vardı.
 İslam medeniyetinin en görkemli çağının altyapısını hazırlayan asır 
işte bu asırdı.
  
 İlim dalları arasında hadîs ilmi en çekici ilim dalıydı. Hadîs ilmi, 
fıkıh, tefsir, rical, hatta tarih ilminin gelişimine katkıda bulunmuş ve
 dinî ilimlerin temeli sayılmıştır. Bağdat, Kufe, Basra, Şam, Mısır, 
Rey, Nişabur medreseleri başta olmak üzere İslam topraklarındaki bütün 
medreselerde dinî kültürün ve İslam düşüncesi mirasının muhafızları 
sayılan muhaddisler vardı ve durmaksızın daha fazla hadîs derlemek ve 
detaylı rivayetler elde etmek için şehirden şehire yolculuk ediyorlardı.
 11
  
 Bu meyanda, coğrafî bölgelere göre ve selef fakihlerin tesiriyle 
muhtelif fıkıh ve tefsir ekolleri ortaya çıkmıştı ve her bir ekol kendi 
inancını yayma gayretindeydi. Bu ekollere mensup âlimler, kendi hadîs ve
 fıkıh usullerini geliştirmek için kapsamlı kitaplar ve risaleler 
yazıyorlardı. Bu dönemde onlarca müsned, musannef, sünen, sahih vb. 
kitaplar yazılmıştı ve her bir fıkıh ekolü, bu doğrultuda kendisini 
diğerlerinin önüne geçirme, daha fazla hadîs toplayarak seleflerine 
destek sağlama ve kendi inançlarını ispatlama çabasındaydı.12
  
 Bu süreçte fıkhî ve itikadî mezhepler arasındaki cidal, âlimlerin ilmî 
faaliyetlerinde belirleyici bir role sahipti; bu tartışmalar bir yandan 
âlimleri sınırlıyor, öte yandan çeşitli fıkhî ve itikadî konuları 
gündeme taşıyarak araştırma ve incelemelerde düşünürleri belirli bir 
yöntemi izlemeye zorluyordu. Üçüncü yüzyılda yazılan “Reddiye” başlıklı 
kitapların sayısı yüz otuzdan fazladır. İbn Nedim bu kitapların 
isimlerini el-Fihrist'inde kaydetmiştir; ancak burada kaydedilen kitapların bir kısmı ikinci yüzyıla ve dördüncü yüzyılın ilk çeyreğine aittir.13
  
 Burada Taberî'nin konumunu belirginleştirmek için dönemin fikrî ve itikadî akımları hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.
  
 Tarihsel olarak İslam'ın ilk yüzyıllarında başlıca birkaç akımdan söz 
etmek mümkündür: Bunlardan ilki, Hz. Ali (a.s) ilgisinden gulata kadar, 
İmamiyye, Zeydiyye ve İsmailiyye'nin de içerisinde yer aldığı, bütün 
eğilimleri içinde barındıran Teşeyyü'dür.
  
 İkincisi, Sıffîn savaşının sonlarında ve Nehrevan savaşı sürecinde şekillenen Haricîlik'tir.
  
 Üçüncüsü, birinci yüzyılın sonu ve ikinci yüzyılın başında ortaya çıkan
 Mürcie'dir. Mürcie, daha çok Hz. Ali-Osman ilişkisini ele almış ve 
büyük günah işleyenin durumu gibi konularda görüş ileri sürmüştür.
  
 Dördüncü mezhebî akım, sonraları Ehlisünnet olarak bilinen Osmaniyye 
veya Emeviyye mezhebidir. Bu mezhebin inanç esasları Muâviye iktidarınca
 ve ona bağlı Zührî, Ebu'l-Zenâd vb. âlimlerce desteklenmiş ve yayılması
 sağlanmıştır.14
  
 Bu mezhep, Cahiz'in el-Osmaniyye başlıklı kitabında savunduğu 
mezheptir. Gerçi Cahiz, muhtelif mezheplere gönül vermiş ancak hiçbirine
 bağlı kalmamıştır. Cahiz bu kitabında, Allame Seyyid Mehdî Ruhanî'nin 
de hatırlattığı gibi, Osman'ı savunmayı amaçlamamıştır -kitabın yalnızca
 iki yerinde Osman'ın adı geçer. Amacı, Emevîler döneminde halkın genel 
inancı olan Osmanîlik mezhebinin inanç esaslarını ve görüşlerini 
savunmaktır.15
  
 Bu inanç esaslarının başında, halifeleri işbaşına geliş sıralarına göre
 faziletli kabul etmek ve Hz. Ali'yi halife olarak kabul etmemek gelir. 
Bu inancın sonu, Nasıbîliğe varır.
  
 Öte tarafta Iraklı, Hicazlı ve İranlı birçok fakih ve muhaddis Osmanî 
mezhebini kabul etmiyor ve Hz. Ali'nin faziletlerine inanıyordu. Sırf bu
 inanç, onları Şiî addetmek için yeterli bir sebepti. Bugün 
ricâl/biyografi kitaplarında dönemin düşünsel tavrının göstergesi olan 
“Şiîlik eğiliminde” olmakla itham edilmiş yüzlerce âlime rastlamak 
mümkündür. Çünkü Osmanîler, Hz. Ali hakkında küçücük bir fazilet 
inancına sahip olan, içindeki Ali muhabbetini izhar eden herkesi Şiî, 
hatta Rafızî addediyordu.* Buna karşın ricâl kaynaklarında karşılaşılan “Osmanî idi”16 ifadesi, Şia'ya muhalif olmanın, aslında hicrî ilk iki yüzyılda halkın çoğunluğunun mezhebine mensubiyetin göstergesidir.
  
 Önceleri Basra'da ortaya çıkan, sonra Bağdat'ta yoğunlaşan Mutezile, 
Cemel savaşının ardından Osmanîliği benimsemiş ancak bir süre sonra 
Basra'daki Mutezilîler arasında Şiîlik alametleri görülmeye 
başlanmıştır.17 Bunun sebebi Mutezile'nin akılcı tutumudur.
  
 Öte yandan Bağdat Mutezilesinde Şiîlik izleri daha belirgin ve 
güçlüydü. Bunun en açık örneği Ebu Cafer İskafî ile oğlu 
İbnü'l-İskafî'nin görüşleridir. İbnü'l-İskafî el-Miyar ve'l-muvazene18
 adlı kitabında dönemin tartışmalı güncel konuları hakkında görüşlerini 
beyan etmiş, ezcümle Hz. Ali'nin diğerlerinden faziletli olduğunu 
açıklamıştır. Ebu Cafer İskafî de Cahiz'in el-Osmaniyye'sine bir reddiye kaleme almıştır.**
  
 Üstad Allame Ruhanî, İbn Sad'ın Tabakatü'l-kübra'sını 
mütalaa ettikten sonra Ehlisünnet nispetinin hicrî 150 yılına kadar 
kimse için kullanılmadığını fark ettiğini söyler. Daha sonra, büyük bir 
ihtimalle hicrî 200 yılından itibaren Ehlisünnet kullanımı 
yaygınlaşmıştır. Bu bakımdan, Osmanî ruh halinden dönüş anlamındaki yeni
 kullanımıyla Ehlisünnet kavramı hicrî üçüncü yüzyılın başlarında 
yaygınlaşmaya başlamıştır.
  
 Bu, kişisel inançları, daha sonra kazandığı anlamıyla Ehlisünnet'in 
inanç ilkelerine benzerlik gösteren çok sayıdaki fakih ve muhaddisin 
varlığını inkâr etmemizi gerektirmez. Burada üzerinde durulması gereken,
 Cahiz'e kadar (öl. 255) toplumun çoğunluğunun onun kitabında savunduğu 
Osmanîlik inancını benimsediğidir.
  
 Hicrî üçüncü yüzyılın başında, Memun'un hilafetinin başlamasıyla 
eşzamanlı olarak Şiîlik yayılmıştı ve o dönemde artık Ehl-i Hadîs ve 
Ehlisünnet ve'l-Cemaat olarak ortaya çıkan Osmanîlik darboğaza girmişti.
 Memun'un, Kur'ân'ın yaratılmışlığı düşüncesini kabullendirme 
girişimleri, kendisinin ve halefleri Vasık ve Mutasım'ın yaklaşık hicrî 
232 yılına değin süren sınırlamaları Ehlisünnet'in gerileyişine; Hz. 
Ali'yi kabullenme, Muâviye ve Osman'ı kabullenmeme, hatta ilk halifelere
 karşın Hz. Ali'yi tercih etme biçiminde ciddi Şiîlik eğilimleri 
gösteren Mutezile'nin ise yükselmesine sebep oldu. Ancak hicrî 232 
yılında halife olan Mütevekkil, başta en güçlü âlimleri olan Ahmed b. 
Hanbel olmak üzere Ehl-i Hadîs'i destekledi ve Şia ve Mutezile'ye 
muhalefet etti. Bu süreçte Bağdat, Ahmed b. Hanbel'den kısa bir süre 
sonra Hanbelîlik adını alacak olan Ehl-i Hadîs'in baskınına uğradı.
  
 Her ne kadar Ahmed b. Hanbel, Osmanî inancında birtakım reformlar yapmış ve Hz. Ali'yi dördüncü*** halife olarak Osmanîlik içerisine dâhil etmiş olsa da19
 -gerçekten bu girişiminden dolayı ciddi eleştirilere maruz kalmıştı- 
yine de dolaylı olarak faziletlerini inkâr yoluyla Hz. Ali'yi sindirme 
siyaseti ile hadîste zahirîlik ve teşbih inancı Ehl-i Hadîs tarafından 
devam ettirildi.
  
 Yukarıda değindiğimiz ve biraz aşağıda detaylıca ele alacağımız gibi, 
bu süreçte, muhaddis ve fakihlerin birçoğu Ehl-i Hadîs'e muhalefet etti 
ve bunun neticesinde ya sindirildiler ya da çeşitli suçlamalara maruz 
kaldılar.
  
 Burada, Ehl-i Hadîs'in ve Taberî'nin yaşadığı dönemde Bağdat'ta en 
güçlü düşünce akımı olan Hanbelîliğin ruh halini daha iyi ortaya koymak 
amacıyla İbn Kuteybe'nin (öl. 276) Ehl-i Hadîs hakkındaki yargısından 
söz etmek yerinde olacaktır. İbn Kuteybe, Ehl-i Hadîs'tendir ve hatta 
İbn Hacer tarafından Nasıbî olmakla suçlanmıştır.20 İbn Hacer onunla ilgili olarak şöyle yazar: “İbn Kuteybe teşbihe meyilliydi, itretten inhiraf etmiş, sapmıştı.”
  
 İbn Kuteybe, büyük olasılıkla hayatının sonlarında kaleme aldığı 
kitabında Ehl-i Hadîs'i ve onların müfrit tutumlarını sert bir dille 
eleştirir:
  
 “Onların [Ehl-i Hadîs] Rafıza'nın Ali muhabbetindeki ifratına karşın 
Ali'yi (kerrem Allahu vechehu) geri planda tutmada ifrat ettiklerini, 
hakkını eda etmediklerini ve hakkında kötü konuştuklarını gördüm. Her ne
 kadar O'nun zulüm işlediğini tasrih etmemiş olsalar da, O'nu haksız 
yere kan dökmekle suçlamışlar ve ayrıca Osman'ın katline karışmakla 
itham etmişlerdir. Onu hidayet imamlarından (eimme-i hüda) görmemiş, fitne imamları (eimme-i fiten)
 arasında saymışlardır. Onun halifeliğini, halkın bu konuda ihtilaf 
ettiğini ileri sürerek inkâr etmiş, buna karşın Yezid'i halife 
saymışlardır. Çünkü onlara göre bu konuda icma hâsıl olmuştur. 
Muhaddislerin çoğunluğu faziletlerini nakletmekten, hakkında 
söylenenleri izhar etmekten kaçınmışlardır. Hâlbuki Ali'nin 
faziletlerine dair hadîsler sahih yollarla nakledilmiştir.”
  
 “Ayrıca onlar, oğlu Hüseyin'i Müslümanların arasına fitne soktuğu 
gerekçesiyle haricî addetmiş ve kanının dökülmesini caiz bilmişlerdir. 
Çünkü Peygamber, ‘Ümmetime karşı huruç edeni öldürün!' buyurmuştur. 
Evet, onlar Ali'yi ve şura ehlini birbirine eşit görmüşlerdir. Çünkü 
onlara göre Ömer, Ali'yi üstün görseydi onu diğerlerine tercih ederdi. 
Onlar Ali'nin adını anmaktan kaçınmışlardır. Bu, öyle bir noktaya 
varmıştır ki onların muhaddisleri, Ali'nin faziletlerine dair hadîsleri 
nakletmekten kaçınmış, Amr b. Âs ve Muâviye'nin faziletlerini 
aktarmışlardır. Buna yaparken de bu ikisini büyütmek niyetinde 
olmamışlardır; asıl amaçları Ali'yi küçültmektir. Biri çıkar da Ali 
hakkında ‘Peygamber'in kardeşi ve torunları Hasan ile Hüseyin'in 
babasıdır' veya ‘Kisa ashabı; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir' derse 
onların öfkeden yüzleri kızarır… Biri, Resulullah'ın ‘Ben kimin mevlası 
isem Ali onun mevlasıdır' veya ‘Senin benim yanımdaki konumun Harun'un 
Musa yanındaki konumu gibidir' veyahut buna benzer bir hadîsini nakletse
 rivayetin isnadını tenkit yoluna gidip hadîsi inkâra kalkışır, 
nakledeni Rafızî olmakla itham edip hakkını ayaklar altına alırlar. 
Onlar yüzünden [muhaddisler] Ali'ye olmadık şeyleri nispet ederler. Bu, 
cehaletin ta kendisidir. Senin üzerine düşen, Ali'nin Peygamber 
katındaki konumunu, Resulullah'ın kardeşi ve damadı olduğunu bilmek; 
O'nun düşmanlarla cihaddaki sabrını, savaşlarda Peygamber'in yanındaki 
fedakâr tutumunu ve ilim, din ve şecaatteki konumunu iyice öğrenmektir.”21
  
 İbn Kuteybe sözlerinin devamında benzeri sözlerle Hz. Ali'ye övgülerde 
bulunur. Bu, kitabı tahkik eden araştırmacının da ifade ettiği üzere, 
-bir anlamda- İbn Kuteybe'nin tavır değişikliği olarak da görülebilir. 
Çünkü İbn Kuteybe Ehlibeyt'e (a.s) buğzuyla tanınan bir âlimdi. Biz 
burada İbn Kuteybe'nin sözlerini Taberî'nin çatıştığı Hanbelîlerin, 
dönemin en baskın düşünce akımının tutumunun iyice anlaşılmasını 
sağlamak için aktardık.
  
 Makdisî ise Bağdat'taki durumu şöyle anlatır: “Bağdat'ta Muâviye, 
müşebbihe ve Berbeharî (Berbahariyye Bağdat'taki Hanbelî imamlardan 
biriydi) sevgisinde ifrat eden bir topluluk vardı.”22
  
 Her halükarda Mütevekkil'in hilafetinden itibaren Bağdat Hanbelîleri 
şehrin büyük çoğunluğunu oluşturuyordu ve diğer âlimler onlardan 
çekiniyorlardı. Bununla birlikte Bağdat'ta Şiîler ve Mutezilîler de 
yaşıyordu. Şiîler Kereh mahallesinde ikamet ediyorlardı, ancak mevcut 
şartlarda varlık gösteremiyorlardı. Hicrî dördüncü yüzyılın ilk 
yarısına, Büveyhîler hükümetine değin Şiîler güçlendi ve Şiîler 
tarafından Hanbelîlere karşı yeni ve güçlü bir cephe oluşturuldu. Bu 
cephenin yapısı ve özellikleri bizim buradaki araştırma konumuzun 
dışındadır.
  
 Taberî'nin Hanbelîlere Karşı Tutumu 
Şiîlerin, Ehl-i Hadîs karşısında güçlenmesinden ve Ebu'l-Hasan 
Eşarî'nin hicrî dörüncü yüzyılın ilk yarısında akılcılık ile hadîsçilik 
arasında orta yol belirlemesinden önce Hanbelîler Bağdat'ta tek söz 
sahibi topluluktu. Hanbelîlere karşı koyabilecek âlim sayısı çok azdı. 
Halifeler bile Hanbelîlere mütemayildi.
  
 Taberî'nin Kur'ân'ın yaratılmışlığı, teşbih, Hz. Ali'ye hürmetsizlik ve
 -Muâviye'nin teşvik ettiği- selef âlimlerin ısrarla savunulan fetvaları
 karşısındaki cesur tavrı övgüye değerdir. Taberî, Hanbelîlerden ve 
onlara tabi yöneticilerden korkmadan kendi inancını açıklıyor ve Hanbelî
 ilim merkezlerini tezyife çabalıyordu.
  
 Taberî'nin Hanbelîlere karşı tutumunu gösteren birkaç rivayet oldukça önemlidir:
  
 a) Taberî ile ilgili bilgi veren biyografi 
kaynaklarında yer alan çok sayıdaki rivayette Hanbelîlerin Taberî'ye 
ettikleri zulümden söz edilmiştir. Bu rivayetlere göre onlar Taberî ile 
görüşülmesini ve ondan hadîs nakledilmesini sınırlamış ve talebelerin 
onunla görüşmesini engellemişlerdir. Hüseyinek Hüseyin b. Ali Hafız 
şöyle der: “İbn Huzeyme bana İbn Cerir'den bir şey [rivayet] duyup 
duymadığımı sordu. Duymadığımı, çünkü Hanbelîlerin onunla görüşmeyi 
engellediklerini söyledim.”23 Kendisinden nakledilen bir rivayette İbn Huzeyme “Hanbelîler Taberî'ye zulmettiler” der24 ve ekler: “Hanbelîler ona bir şey okumak isteyenin peşini bırakmıyorlardı.”25
  
 Tabakat'ında bu rivayetleri değerlendiren Sübkî, Hanbelîlerin 
Hüseyinek gibi bir şahsın Taberî ile görüşmesini engelleyecek güce sahip
 olmadıklarını, bu yüzden de İbn Huzeyme'nin Hüseyinek'i Taberî ile 
görüşmediğinden dolayı kınadığını yazar.26 Ancak Sübkî, bu 
değerlendirmesinde bir ölçüde haklı da olsa, Hanbelîler onun sandığından
 çok daha fazla güce sahipti ve Taberî ile görüşmek cesaret istiyordu.
  
 b) Aynı müellif Zilkade ayında İbn Cerir Taberî'nin 
Hanbelîlerle münazara için Ali b. İsa'nın evine gittiğini ancak 
Hanbelîler gelmeyince Taberî'nin evine döndüğünü yazar.27 Bu rivayet Taberî'nin Bağdat'ta Hanbelîlere karşı aldığı tavrın göstergesidir.
  
 c) Taberî'nin Hanbelîlere karşı tavrının bir diğer göstergesi İhtilafü'l-fukaha
 adlı eserinde Ahmed b. Hanbel'in adını zikretmemesidir. Bunun nedeni 
kendisine sorulduğunda Taberî şu cevabı vermiştir: “O fakih değildi, 
muhaddisti.” Taberî bu yüzden Hanbelîlerin baskısına uğramıştır.28
  
 Taberî'nin bu tavrının önemi, Ahmed b. Hanbel'in Ehl-i Hadîs katındaki değeri göz önüne alındığında açıklığa kavuşur.
  
 d) Yakut el-Hamevî'nin naklettiği bir başka rivayette 
Hanbelîlerin Taberî'nin yanına geldiklerinden ve Cuma günü Ulu Cami'de 
ona Ahmed b. Hanbel ve arşa oturmak hadîsi hakkındaki görüşünü 
sorduklarından söz edilir. (Müşebbihe'nin ve Hanbelîlerin hadîs kelime 
anlamıyla yorumladıklarını hatırlatmak uygun olacaktır.)
  
 Taberî: “Ahmed b. Hanbel'in muhalif görüşlerinin bir itibarı yoktur,” 
deyince Hanbelîler: “Âlimler onun reyini diğer âlimlerin reyleriyle 
birlikte nakletmiş ve onun muhalif görüşünü hesaba katmışlardır,” 
dediler. Bunun üzerine Taberî: “Ben böyle bir şey görmedim, nitekim onun
 [muhaddis ve fakihlerinde içinde bulunduğu] bir ashabı yoktur. Arşa 
oturmakla ilgili hadîse gelince; bu muhaldir,” dedi ve şu şiiri okudu: 
Onun ne bir dostu vardır / Ne de arşta birlikte oturduğu bir cülusu
  
 Hanbelîler ve Ehl-i Hadîs bunu duyunca ayağa kalkıp Taberî'nin üzerine 
saldırdılar ve onu tekmelediler. -Hanbelîlerin sayısı binlerle ifade 
edilmiştir.- Ebu Cafer kalktı ve evine gitti, ama onlar peşini 
bırakmayıp evini taşladılar. Öyleki evinde taş yığınından bir tepe 
oluşmuştu. Kolluk kuvvetleri reisi Nazurek beraberinde on binlerce 
insanla birlikte oraya gelip onları dağıttı. Hanbelîler ve Ehl-i Hadîs, 
Taberî'nin kapısına yazdığı şiiri silip yerine Ahmed b. Hanbel'i öven 
bir şiir yazdılar.29
  
 e) Taberî'nin Hanbelîlere muhalefeti ömrünün 
sonlarında daha da şiddetlenmiştir. Hanbelî İbn Kesir, Hanbelî avamından
 bir zümrenin gündüz defnedilmesini engellediğinden Taberî'nin evinin 
içine defnedildiğini yazar.
  
 Bu noktada onlar Ebu Bekir Muhammed b. Davud ez-Zahirî'den****
 etkilenmişlerdi. Çünkü o Taberî'yi Rafızîlikle itham etmişti. Taberî 
vefat ettiğinde Bağdat'ın dört bir yanından gelen insanlar evinde onun 
cenaze namazını kıldılar.30
  
 Taberî'nin gece defnedildiği başka rivayetlerde de geçmektedir. Bunun nedeni, Taberî'nin Şiîlikle itham edilmiş olmasıdır.31 İbn Esir, bu rivayeti İbn Miskeveyh'in Tecaribü'l-ümem'inden naklen aktarmıştır.32
  
 f) İbnü'l-Cevzî'nin bu konudaki rivayeti de 
açıklayıcıdır. İbnü'l-Cevzî, Sabit b. Sinan'ın rivayetini naklettikten 
sonra Rafızîlik ve mülhitlik ile suçlandığından ötürü Taberî'nin 
cenazesinin gündüz defnedilmesine engel olunduğunu, bu yüzden de 
cenazesinin gizlice kaldırıldığını belirtir: “Onu Rafızîlikle 
suçlamalarının nedeni ayağı yıkamak gerektiğine değil de mesh etmek 
gerektiğine inanmasıydı.” Daha sonra şöyle yazar: “Ebu Bekir b. Ebi 
Davud, Nasru'l-Hâcib'e Taberî'yi şikâyet etmiş ve ona Taberî'nin bizzat 
inkâr ettiği birtakım şeyler yakıştırmıştı. Mesela onu Cehmî olmakla 
suçlamıştı.”
  
 İbnü'l-Cevzî şöyle devam eder: “Taberî ‘Hayır, iki eli de açıktır' 
(Maide 64) ayetinde kastedilenin Allah'ın elleri olmadığı, iki elden 
maksadın Allah'ın nimetleri olduğu kanısındadır. Taberî bunu inkâr etti,
 söylemedim, dedi. Ebu Bekir b. Ebi Davud ayrıca şöyle dedi: Taberî, 
‘Hz. Peygamber'in ruhu bedeninden ayrılınca (Hz. Peygamber Hz. Ali'nin 
dizine uzanmıştı, Hz. Ali'nin eli de dizinin üstünde, Hz. Peygamber'in 
başının altındaydı) Hz. Ali'nin ellerine aktı ve Hz. Ali onu yaladı' 
hadîsini nakleder.”
  
 İbnü'l-Cevzî devamında, “Yaladı” tabiri yoktur, “Ali onu yüzüne sürdü” 
tabiri vardır, yazar ve ekler: “Bu versiyonuyla da hadîs sahih 
değildir.” Kitabının devamında İbn Cevzî şunları yazar: “İbn Cerir 
Taberî, Nasr Hacib'e, İslam'da Ehl-i Hadîs kadar hasisliğe duçar olmuş 
başka bir topluluk yoktur, mealinde bir söz yazmıştır.” Bundan sonra 
kendisi de müfrit bir Hanbelî olan İbnü'l-Cevzî, Taberî'ye saldırmaya ve
 küfür etmeye başlar; kitabın devamında ilmî bir tartışma yoktur.33
  
 Yukarıda alıntıladığımız pasajlardan Taberî'nin Ehl-i Hadîs ile 
şiddetli bir tartışma içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce de 
ifade ettiğimiz gibi Ehl-i Hadîs'e muhalefet etme cesareti Taberî'nin 
sağlam bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Taberî'nin hayatının bu 
dönemi onun hayatının en önemli devresidir.
  
 Taberî'ye er-Red alâ el-Harkusiyye***** adında bir 
kitap izafe edilmiştir. Harkus b. Züheyr Haricîlerin ilk 
liderlerindendir. Bu kitap aslında Hanbelîliğe karşı yazılmış bir 
reddiyedir.34 Taberî'nin burada Hanbelîliği Harkusiyye 
şeklinde isimlendirmesinin nedeni, Hanbelîliğin Hz. Ali hakkında 
Haricîlerle aynı görüşe sahip olmasıdır.35 Muhalifleri Taberî'yi tek doğru yol olan Ehl-i Hadîs yolundan saptığı için eleştirmişlerdir.
  
 Netice 
Bu bölümün sonunda bir yandan Ehlibeyt'in (a.s) manevî azametini, öte 
yandan Taberî'nin ilim tahsili yolunda gösterdiği tahammülfersa 
çabasının göstergesi olan bir rivayeti nakletmeyi uygun buluyoruz.
  
 Nasr b. Kesir şöyle der: Altmış yıl önce veya biraz daha fazla bir 
zaman önce Süfyan-ı Sevrî ile Cafer b. Muhammed es-Sadık'ın (s.a) yanına
 gittik. Ben, Cafer b. Muhammed'e, “Hacca niyetlendim, bana bir dua 
öğret,” dedim.
  
 Cafer b. Muhammed, “Harem'e vardığında ellerini Kâbe'nin duvarına koy 
ve “Yâ sâike'l-kuvvet ve yâ Samia's-savt ve yâ Kâsiye'l-izâmu'l-lehmâ 
ba'de'l-mevt” dedikten sonra istediğin duayı et,” buyurdu.
  
 Sonra Süfyan-ı Sevrî Cafer b. Muhammed'e bir şey söyledi, ama ben ne söylediğini anlayamadım.
  
 Cafer b. Muhammed ona döndü ve şöyle buyurdu: “Sevdiğin bir şeye 
kavuştuğunda çokça elhamdülillah de. Sevmediğin bir şey başına 
geldiğinde ise sık sık la havele vela kuvvete illa billah, de. Rızkın 
azaldığında ise çokça istiğfar et.”
  
 Kadı şöyle der: “Furat oğullarından bir şahıs, ya kendi aşiretlerinden 
birinden ya da başka birinden şöyle nakleder: ‘Ebu Cafer Taberî'nin 
(r.a) yanındaydım. Ölümünden bir saat önce Cafer b. Muhammed'den (a.s) 
ona bir dua naklettiler. Taberî defterini istedi ve onu yazdı. Ona şimdi
 yazı yazma zamanı mıdır, dediler. Taberî, “İnsana, ölüm kendisine 
ulaşıncaya kadar ilim tahsilini bırakmaması yakışır,” dedi.36
  
 ***
  
 Taberî'nin Mezhebi 
Taberî'nin mezhebini ve inançlarını anlamak için üzerinde durulması 
gereken konulardan biri, onun meşhur edebiyatçı ve şair Harezmî ile 
akrabalığı konusudur.
  
 Tarihü'l-ümem ve'r-rusul ve'l-mülûk ve kapsamlı bir tefsir olan Camiü'l-beyan'ın
 müellifi Muhammed b. Cerir b. Yezid Taberî, tarih, tefsir ve fıkıh 
alanında kaleme aldığı kitaplarından da anlaşılacağı üzere, hicrî üçüncü
 yüzyılın ikinci yarısında ve dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış 
İranlı büyük bir Sünnî âlimdir. Hicrî 224 yılında doğmuş ve 310 yılında 
vefat etmiştir. Hayat hikâyesini birçok biyografi kitabında bulmak 
mümkündür.
  
 Meşhur bir şair olan Ebu Bekir Muhammed b. Abbas Harezmî hicrî dördüncü
 yüzyılda yaşamış, emirlerle ve ediplerle içli dışlı olmuştur. Harezmî 
Büveyhîleri sevmiş ve savunmuş, bu konuda mutaassıp davranmış, onları 
öven şiirler yazmıştır.37 Muhtemelen hicrî 323 yılında doğan Harezmî'nin 383 yılında öldüğü söylenir.38
 Harezmî'nin şiirlerinin dışında edebî açıdan oldukça önemli olan 
risaleleri ve mektupları da günümüze ulaşmıştır. Eserleri 1970 yılında 
Şeyh el-Hazin'in tahkikiyle Beyrut'ta yayımlanmıştır.
  
 Harezmî İmamî Şiî'dir. Makalat müellifleri ve Sünnî ricâl âlimleri onun
 Rafızî olduğunu kaydederler. Bu müelliflere göre Rafızîlik, On İki İmam
 Şiîliğinin müfrit biçimidir. Gali olmayan Şiîlik, Hz. Ali'yi (a.s) 
Osman'a ve doğal olarak diğer halifelere tercih eden kimseler için 
kullanılırken39 Harezmî'nin Nişabur Şiîlerine yazdığı ve 
tarih boyunca yöneticilerin Ehlibeyt'e ve Şiîlere yaptıkları zulümlerden
 söz ettiği mektubunda Rafızîlik izlerine rastlanır.40
  
 Biz, makalemizin bu bölümde, Taberî'nin Harezmî ile akrabalığını ele 
alacak, bununla da Taberî'nin hangi mezhebe mensup olduğunu saptamaya 
çalışacağız.
  
 Bu bölümde iki konu üzerinde durmamız gerekmektedir. a) Meşhur edip 
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğu b) Harezmî'nin bir 
şiirinde dayılarına Rafızîlik isnat ettiği.
  
 Eğer bu iki konuyu açıklığa kavuşturabilir, başka birtakım delillerin 
yardımıyla Harezmî'nin sözünü doğrulayabilirsek tarihçi Taberî'nin 
Şiîliği meselesini aydınlatabiliriz.
  
 Harezmî'nin Tarihçi Taberî ile Akrabalığı 
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğu hususunda birçok 
kaynak bilgi vermiştir. Ensab alanında yazılmış en iyi kitaplardan 
birinin müellifi olan Semanî bu konuda şöyle yazar: “Harezm 
mensuplarından biri Ebu Bekir Muhammed b. el-Abbas el-Harezmî'dir. Ona, 
Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberî'nin yeğeni olmasından dolayı Taberî
 de denilir.”
  
 Semanî daha sonra el-Müstedrek alâ es-sahiheyn'in müellifi Ebu Abdullah Hâkim Nişaburî'den Harezmî'nin hafıza gücü ve Tarihu Nişabur'u yazarken kendisine yaptığı yardım hakkında bir rivayet nakleder.41
  
 İbn Esir Cezerî de Semanî'nin yazdıklarını özetle nakletmiştir.42
  
 Edebiyat alanında yazdığı kitabında Harezmî'nin şiirlerini ve 
risalelerini uzun uzun aktaran Salebî, onun aslında Taberistanlı 
olduğunu, bu yüzden ona Taber-i Hazmî denildiği yazmış, ancak onun 
Taberî ile akraba olduğuna değinmemiştir.43
  
 Ünlü biyografi müellifi İbn Hallikan Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğunu yazmıştır.44
  
 Meşhur Sünnî ricâl âlimi Zehebî de İbn Hallikan ile aynı görüştedir.45
  
 Yukarıda verdiğimiz bilgilerden söz konusu Taberî'nin, başka bir Taberî
 değil de dedesinin adı Yezid olan ünlü tarihçi Taberî olduğu açıkça 
anlaşılmaktadır.
  
 Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğunu yazanlar arasında kendisinin de 
Taberî ile akrabalık bağı olduğunu söyleyen İbn Funduk'tan ayrıca söz 
etmemiz gerekir. O şöyle yazar: “Muhammed b. Cerir et-Taberî, edip Ebu 
Bekir el-Harezmî'nin dayısıdır ve büyük bir tarih yazmıştır. Benim de 
kendisiyle akrabalık bağım vardır.”46
  
 İbn Funduk Tarih-i Beyhak'ın bir başka yerinde şöyle yazar: 
“Hace Ebu'l-Kasım el-Hüseyin b. Ebi'l-Hasan el-Beyhakî şecaatli, 
korkusuz bir adamdı. Dönemin yöneticileri ona ihtiram gösterirdi. Annesi
 Ebu'l-Fadl Ebu Bekir el-Harezmî idi. Üstad ve âlim faziletli Ebu Bekir 
el-Harezmî, tarih ve tefsir müellifi Muhammed b. Cerir et-Taberî'nin 
yeğenidir. Hâkim Ebu Abdullah Hâfız Tarih-i Nişabur'unda bunu zikretmiştir.”47
  
 Daha eski âlimlerden Hanbelî İbnü'l-İmad48 ve Yafiî49 de Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmışlardır. Ziriklî de el-İlam'ında bu hususa işaret eder.50
  
 Geçmiş müellif ve âlimler arasında Taberî'nin Harezmî'nin dayısı 
olduğunu yalanlayan veya başka bir Taberî'nin (ileride bu Taberî'ye 
değineceğiz) Harezmî'nin dayısı olduğunu iddia eden birine rastlamadık.
  
 Harezmî'nin Şiiri 
Böylelikle Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğu konusunda tarihsel 
açıdan bir şüphe olmadığı meselesi açıklığa kavuşmuş oldu. Şimdi 
Harezmî'nin konuyla ilgili şiirini ele almamız yerinde olacaktır. Yakut 
el-Hamevî şiiri şu şekilde nakleder – ileride el-Hamevî'nin görüşüne yer
 vereceğiz.
  
 Ben Âmil'de doğdum, Cerir oğulları benim dayımdır
 Her insan dayısına çeker,
 Bilin ki ben atadan babadan Rafızîyim,
 Başkaları ise sonradan Rafızî
  
 Bu şiiri, kıymetli bir kitap olan Nakz'ın müellifi Abdulcelil 
Razî Kazvinî (öl. yaklaşık 560) de nakletmiştir. Kazvinî şöyle yazar: 
“Meşhur Ebu Bekir Harezmî Şiî inancındadır ve fazıl kimseler onun 
fazilet ve kadrini inkâr etmemiştir. Bu beyitler onundur.” Gerçi müellif
 bir Şiî'nin asla Ebu Bekir ismini almayacağını yazmıştır. Daha sonra 
şiiri nakleder. Kazvinî'nin naklettiği şiirle Yakut'un naklettiği şiir 
ikinci dizede farklılık gösterir.52
  
 Başkaları atadan babadan Rafızîdir,
 Ben ise sonradan Rafızîyim.
  
 Muhtemelen şiirin bu versiyonu doğrudur, önceki değil.
  
 İbn Ebi'l-Hadid de bu şiiri nakletmiş, ancak şiiri tarihçi Taberî'ye değil de İmamî Taberî'ye izafe etmiştir.53
 İbn Ebi'l-Hadid şiiri Taberî'nin söylediği kanısındadır ve büyük bir 
hata içerisindedir. Çünkü ne meşhur bir edip olan Yakut ne de Kazvinî bu
 şiiri -ister tarihçi ister İmamî Taberî olsun- Taberî'ye izafe 
etmiştir. Şiirin sahibinin Harezmî olduğu kesindir.
  
 İbn Funduk da bu şiiri Harezmî'ye izafe etmiş ve yalnızca birinci dizesini nakletmekle yetinmiştir.54
  
 Kazvinî'nin, künyesi Ebu Bekir olduğu gerekçesiyle Harezmî'nin Şiî 
olamayacağını iddia etmesiyle ilgili olarak şunları söylemek gerekir:
  
 Öncelikle; el-Hamevî'nin rivayetinden, ayrıca Nişabur Şiîlerine yazdığı
 mektubundan Harezmî'nin İmamî Şiîsi veya o günkü kullanımıyla Rafızî 
olduğu anlaşılmaktadır.
  
 İkincisi; şiirin el-Hamevî'nin ve İbn Ebi'l-Hadid'in naklettiği 
versiyonundan da anlaşılacağı gibi, Harezmî'nin babası Sünnî olabilir ve
 ona böyle bir künye seçmiş olabilir. O, dayılarından ötürü Rafızîliği 
seçmiştir. Nitekim şiirinde, her insan dayısına çeker, demektedir.
  
 Üçüncüsü; Kazvinî, Şiî ricâl kitaplarında, Masum İmamların (a.s) 
sahabîlerinin birçoğunun adının Ömer olduğunu, hatta bazılarının Ebu 
Osman künyesine sahip olduklarını görmüş olmalıdır.
  
 Dördüncüsü; Muhtemelen Kazvinî kendi zamanına göre bir değerlendirmede 
bulunmuştur veya bu söyledikleri bir çeşit alaydır. Her halükarda 
Kazvinî'nin eleştirisi tutarlı değildir.
  
 Yakut el-Hamevî'nin Harezmî'nin Şiiri Hakkındaki Görüşü 
Yakut el-Hamevî Mucemü'l-buldan'ının Amul maddesinde 
Harezmî'ye değinmiş ve şöyle yazmıştır: “O, Ebu Cafer'in dayısı olduğunu
 sanmıştır.” Daha sonra şiiri nakleder ve ekler: “O yalan söyler, Ebu 
Cafer Rafızî değildi.”
  
 Yakut önce “sanmıştır” daha sonra “yalan” ifadesini kullanarak 
Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni oluşunu tekzip etmek mi istemiştir? Bize 
göre cevap olumsuzdur. Görünen o ki, Taberî'nin Rafızî olmadığına dair 
cümlesinden anlaşılan, onun Harezmî'nin Taberî'ye isnat ettiği Rafızîlik
 nispetini yalanlamak istemiştir.
  
 Harezmî'nin görüşüyle ilgili olarak Ravzatü'l-cennat'ın müellifi Vahid Behbehanî'nin oğlunun yazdığı Makamiu'l-fadl'dan bir alıntı yapar. Makami'nin
 müellifi kitabında ricâl kaynaklarında adı geçen Muhammed b. Cerir 
et-Taberî'nin kim olduğu sorusunu sorar. Şöyle yazar: Bizde Muhammed b. 
Cerir adında iki kişi vardır. Birisi, İbn Cerir b. Galib et-Taberî'dir 
ve Şafiî'dir. Nitekim Şafiî olan Nevevî Tehzibü'l-esma'sında 
onu övmüştür. Bu Taberî her ikisi de ünlenen tarih ve tefsir 
kitaplarının müellifidir. Diğeri ise Muhammed b. Cerir b. Rüstem 
et-Taberî'dir. el-Müsterşid ve el-İzah kitaplarının 
müellifi olan bu Taberî'nin Şiî olduğunda şüphe yoktur. Yeğeni 
Harezmî'nin övgüyle söz ettiği Taberî de işte bu Taberî'dir. Lakin Yakut
 el-Hamevî burada isim benzerliğinden dolayı hataya düşmüş ve Harezmî'yi
 yalanlamıştır.
  
 Makami müellifinin açıklamasını esas alan Ravzatü'l-cennat'ın
 müellifi ise şunları yazar: “Yakut'un hatası Harezmî'nin kendisini 
tarihçi Taberî'nin yeğeni olarak tanıttığını sanmasıdır.” Daha sonra söz
 konusu Taberî'nin tarihçi Taberî olmadığını delilleriyle açıkladıktan 
sonra ekler: “Şiî ricâl kaynaklarını dikkatle incelersen, her ne kadar 
İbn Hallikan onu tarihçi Taberî'nin yeğeni olarak tanıtmışsa da, tarihçi
 Taberî'nin Harezmî'den yaklaşık yüz sene önce yaşadığını görürsün.”57
  
 Ayanü'ş-şia'nın müellifi de bu görüşü kabul etmiş ve Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin değil de İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmıştır.58
  
 Biz, tarihte iki, hatta üç Taberî olduğunu kabul ediyoruz. Bu üç 
Taberî'nin künyeleri, adları, Taberistan'a mensubiyetleri, hatta Âmulî59 uzantısı birbirinin aynıdır.
  
 Necaşî Ricâl'inde bu iki Taberî'den birini Âmmî/Sünnî mezhep60, diğerini İmamî61 şeklinde nitelemiştir.
  
 Aynı şekilde Şeyh Tusî de Fihrist'inde Âmmî/Sünnî mezhep Muhammed b. Cerir'in62
 yanı sıra bir de İmamî Muhammed b. Cerir'den söz eder ve bu Taberî'nin 
tarih ve tefsir müellifi Taberî'den başkası olduğunu açık bir dille 
ifade eder.63
  
 Merhum Aga Buzurg Tahranî'nin, ayrıca Hansarî'nin de bu konuda açıklamaları vardır.64 Bu iki müellif Necaşî'nin çağdaşı olan, ancak Necaşî'nin zikretmediği başka bir Taberî'den söz ederler.
  
 Yakut'un iddiası, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur ve biz 
ileride bu iddiayı tekrar ele alacağız. Ancak burada bir başka sorunla 
karşı karşıyayız: Kendi yazdıklarına göre Taberî Âmmî/Sünnî mezhep 
midir? Kesin tarih rivayetlerine karşın Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin 
değil de İmamî Taberî'nin yeğeni olduğu iddiası sahih tarih 
araştırmalarıyla bağdaşmamaktadır. Semanî, Yakut, İbn Funduk, Zehebî, 
İbnü'l-İmad Hanbelî, İbn Hallikan ve Yafiî, Harezmî'nin tarihçi 
Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmışlardır. Bu durumda, nas karşısında 
içtihada başvurup Harezmî'nin İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu 
söyleyemeyiz.
  
 Daha önce de ifade ettiğimiz gibi biz, şimdiye kadar yaptığımız 
incelemeden ve tezkire müelliflerinin açıklamalarından Harezmî'nin 
tarihçi Taberî'nin yeğeni olduğunu kabul edecek ve bundan sonra, 
Taberî'nin Şiîliği veya Rafızîliği konusunu ele alacağız. Burada çözüme 
kavuşturmamız gereken, Hansarî'nin işaret ettiği tek bir husus kalıyor: 
Taberî'nin Harezmî'den yüz yıl önce yaşamış olması meselesi.
  
 Harezmî'nin İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu varsaydığımızda hangi 
Taberî'nin İmamî olduğu sorusuyla karşı karşıya kalırız. Aga Buzurg 
Tahranî'nin incelemesine göre65 bir, Muhammed b. Cerir b. Rüstem b. Cerir veya Yezid et-Taberî adında el-Müsterşid kitabının müellifi olan Küleynî'nin (öl.329) çağdaşı bir Taberî vardır; bir de Delailü'l-imamet'in
 müellifi olan Şeyh Tusî (öl. 460) ve Necaşî'nin (öl. 450) çağdaşı 
Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî vardır. Eğer Harezmî'nin dayısı 
olan Taberî'nin ilk Taberî olduğunu kabul edersek aynı sorunla karşı 
karşıya kalırız. İkinci Taberî olduğunu kabul ettiğimizde ise onun 
Harezmî'den yaklaşık yetmiş yıl sonra vefat etmiş olduğunu görürüz. 
Tarihçi Taberî'nin vefatı ise Harezmî'den yetmiş üç yıl önce 
gerçekleşmiştir. Bu durum da aynı sorun tekrar karşımıza çıkar.
  
 Bu bakımdan her durumda sorun kendini göstermeye devam edeceğinden en 
iyi yol meşhur rivayeti doğrulamak ve Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin 
yeğeni olduğunu kabul etmektir. Bu kabulü güçlendiren şey, çoğunluğunu 
Sünnîlerin oluşturduğu bütün İslâm dünyasında, kültürel sahada ünlenen 
Harezmî gibi birisinin hiç tanınmayan İmamî Taberî ile değil de meşhur 
tarihçi Taberî ile övünmesinin makul görünmesidir. Nitekim Aga Buzurg 
Tahranî'nin görüşüne göre de İmamî Taberî Küleynî'nin çağdaşıdır; diğer 
Taberî ise Harezmî vefat ettiğinde muhtemelen yeni doğmuştur.
  
 Taberî ile Harezmî arasındaki yetmiş üç yıllık zaman dilimine gelince; 
bu sorun iki yoldan çözülebilir: Birincisi, dayı ile yeğenin ölüm 
tarihleri arasında yetmiş üç yıl olmasının ne gibi bir sakıncası vardır?
 Buna benzer örneklere çokça rastlamak mümkündür. İkincisi ise, 
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin torunu olduğunu düşünmektir. Bu 
şekilde hem yeğen olduğu ortaya çıkar, hem de yetmiş üç yıllık zaman 
farkı sorunu çözüme kavuşur.
  
 Taberî'nin Rafızîliği 
Şimdi sorulması gereken asıl soru şudur: Taberî'yi Rafızî olarak nitelemek mümkün müdür?
  
 Evet, sadece Taberî bağlamında da olsa, böyle bir nispetin mümkün olduğunu doğrulayan kanıtlar mevcuttur.
  
 İlk kanıt, Taberî'nin Hanbelîlerin gazabına uğramış olmasıdır. Nitekim İhtilafü'l-fukaha'da
 fakih değil de muhaddis olduğu gerekçesiyle Ahmed b. Hanbel'in adını 
zikretmemesi Taberî'nin Şiî eğilimden kaynaklanmış olabilir. Çünkü o 
dönemde Bağdat'ta çatışmanın merkezinde Hanbelîler ve Şiîler vardı.
  
 Yakut Mucemü'l-udeba'sında şöyle yazar: “Amme/Hanbelîlerin korkusuyla o gece defnedildi, çünkü Şiîlikle itham edilmişti.”66 Yakut bir başka eseri Mucemü'l-buldan'da
 Taberî'nin Rafızî olduğunu kabul etmez ve Harezmî'yi tekzip etmek için 
yazdığı şiirinde şöyle der: “Hanbelîler Taberî'yi kıskandılar ve onu 
Rafızîlikle suçladılar / Harezmî de fırsattan istifade edip Taberî'yi 
Rafızî yaptı.”67
  
 Taberî'nin Rafızîliği Tarih ve Tefsir'indeki 
görüşleriyle bağdaşmaz; ancak tamamen yersiz bir nispet olduğu da 
söylenemez. Harezmî'nin açıklaması ve hakkındaki diğer söylentiler göz 
önüne alındığında bu durum iki şekilde yorumlanabilir.
  
 a) Taberî ömrünün sonlarında Şiîliğe yönelmiş, hatta 
Rafızî eğilimlere sahip olmuş, ancak Hanbelîlerden çekindiğinden bu 
yönünü belli etmemiştir.
  
 b) Taberî -Emevî taraftarı değil de- insaflı bir Sünnî
 olarak Ehlibeyt'in faziletiyle ilgili rivayetleri kabul etmiş, diğer 
meselelerde de itidalli davranmıştır.
  
 Muhtemelen birinci seçenek daha güçlü bir ihtimali beyan eder. Nitekim metinlerde geçen rafızîlik nispetiyle de bağdaşmaktadır.
  
 Her ne kadar Taberî ömrünün büyük bölümünde Ehlibeyt Mektebi'nden 
münharif olmuşsa da sonlarına doğru Şiîliğe ve Rafızîliğe temayül 
etmiştir. Nitekim bu yüzden de Hanbelîlerden korktukları için onu 
geceleyin defnetmek zorunda kalmışlardır.
  
 Harezmî de Taberî'nin ehlibeytinden/ev halkından olduğundan beyitte/evde ne olduğunu idrak etmiştir.
  
 Taberî'nin Rafızî olduğunu söyleyen bir başka müellif Ahmed b. Ali 
es-Süleymanî, onun “Rafıza için hadîs uydurduğunu” yazmıştır.
  
 Zehebî, Süleymanî'nin bu sözünü tekzip eder ve böyle bir şeyin Taberî 
gibi bir şahsiyete yakıştırılamayacağını söyleyerek şöyle yazar: “Onun 
içinde bir miktar Şiîlik eğilimi ve Ehlibeyt muhabbetti mevcuttur, lakin
 zararsızdır.”68
  
 Daha sonra Zehebî, Süleymanî'nin İbn Cerir b. Rüstem Taberî'yi 
kastetmiş olabileceğini yazar. Kanaatimizce bu ihtimal doğru değildir. 
Süleymanî gibi Sünnî bir âlimin hangi Taberî hakkında konuştuğunu 
-özellikle de tarihçi Taberî'nin Sünnî âlimlerce çok iyi tanındığı 
hesaba katılırsa- bilmemesi uzak bir ihtimaldir.
  
 Taberî'nin Şiîliğini ispatlayacak bir başka delil -son zamanlarda 
bulunan- Gadir Hadîsi'nin rivayet tariklerine dair yazdığı kitabıdır. 
Gerçi Sünnî ravilerin birçoğu söz konusu hadîsi kabul eder; ancak Taberî
 bu konuda detaylı bir kitap yazmayı tercih etmiştir ki bu da Gadir 
Hadîsi'ne verdiği önemi göstermektedir.
  
 Şia âlimlerinden Necaşî ve Tusî bu kitaptan söz etmiştir.69 
Zehebî de, İbn Davud'un Gadir Hadîsi'ni reddettiğini duyduğunda 
Taberî'nin Ehlibeyt'in faziletlerine ve Gadir Hadîsi'in sıhhatine dair 
bir kitap kaleme aldığını yazar.
  
 Daha sonra Turuk-i Hadîs-i Gadir'in bir nüshasını gördüğünü ve kitapta nakledilen isnadların çokluğu karşısında şaşkına döndüğünü yazar.70 Zehebî ayrıca Taberî'nin, diğer sahabîler hakkında yazdığı gibi Ehlibeyt hakkında da bir müsned yazdığını belirtir.71
  
 Taberî'nin Ehlibeyt'in faziletine dair bir kitap yazdığını teyit eden 
Yakut el-Hamevî, kitabın başında Gadir Hadîsi'nin tariklerinin yer 
aldığını, ancak kitabın yarım kaldığını yazar.72
  
 Bağdat şeyhlerinden bir şeyhin (İbn Ebî Davud'u kasteder ancak adını 
anmaz) Gadis Hadîsi'ni inkâr ettiğini, kanıt olarak Hz. Peygamber 
Gadir-i Hum'da iken Hz. Ali'nin Yemen'de olduğunu, kanıtını 
sağlamlaştırmak için de bu konuda şiirler uydurduğunu yazan el-Hamevî'ye
 göre Taberî bunun üzerine Hz. Ali'nin faziletlerini nakletmiş ve Gadir 
Hadîsi'nin isnadlarını derlemiştir. el-Hamevî'nin bildirdiğine göre 
kalabalık bir kitle hadîsi dinlemek için toplanmıştır ve bir Rafızî 
topluluk da kalabalık arasında yer almıştır. Müellif, Taberî'nin Ebu 
Bekir ve Ömer'in faziletleriyle başladığını, sonra Abbasîlerin Abbas'ın 
faziletlerini anlatmasını istediği ancak kitabın sonunu yazmaya 
Taberî'nin ömrünün yetmediğini söyler.73
  
 el-Hamevî'nin rivayetinin, içinde çelişkiler olan son kısmının sıhhatli olup olmadığına dair elimizde yeterince bilgi yok.
  
 Taberî'nin Gadir Hadîsi'ne önem vermesi ve hadîsin isnadlarını ele alan Kitabü'l-velayet
 adında bir kitap yazması onun Rafızîliği bakımından önemli bir 
meseledir. Zehebî'nin yaşadığı döneme, hicrî altıncı yüzyıla kadar 
bilinen bu kitap ne yazık ki bugün elimizde bulunmamaktadır.
  
 Taberî ayrıca Tayr Hadîsi hakkında da bir kitap yazmıştır. Tayr 
hadîsine göre Hz. Peygamber, kızarmış tavuk yerken Allah'tan kendisine 
eşlik etmesi için en hayırlı kulunu göndermesini istemiş, bunun üzerine 
Hz. Ali çıkagelmiştir.74
  
 Taberî'nin Gadir Hadîsi'nin inayetiyle hakikati keşfetmeden önce hiçbir fıkhî mezhebe75
 tabi olmaması ve bağımsız kalmayı tercih etmesi onun özgür ruhlu birisi
 olduğunu gösterir. Âmul halkının çoğunun Şiî olması da göz önünde 
bulundurulması gereken ayrı bir husustur.
  
 Biz, Taberî'nin bizim anladığımız anlamında İmamî Şiî olduğunu 
kanıtlama peşinde değiliz. Ancak bütün rivayetler onun bu düşünceye 
sahip olduğunu, ömrünün sonlarında da bizim anladığımız anlamda bir Şiî 
olduğunu göstermektedir.
  
 Hicrî üçüncü asırda halkın diline pelesenk olmuş meşhur bir rivayet 
vardı: “Sen bana küçük bir Şiî göster, ben sana ondan daha büyük bir 
Rafızî göstereyim.”76
  
 Bu bir hakikati ifade etmektedir. Zira yaygın olmasına rağmen Gadir 
Hadîsi'ni sonradan fark edip küçük bir Şiî olan biri, büyük bir 
Rafızî'ye dönüşme potansiyeline sahiptir.
  
 Bağdat'ta Hanbelîlerin üstünlüğü muhakkak Taberî'yi takiyye yapmak 
zorunda bırakmış, bu yüzden de Taberî'nin Şiîliği meselesi bugüne değin 
muğlâklığını korumuştur.
  
 Taberî'nin Âmmî/Sünnî mezhepli olmakla ünlenmesinin nedeni, Müslümanların, bilhassa Sünnîlerin önemli miraslarından olan Tarih'i ve Tefsir'i
 kaleme almış olmasıdır. Ancak onun ömrünün sonlarına doğru farklı 
düşünmüş olması mümkündür ve çok doğaldır. Nitekim rivayetler ve yeğeni 
Harezmî'nin tanıklığı bu varsayımın doğru olduğunu göstermektedir.
  
 Son notlar 
* İbn Hacer, Yakut el-Hamevî'nin Ahmed b. Tarik'i Rafızî addetmesiyle 
ilgili olarak şöyle yazar: “Yakut Nasıbîlikle itham ediliyordu ve ona 
göre Şiî, Rafızî demekti.” Bkz. İbn Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 1, s. 188.
  
 ** İbn Ebi'l-Hadid bu kitabın bazı bölümlerini alıntılamıştır, ancak kitabın orijinali ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. el-Osmaniyye'nin sonunda İbn Ebi'l-Hadid'in bu kitaptan yaptığı alıntılar yayımlanmıştır.
  
 *** İbn Abdülbir şöyle yazar: “Halifelerin tarihsel sıraya göre daha 
faziletli olduklarına dair icma Ahmed b. Hanbel zamanında ortaya çıktı.”
 Bkz. el-İstiab, c. 1, s. 154.
  
 **** İbn Kesir'in zikrettiği isim doğrudur. Bu zat, Zahirî mezhebinin 
kurucusu Davud b. Ali'nin oğludur. Muhammed, İbn Nedim'in bildirdiğine 
göre, Taberî'nin görüşlerini çürütmek için bir reddiye yazmıştır. Ancak 
başta Yakut el-Hamevî olmak üzere rical müelliflerinin rivayetlerinden 
Taberî ile çatışanın Sünen müellifi Ebu Davud'un oğlu Ebu Bekir b. Ebu Davud olduğu anlaşılmaktadır.
  
 ***** Brockelmann, Ahmed b. Hanbel'in dedesinin adı Harkus olduğu için 
kitaba bu ismin verildiğini, ancak kitabın Hanbelîliğe bir reddiye 
olduğunu yazar. Bkz. Tarihu'l-edebi'l-Arabî, c. 3, s. 50.
  
 1. bkz. İbn Nedim, el-Fihrist, Tahran h.k. 1393, s. 291.
 2. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 48.
 3. İbn Nedim, el-Fihrist, s. 291.
 4. bkz. Taberî, Leiden, c. 15, s. LXXXIX.
 5. Taberî, c. 15, s. LXXXIX; Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 50.
 6. Yakut el-Hamevî, age., c. 15, s. 56.
 7. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 147; 
ayrıca bkz. ed-Davudî, Tabakatü'l-müfessirîn, c. 2, s. 113; Yakut 
el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 18, s. 54.
 8. Taberî, c. 15, s. LXXXIV.
 9. Nevevî, Tezhibü'l-esma ve'l-lugat, Beyrut, c. 1, s. 79.
 10. İbn Nedim, el-Fihrist, s. 292-293; ayrıca bkz. 
Şezaratü'z-zeheb, c. 2, s. 260; İbn Hallikan, Vefeyatü'l-ayan, c. 3, s. 
332; eş-Şirazî, Tabakatü'l-fukaha, s. 93; Yakut el-Hamevî, 
Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 54, 93.
 11. bkz. Hatib Bağdadî, er-Rıhle fi talebi'l-hadîs.
 12. İslam medeniyetinin ilerlemesi ve gelişmesi 
hakkında bkz: Adam Mez, Temeddun-i İslamî der Karn-i Çeharrum-i Hicrî, 
Farsçaya çev. Ali Rıza Karagozlu (Türkçesi için bkz. Onuncu Yüzyılda 
İslâm Medeniyeti, çev. Salih Şaban, İstanbul 2000).
 13. bkz. İbn Nedim, el-Fihrist, index, s. 111-112.
 14. bkz. Mütemmimu tabakati'l-kübra, tahkik: Ziyad Muhammed Mansur, Hicaz, s. 157, 318.
 15. Burada Allame'nin notlarından ve sözlü tezekkürlerinden faydalandık.
 16. bkz. Seyyid Ruhanî, Buhus maa ehlisünne ve's-selefiyye, s. 24-25
 17. bkz. İbn Ca'd, Müsned, c. 1, s. 527.
 18. Bu kitap Şeyh Muhammed Bâkır Mahmudî tarafından Beyrut'ta yayımlanmıştır.
 19. bkz. Tabakatü'l-Hanabile, c. 1, s. 393; Seyyid Ruhanî, Buhus, s. 25.
 20. bkz. İbn Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 3, s. 357.
 21. bkz. İbn Kuteybe, el-İhtilaf fi'l-lafz, tahkik: Muhammed Zahid el-Kevserî, Mısır h.k. 1349, s. 47-49.
 22. Makdisî, Ahsenü't-takvim, s. 126.
 23. bkz. Bağdadî, Tarihu Bağdad, c. 2, s. 164; İbn 
Esir, age., c. 8, s. 135; Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, c. 2, s. 712; İbn 
Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 5, s. 102; ed-Davudî, Tabakatü'l-müfessirîn, 
c. 2, s. 110.
 24. Semanî, el-Ensab, c. 9, s. 42; İbn Kesir, 
el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 146; Tarihu Bağdad, c. 2, s. 164; 
Zehebî, age., c. 2, s. 712; İbn Esir, age., c. 8, s. 131.
 25. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 43.
 26. Taberî, c. 15, s. XCVIII.
 27. Taberî, c. 15, s. XCXIII.
 28. İbn Esir, age., c. 8, s. 134.
 29. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 58.
 30. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 146-147.
 31. Yakut el-Hamevî, age., c. 18, s. 40.
 32. İbn Esir, age., c. 8, s. 134-135.
 33. İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, c. 6, s. 172.
 34. Necaşî, s. 225.
 35. Taberî, c. 15, s. LXXXVII.
 36. Taberî, c. 15, s. LXXXIV; ayrıca bkz. es-Sehmî, Tarihu Curcanî, s. 554.
 37. Salebî, Yetimete'd-dehr, s. 208, ayrıca bkz. s. 214, 217, 225.
 38. bkz. Semanî, el-Ensab, c. 5, s. 213.
 39. krş. Zehebî, Mizanü'l-itidal, c. 1, s. 5. Elbette onun bu konudaki bazı iddiaları asılsızdır.
 40. Harezmî, Resail, Beyrut, s. 16.
 41. Semanî, age., c. 5, s. 213-214.
 42. İbn Esir el-Cezerî, el-Lübab fi tezhibi'l-ensab, Beyrut, c. 1, s. 468.
 43. Salebî, age., c. 4, s. 204.
 44. Hansarî, Ravzatü'l-cennat, c. 7, s. 296.
 45. Zehebî, Siyerü'l-ilami'n-nübela, c. 16, s. 526.
 46. İbn Funduk, Tarih-i Beyhak, s. 16.
 47. İbn Funduk, age., s. 108.
 48. İbn İmad el-Hanbelî, Şezeratü'z-zeheb fi ahbari men zeheb, c. 3, s. 105.
 49. Yafiî, Miratü'z-zaman, c. 2, s. 416.
 50. Ziriklî, el-İlam, c. 6, s. 183.
 51. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 1, s. 57.
 52. Abdülcelil Razî Kazvinî, Nakz, s. 218.
 53. İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu nehci'l-belağa, c. 2, s. 36.
 54. İbn Funduk, age., s. 108.
 55. Necaşî, age., s. 202, 317.
 56. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 1, s. 57.
 57. Hansarî, age., c. 7, s. 293-294.
 58. el-Amilî, age., c. 9, s. 377-378, 199.
 59. İbn Nedim, age., s. 291. Tarihçi Taberî'nin adını Amulî şeklinde kaydetmiştir.
 60. Necaşî, age., s. 225.
 61. Necaşî, age., s. 266.
 62. Şeyh Tusî, el-Fihrist, s. 150.
 63. Şeyh Tusî, age., s. 159.
 64. Hansarî, age., c. 7, s. 294; Şeyh Abbas Kummî, el-Küney ve'l-elkab, c. 1, s. 331-333.
 65. Aga Buzurg Tahranî, ez-Zeria ila tesanifi'ş-şia, c. 21, s. 9, c. 8, s. 241.
 66. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 17, s. 40.
 67. Yakut el-Hamevî, age., c. 1, s. 57.
 68. Zehebî, Mizanü'l-itidal, c. 3, s. 499.
 69. Necaşî, age., s. 225; Şeyh Tusî, age., s. 150.
 70. Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, c. 2, s. 713.
 71. Zehebî, age., c. 2, s. 713.
 72. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 17, s. 81.
 73. Yakut el-Hamevî, age., c. 17, s. 82.
 74. Şeyh Abbas Kummî, age., c. 1, s. 231; Amilî, Ayanü'ş-şia, c. 9, s. 199.
 75. İbn Nedim, age., s. 291.
 76. İskafî, el-Miyar ve'l-muvazene, s. 32.
  
 çev: İbrahim Erkin
Bu yazı ilk defa, 17 Eylül 2013 tarihinde www.medyasafak.net adresinde, burada yayınlanmıştır.
Etiketler
Şiîlik Araştırmaları Kitaplar
Hz. Ali
Hz. Hüseyin
İslam Sanatı
Şia tarihi
İslam Edebiyatı
Şiî Ulema
Ehl-i Beyt
Gadir-i Hum
hac
İslam tarihi
Şiî taklid mercileri
Kâbe
Şiîlik Araştırmaları makaleler
Hz. Ali Cenknameleri
Şiî Literatürü Hadis
Şiîlik Araştırmaları Sempozyum
Bektaşîlik
Kerbelâ
Şiîlik Araştırmaları Konferans
Hz. Muhammed
Kaçarlar
havername
Zeydîlik
İsmailîlik
Şiî Fırkalar
Şiî Literatürü Tefsir
Büveyhîler
Hz. Fatıma
Siyer
menakıbname
Şiîlik Araştırmaları Doktora Tezi
Şiîlik Araştırmaları Paneller
Fatımîler
Hz. Ali Portreleri
Kerbelâ Mersiyeleri
ravzahânî
Şiî Literatürü Kelam
Şiîlik Araştırmaları Batılı Araştırmacılar
Şiîlik Araştırmaları Dergiler
Şiîlik Araştırmaları Seminerler
Şiîlik Araştırmaları Türkiyeli Araştırmacılar
Afşarlar
Ahîlik
Hz. Hatice
İmam Ali er-Rıza
İmam Musa el-Kâzım
İmam Zeynelabidin
İslam Felsefesi
Şiî Literatürü Mesur Dualar
Şiîlik Araştırmaları Araştırma Merkezleri
Şiîlik Araştırmaları İranlı Araştırmacılar