Resul Caferiyan
Taberî'nin Hayatı
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberî el-Âmulî1 224 veya 225 yılında dünyaya gelmiş -Taberî doğum tarihini tam olarak bilmediğini söylemiştir2-
ve 310 yılının Şevval ayında vefat etmiştir. Hicrî üçüncü yüzyılın
ikinci yarısında ve dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış meşhur
âlimlerden olan Taberî döneminin ilimlerinde, özellikle hadîs, fıkıh,
tefsir, ahbar ve lügat ilimlerinde uzmanlaşmıştır.
Taberî'nin yaşadığı dönemdeki ilmî konumunu belirginleştirmek için biz bu makalemizde, Ebu Bekir Hatib Bağdadî'nin Tarihu Bağdad'ında ve Yakut el-Hamevî'nin Mucemü'l-udeba'sında
verdiği detaylı bilgileri ve başta İbn Kamil olmak üzere talebelerinden
nakledilen ayrıntılı rivayetleri bir kenarda tutacak, daha ziyade
hayatının önemli bir kısmını oluşturan düşünce dünyasını aydınlatmaya
çalışacağız.
Taberî fıkıh ilminde diğer ilimlerden daha fazla ünlenmiştir. Nitekim
İbn Nedim onu, Malik, Şafiî ve Davud b. Ali gibi dönemin ünlü fakihleri
arasında zikretmiş3, tarih bölümünde Taberî'nin adını anmamıştır.
Taberî yedi yaşındayken Kur'ân öğrenmeye başlamış ve babasının himmetiyle4
tahsil hayatına adım atmıştır. Önce doğum yeri olan Âmul'de, sonra
sırasıyla Rey, Basra, Kufe, Vasıt, Mısır ve Şam'da tahsilini sürdürmüş,
âlim ve şeyhlerden çok sayıda hadîs dinlemiş ve Malikî ve Şafiî fıkhını
bu mezheplerin âlimlerinden öğrenmiştir.5
Taberî, tahsil hayatını sona erdirdikten sonra Bağdat'a dönmüş, memleketi Âmul'a yaptığı iki yolculuk dışında6 ömrünün sonuna kadar oradan çıkmamış ve tedris ve telif faaliyetleriyle meşgul olmuştur.
Eserlerinin, özellikle en önemli iki eseri Tarih ve Tefsir'inin
de gösterdiği gibi Taberî, hadîs derlemeye özen göstermiştir. Hadîs
derleme gayreti onu uzun yolculuklar yapmak zorunda bırakmış ve güçlü
hafızasında sakladığı bu hadîsleri kitaplarında ve risalelerinde yazıya
geçirmiştir.
Tehzibü'l-asar'ında hadîs derlemenin yanı sıra rivayetler
hakkında görüş bildirmiş ve büyük ölçüde fıkhî bağımsızlığını ispat
edebilmiştir. Fıkhî konulardaki görüşleri, bazı durumlarda Şia'nın
görüşlerine benzerlik gösterdiğinden Rafızî olmakla itham edilmiştir.
Taberî eserlerinde gündemdeki meselelere de değinmiş, Gadîr-i Hum
hadîsinin inkâr edildiğini duyduğunda bu hadîsin nakil tariklerini ele
alan kıymetli bir kitap yazmıştır. İbn Kesir bu kitabı görmüş ve kitabın
hacimli bir kitap olduğunu yazmıştır.7
Taberî'nin fıkıhta Şafiî fıkhını tercih ettiği8, sonraları kimi Şafiîlerin onu Şafiî tabakatlarına almak istedikleri nakledilmiştir.9
Ancak Taberî ilmî kariyerinde ilerledikten sonra içtihat etmiş ve yeni
bir mezhep kurmuştur. Çok sayıda âlim ve muhaddisin onun mezhebine
uyduğu ve bu konuda kitaplar yazdığı bilinmektedir.10
Taberî'nin Yaşadığı Dönem
Taberî, İslam medeniyetinin insanlık tarihindeki rolünü ve gücünü
ortaya koyabilmek için gereken altyapıya sahip olduğu dönemde yaşadı. Bu
dönemde İslam dünyasının egemenliği altındaki çeşitli bölgelerde farklı
ilim dallarında tahsil gören ve araştırma yapan yüzlerce düşünür vardı.
İslam medeniyetinin en görkemli çağının altyapısını hazırlayan asır
işte bu asırdı.
İlim dalları arasında hadîs ilmi en çekici ilim dalıydı. Hadîs ilmi,
fıkıh, tefsir, rical, hatta tarih ilminin gelişimine katkıda bulunmuş ve
dinî ilimlerin temeli sayılmıştır. Bağdat, Kufe, Basra, Şam, Mısır,
Rey, Nişabur medreseleri başta olmak üzere İslam topraklarındaki bütün
medreselerde dinî kültürün ve İslam düşüncesi mirasının muhafızları
sayılan muhaddisler vardı ve durmaksızın daha fazla hadîs derlemek ve
detaylı rivayetler elde etmek için şehirden şehire yolculuk ediyorlardı.
11
Bu meyanda, coğrafî bölgelere göre ve selef fakihlerin tesiriyle
muhtelif fıkıh ve tefsir ekolleri ortaya çıkmıştı ve her bir ekol kendi
inancını yayma gayretindeydi. Bu ekollere mensup âlimler, kendi hadîs ve
fıkıh usullerini geliştirmek için kapsamlı kitaplar ve risaleler
yazıyorlardı. Bu dönemde onlarca müsned, musannef, sünen, sahih vb.
kitaplar yazılmıştı ve her bir fıkıh ekolü, bu doğrultuda kendisini
diğerlerinin önüne geçirme, daha fazla hadîs toplayarak seleflerine
destek sağlama ve kendi inançlarını ispatlama çabasındaydı.12
Bu süreçte fıkhî ve itikadî mezhepler arasındaki cidal, âlimlerin ilmî
faaliyetlerinde belirleyici bir role sahipti; bu tartışmalar bir yandan
âlimleri sınırlıyor, öte yandan çeşitli fıkhî ve itikadî konuları
gündeme taşıyarak araştırma ve incelemelerde düşünürleri belirli bir
yöntemi izlemeye zorluyordu. Üçüncü yüzyılda yazılan “Reddiye” başlıklı
kitapların sayısı yüz otuzdan fazladır. İbn Nedim bu kitapların
isimlerini el-Fihrist'inde kaydetmiştir; ancak burada kaydedilen kitapların bir kısmı ikinci yüzyıla ve dördüncü yüzyılın ilk çeyreğine aittir.13
Burada Taberî'nin konumunu belirginleştirmek için dönemin fikrî ve itikadî akımları hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.
Tarihsel olarak İslam'ın ilk yüzyıllarında başlıca birkaç akımdan söz
etmek mümkündür: Bunlardan ilki, Hz. Ali (a.s) ilgisinden gulata kadar,
İmamiyye, Zeydiyye ve İsmailiyye'nin de içerisinde yer aldığı, bütün
eğilimleri içinde barındıran Teşeyyü'dür.
İkincisi, Sıffîn savaşının sonlarında ve Nehrevan savaşı sürecinde şekillenen Haricîlik'tir.
Üçüncüsü, birinci yüzyılın sonu ve ikinci yüzyılın başında ortaya çıkan
Mürcie'dir. Mürcie, daha çok Hz. Ali-Osman ilişkisini ele almış ve
büyük günah işleyenin durumu gibi konularda görüş ileri sürmüştür.
Dördüncü mezhebî akım, sonraları Ehlisünnet olarak bilinen Osmaniyye
veya Emeviyye mezhebidir. Bu mezhebin inanç esasları Muâviye iktidarınca
ve ona bağlı Zührî, Ebu'l-Zenâd vb. âlimlerce desteklenmiş ve yayılması
sağlanmıştır.14
Bu mezhep, Cahiz'in el-Osmaniyye başlıklı kitabında savunduğu
mezheptir. Gerçi Cahiz, muhtelif mezheplere gönül vermiş ancak hiçbirine
bağlı kalmamıştır. Cahiz bu kitabında, Allame Seyyid Mehdî Ruhanî'nin
de hatırlattığı gibi, Osman'ı savunmayı amaçlamamıştır -kitabın yalnızca
iki yerinde Osman'ın adı geçer. Amacı, Emevîler döneminde halkın genel
inancı olan Osmanîlik mezhebinin inanç esaslarını ve görüşlerini
savunmaktır.15
Bu inanç esaslarının başında, halifeleri işbaşına geliş sıralarına göre
faziletli kabul etmek ve Hz. Ali'yi halife olarak kabul etmemek gelir.
Bu inancın sonu, Nasıbîliğe varır.
Öte tarafta Iraklı, Hicazlı ve İranlı birçok fakih ve muhaddis Osmanî
mezhebini kabul etmiyor ve Hz. Ali'nin faziletlerine inanıyordu. Sırf bu
inanç, onları Şiî addetmek için yeterli bir sebepti. Bugün
ricâl/biyografi kitaplarında dönemin düşünsel tavrının göstergesi olan
“Şiîlik eğiliminde” olmakla itham edilmiş yüzlerce âlime rastlamak
mümkündür. Çünkü Osmanîler, Hz. Ali hakkında küçücük bir fazilet
inancına sahip olan, içindeki Ali muhabbetini izhar eden herkesi Şiî,
hatta Rafızî addediyordu.* Buna karşın ricâl kaynaklarında karşılaşılan “Osmanî idi”16 ifadesi, Şia'ya muhalif olmanın, aslında hicrî ilk iki yüzyılda halkın çoğunluğunun mezhebine mensubiyetin göstergesidir.
Önceleri Basra'da ortaya çıkan, sonra Bağdat'ta yoğunlaşan Mutezile,
Cemel savaşının ardından Osmanîliği benimsemiş ancak bir süre sonra
Basra'daki Mutezilîler arasında Şiîlik alametleri görülmeye
başlanmıştır.17 Bunun sebebi Mutezile'nin akılcı tutumudur.
Öte yandan Bağdat Mutezilesinde Şiîlik izleri daha belirgin ve
güçlüydü. Bunun en açık örneği Ebu Cafer İskafî ile oğlu
İbnü'l-İskafî'nin görüşleridir. İbnü'l-İskafî el-Miyar ve'l-muvazene18
adlı kitabında dönemin tartışmalı güncel konuları hakkında görüşlerini
beyan etmiş, ezcümle Hz. Ali'nin diğerlerinden faziletli olduğunu
açıklamıştır. Ebu Cafer İskafî de Cahiz'in el-Osmaniyye'sine bir reddiye kaleme almıştır.**
Üstad Allame Ruhanî, İbn Sad'ın Tabakatü'l-kübra'sını
mütalaa ettikten sonra Ehlisünnet nispetinin hicrî 150 yılına kadar
kimse için kullanılmadığını fark ettiğini söyler. Daha sonra, büyük bir
ihtimalle hicrî 200 yılından itibaren Ehlisünnet kullanımı
yaygınlaşmıştır. Bu bakımdan, Osmanî ruh halinden dönüş anlamındaki yeni
kullanımıyla Ehlisünnet kavramı hicrî üçüncü yüzyılın başlarında
yaygınlaşmaya başlamıştır.
Bu, kişisel inançları, daha sonra kazandığı anlamıyla Ehlisünnet'in
inanç ilkelerine benzerlik gösteren çok sayıdaki fakih ve muhaddisin
varlığını inkâr etmemizi gerektirmez. Burada üzerinde durulması gereken,
Cahiz'e kadar (öl. 255) toplumun çoğunluğunun onun kitabında savunduğu
Osmanîlik inancını benimsediğidir.
Hicrî üçüncü yüzyılın başında, Memun'un hilafetinin başlamasıyla
eşzamanlı olarak Şiîlik yayılmıştı ve o dönemde artık Ehl-i Hadîs ve
Ehlisünnet ve'l-Cemaat olarak ortaya çıkan Osmanîlik darboğaza girmişti.
Memun'un, Kur'ân'ın yaratılmışlığı düşüncesini kabullendirme
girişimleri, kendisinin ve halefleri Vasık ve Mutasım'ın yaklaşık hicrî
232 yılına değin süren sınırlamaları Ehlisünnet'in gerileyişine; Hz.
Ali'yi kabullenme, Muâviye ve Osman'ı kabullenmeme, hatta ilk halifelere
karşın Hz. Ali'yi tercih etme biçiminde ciddi Şiîlik eğilimleri
gösteren Mutezile'nin ise yükselmesine sebep oldu. Ancak hicrî 232
yılında halife olan Mütevekkil, başta en güçlü âlimleri olan Ahmed b.
Hanbel olmak üzere Ehl-i Hadîs'i destekledi ve Şia ve Mutezile'ye
muhalefet etti. Bu süreçte Bağdat, Ahmed b. Hanbel'den kısa bir süre
sonra Hanbelîlik adını alacak olan Ehl-i Hadîs'in baskınına uğradı.
Her ne kadar Ahmed b. Hanbel, Osmanî inancında birtakım reformlar yapmış ve Hz. Ali'yi dördüncü*** halife olarak Osmanîlik içerisine dâhil etmiş olsa da19
-gerçekten bu girişiminden dolayı ciddi eleştirilere maruz kalmıştı-
yine de dolaylı olarak faziletlerini inkâr yoluyla Hz. Ali'yi sindirme
siyaseti ile hadîste zahirîlik ve teşbih inancı Ehl-i Hadîs tarafından
devam ettirildi.
Yukarıda değindiğimiz ve biraz aşağıda detaylıca ele alacağımız gibi,
bu süreçte, muhaddis ve fakihlerin birçoğu Ehl-i Hadîs'e muhalefet etti
ve bunun neticesinde ya sindirildiler ya da çeşitli suçlamalara maruz
kaldılar.
Burada, Ehl-i Hadîs'in ve Taberî'nin yaşadığı dönemde Bağdat'ta en
güçlü düşünce akımı olan Hanbelîliğin ruh halini daha iyi ortaya koymak
amacıyla İbn Kuteybe'nin (öl. 276) Ehl-i Hadîs hakkındaki yargısından
söz etmek yerinde olacaktır. İbn Kuteybe, Ehl-i Hadîs'tendir ve hatta
İbn Hacer tarafından Nasıbî olmakla suçlanmıştır.20 İbn Hacer onunla ilgili olarak şöyle yazar: “İbn Kuteybe teşbihe meyilliydi, itretten inhiraf etmiş, sapmıştı.”
İbn Kuteybe, büyük olasılıkla hayatının sonlarında kaleme aldığı
kitabında Ehl-i Hadîs'i ve onların müfrit tutumlarını sert bir dille
eleştirir:
“Onların [Ehl-i Hadîs] Rafıza'nın Ali muhabbetindeki ifratına karşın
Ali'yi (kerrem Allahu vechehu) geri planda tutmada ifrat ettiklerini,
hakkını eda etmediklerini ve hakkında kötü konuştuklarını gördüm. Her ne
kadar O'nun zulüm işlediğini tasrih etmemiş olsalar da, O'nu haksız
yere kan dökmekle suçlamışlar ve ayrıca Osman'ın katline karışmakla
itham etmişlerdir. Onu hidayet imamlarından (eimme-i hüda) görmemiş, fitne imamları (eimme-i fiten)
arasında saymışlardır. Onun halifeliğini, halkın bu konuda ihtilaf
ettiğini ileri sürerek inkâr etmiş, buna karşın Yezid'i halife
saymışlardır. Çünkü onlara göre bu konuda icma hâsıl olmuştur.
Muhaddislerin çoğunluğu faziletlerini nakletmekten, hakkında
söylenenleri izhar etmekten kaçınmışlardır. Hâlbuki Ali'nin
faziletlerine dair hadîsler sahih yollarla nakledilmiştir.”
“Ayrıca onlar, oğlu Hüseyin'i Müslümanların arasına fitne soktuğu
gerekçesiyle haricî addetmiş ve kanının dökülmesini caiz bilmişlerdir.
Çünkü Peygamber, ‘Ümmetime karşı huruç edeni öldürün!' buyurmuştur.
Evet, onlar Ali'yi ve şura ehlini birbirine eşit görmüşlerdir. Çünkü
onlara göre Ömer, Ali'yi üstün görseydi onu diğerlerine tercih ederdi.
Onlar Ali'nin adını anmaktan kaçınmışlardır. Bu, öyle bir noktaya
varmıştır ki onların muhaddisleri, Ali'nin faziletlerine dair hadîsleri
nakletmekten kaçınmış, Amr b. Âs ve Muâviye'nin faziletlerini
aktarmışlardır. Buna yaparken de bu ikisini büyütmek niyetinde
olmamışlardır; asıl amaçları Ali'yi küçültmektir. Biri çıkar da Ali
hakkında ‘Peygamber'in kardeşi ve torunları Hasan ile Hüseyin'in
babasıdır' veya ‘Kisa ashabı; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir' derse
onların öfkeden yüzleri kızarır… Biri, Resulullah'ın ‘Ben kimin mevlası
isem Ali onun mevlasıdır' veya ‘Senin benim yanımdaki konumun Harun'un
Musa yanındaki konumu gibidir' veyahut buna benzer bir hadîsini nakletse
rivayetin isnadını tenkit yoluna gidip hadîsi inkâra kalkışır,
nakledeni Rafızî olmakla itham edip hakkını ayaklar altına alırlar.
Onlar yüzünden [muhaddisler] Ali'ye olmadık şeyleri nispet ederler. Bu,
cehaletin ta kendisidir. Senin üzerine düşen, Ali'nin Peygamber
katındaki konumunu, Resulullah'ın kardeşi ve damadı olduğunu bilmek;
O'nun düşmanlarla cihaddaki sabrını, savaşlarda Peygamber'in yanındaki
fedakâr tutumunu ve ilim, din ve şecaatteki konumunu iyice öğrenmektir.”21
İbn Kuteybe sözlerinin devamında benzeri sözlerle Hz. Ali'ye övgülerde
bulunur. Bu, kitabı tahkik eden araştırmacının da ifade ettiği üzere,
-bir anlamda- İbn Kuteybe'nin tavır değişikliği olarak da görülebilir.
Çünkü İbn Kuteybe Ehlibeyt'e (a.s) buğzuyla tanınan bir âlimdi. Biz
burada İbn Kuteybe'nin sözlerini Taberî'nin çatıştığı Hanbelîlerin,
dönemin en baskın düşünce akımının tutumunun iyice anlaşılmasını
sağlamak için aktardık.
Makdisî ise Bağdat'taki durumu şöyle anlatır: “Bağdat'ta Muâviye,
müşebbihe ve Berbeharî (Berbahariyye Bağdat'taki Hanbelî imamlardan
biriydi) sevgisinde ifrat eden bir topluluk vardı.”22
Her halükarda Mütevekkil'in hilafetinden itibaren Bağdat Hanbelîleri
şehrin büyük çoğunluğunu oluşturuyordu ve diğer âlimler onlardan
çekiniyorlardı. Bununla birlikte Bağdat'ta Şiîler ve Mutezilîler de
yaşıyordu. Şiîler Kereh mahallesinde ikamet ediyorlardı, ancak mevcut
şartlarda varlık gösteremiyorlardı. Hicrî dördüncü yüzyılın ilk
yarısına, Büveyhîler hükümetine değin Şiîler güçlendi ve Şiîler
tarafından Hanbelîlere karşı yeni ve güçlü bir cephe oluşturuldu. Bu
cephenin yapısı ve özellikleri bizim buradaki araştırma konumuzun
dışındadır.
Taberî'nin Hanbelîlere Karşı Tutumu
Şiîlerin, Ehl-i Hadîs karşısında güçlenmesinden ve Ebu'l-Hasan
Eşarî'nin hicrî dörüncü yüzyılın ilk yarısında akılcılık ile hadîsçilik
arasında orta yol belirlemesinden önce Hanbelîler Bağdat'ta tek söz
sahibi topluluktu. Hanbelîlere karşı koyabilecek âlim sayısı çok azdı.
Halifeler bile Hanbelîlere mütemayildi.
Taberî'nin Kur'ân'ın yaratılmışlığı, teşbih, Hz. Ali'ye hürmetsizlik ve
-Muâviye'nin teşvik ettiği- selef âlimlerin ısrarla savunulan fetvaları
karşısındaki cesur tavrı övgüye değerdir. Taberî, Hanbelîlerden ve
onlara tabi yöneticilerden korkmadan kendi inancını açıklıyor ve Hanbelî
ilim merkezlerini tezyife çabalıyordu.
Taberî'nin Hanbelîlere karşı tutumunu gösteren birkaç rivayet oldukça önemlidir:
a) Taberî ile ilgili bilgi veren biyografi
kaynaklarında yer alan çok sayıdaki rivayette Hanbelîlerin Taberî'ye
ettikleri zulümden söz edilmiştir. Bu rivayetlere göre onlar Taberî ile
görüşülmesini ve ondan hadîs nakledilmesini sınırlamış ve talebelerin
onunla görüşmesini engellemişlerdir. Hüseyinek Hüseyin b. Ali Hafız
şöyle der: “İbn Huzeyme bana İbn Cerir'den bir şey [rivayet] duyup
duymadığımı sordu. Duymadığımı, çünkü Hanbelîlerin onunla görüşmeyi
engellediklerini söyledim.”23 Kendisinden nakledilen bir rivayette İbn Huzeyme “Hanbelîler Taberî'ye zulmettiler” der24 ve ekler: “Hanbelîler ona bir şey okumak isteyenin peşini bırakmıyorlardı.”25
Tabakat'ında bu rivayetleri değerlendiren Sübkî, Hanbelîlerin
Hüseyinek gibi bir şahsın Taberî ile görüşmesini engelleyecek güce sahip
olmadıklarını, bu yüzden de İbn Huzeyme'nin Hüseyinek'i Taberî ile
görüşmediğinden dolayı kınadığını yazar.26 Ancak Sübkî, bu
değerlendirmesinde bir ölçüde haklı da olsa, Hanbelîler onun sandığından
çok daha fazla güce sahipti ve Taberî ile görüşmek cesaret istiyordu.
b) Aynı müellif Zilkade ayında İbn Cerir Taberî'nin
Hanbelîlerle münazara için Ali b. İsa'nın evine gittiğini ancak
Hanbelîler gelmeyince Taberî'nin evine döndüğünü yazar.27 Bu rivayet Taberî'nin Bağdat'ta Hanbelîlere karşı aldığı tavrın göstergesidir.
c) Taberî'nin Hanbelîlere karşı tavrının bir diğer göstergesi İhtilafü'l-fukaha
adlı eserinde Ahmed b. Hanbel'in adını zikretmemesidir. Bunun nedeni
kendisine sorulduğunda Taberî şu cevabı vermiştir: “O fakih değildi,
muhaddisti.” Taberî bu yüzden Hanbelîlerin baskısına uğramıştır.28
Taberî'nin bu tavrının önemi, Ahmed b. Hanbel'in Ehl-i Hadîs katındaki değeri göz önüne alındığında açıklığa kavuşur.
d) Yakut el-Hamevî'nin naklettiği bir başka rivayette
Hanbelîlerin Taberî'nin yanına geldiklerinden ve Cuma günü Ulu Cami'de
ona Ahmed b. Hanbel ve arşa oturmak hadîsi hakkındaki görüşünü
sorduklarından söz edilir. (Müşebbihe'nin ve Hanbelîlerin hadîs kelime
anlamıyla yorumladıklarını hatırlatmak uygun olacaktır.)
Taberî: “Ahmed b. Hanbel'in muhalif görüşlerinin bir itibarı yoktur,”
deyince Hanbelîler: “Âlimler onun reyini diğer âlimlerin reyleriyle
birlikte nakletmiş ve onun muhalif görüşünü hesaba katmışlardır,”
dediler. Bunun üzerine Taberî: “Ben böyle bir şey görmedim, nitekim onun
[muhaddis ve fakihlerinde içinde bulunduğu] bir ashabı yoktur. Arşa
oturmakla ilgili hadîse gelince; bu muhaldir,” dedi ve şu şiiri okudu:
Onun ne bir dostu vardır / Ne de arşta birlikte oturduğu bir cülusu
Hanbelîler ve Ehl-i Hadîs bunu duyunca ayağa kalkıp Taberî'nin üzerine
saldırdılar ve onu tekmelediler. -Hanbelîlerin sayısı binlerle ifade
edilmiştir.- Ebu Cafer kalktı ve evine gitti, ama onlar peşini
bırakmayıp evini taşladılar. Öyleki evinde taş yığınından bir tepe
oluşmuştu. Kolluk kuvvetleri reisi Nazurek beraberinde on binlerce
insanla birlikte oraya gelip onları dağıttı. Hanbelîler ve Ehl-i Hadîs,
Taberî'nin kapısına yazdığı şiiri silip yerine Ahmed b. Hanbel'i öven
bir şiir yazdılar.29
e) Taberî'nin Hanbelîlere muhalefeti ömrünün
sonlarında daha da şiddetlenmiştir. Hanbelî İbn Kesir, Hanbelî avamından
bir zümrenin gündüz defnedilmesini engellediğinden Taberî'nin evinin
içine defnedildiğini yazar.
Bu noktada onlar Ebu Bekir Muhammed b. Davud ez-Zahirî'den****
etkilenmişlerdi. Çünkü o Taberî'yi Rafızîlikle itham etmişti. Taberî
vefat ettiğinde Bağdat'ın dört bir yanından gelen insanlar evinde onun
cenaze namazını kıldılar.30
Taberî'nin gece defnedildiği başka rivayetlerde de geçmektedir. Bunun nedeni, Taberî'nin Şiîlikle itham edilmiş olmasıdır.31 İbn Esir, bu rivayeti İbn Miskeveyh'in Tecaribü'l-ümem'inden naklen aktarmıştır.32
f) İbnü'l-Cevzî'nin bu konudaki rivayeti de
açıklayıcıdır. İbnü'l-Cevzî, Sabit b. Sinan'ın rivayetini naklettikten
sonra Rafızîlik ve mülhitlik ile suçlandığından ötürü Taberî'nin
cenazesinin gündüz defnedilmesine engel olunduğunu, bu yüzden de
cenazesinin gizlice kaldırıldığını belirtir: “Onu Rafızîlikle
suçlamalarının nedeni ayağı yıkamak gerektiğine değil de mesh etmek
gerektiğine inanmasıydı.” Daha sonra şöyle yazar: “Ebu Bekir b. Ebi
Davud, Nasru'l-Hâcib'e Taberî'yi şikâyet etmiş ve ona Taberî'nin bizzat
inkâr ettiği birtakım şeyler yakıştırmıştı. Mesela onu Cehmî olmakla
suçlamıştı.”
İbnü'l-Cevzî şöyle devam eder: “Taberî ‘Hayır, iki eli de açıktır'
(Maide 64) ayetinde kastedilenin Allah'ın elleri olmadığı, iki elden
maksadın Allah'ın nimetleri olduğu kanısındadır. Taberî bunu inkâr etti,
söylemedim, dedi. Ebu Bekir b. Ebi Davud ayrıca şöyle dedi: Taberî,
‘Hz. Peygamber'in ruhu bedeninden ayrılınca (Hz. Peygamber Hz. Ali'nin
dizine uzanmıştı, Hz. Ali'nin eli de dizinin üstünde, Hz. Peygamber'in
başının altındaydı) Hz. Ali'nin ellerine aktı ve Hz. Ali onu yaladı'
hadîsini nakleder.”
İbnü'l-Cevzî devamında, “Yaladı” tabiri yoktur, “Ali onu yüzüne sürdü”
tabiri vardır, yazar ve ekler: “Bu versiyonuyla da hadîs sahih
değildir.” Kitabının devamında İbn Cevzî şunları yazar: “İbn Cerir
Taberî, Nasr Hacib'e, İslam'da Ehl-i Hadîs kadar hasisliğe duçar olmuş
başka bir topluluk yoktur, mealinde bir söz yazmıştır.” Bundan sonra
kendisi de müfrit bir Hanbelî olan İbnü'l-Cevzî, Taberî'ye saldırmaya ve
küfür etmeye başlar; kitabın devamında ilmî bir tartışma yoktur.33
Yukarıda alıntıladığımız pasajlardan Taberî'nin Ehl-i Hadîs ile
şiddetli bir tartışma içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce de
ifade ettiğimiz gibi Ehl-i Hadîs'e muhalefet etme cesareti Taberî'nin
sağlam bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Taberî'nin hayatının bu
dönemi onun hayatının en önemli devresidir.
Taberî'ye er-Red alâ el-Harkusiyye***** adında bir
kitap izafe edilmiştir. Harkus b. Züheyr Haricîlerin ilk
liderlerindendir. Bu kitap aslında Hanbelîliğe karşı yazılmış bir
reddiyedir.34 Taberî'nin burada Hanbelîliği Harkusiyye
şeklinde isimlendirmesinin nedeni, Hanbelîliğin Hz. Ali hakkında
Haricîlerle aynı görüşe sahip olmasıdır.35 Muhalifleri Taberî'yi tek doğru yol olan Ehl-i Hadîs yolundan saptığı için eleştirmişlerdir.
Netice
Bu bölümün sonunda bir yandan Ehlibeyt'in (a.s) manevî azametini, öte
yandan Taberî'nin ilim tahsili yolunda gösterdiği tahammülfersa
çabasının göstergesi olan bir rivayeti nakletmeyi uygun buluyoruz.
Nasr b. Kesir şöyle der: Altmış yıl önce veya biraz daha fazla bir
zaman önce Süfyan-ı Sevrî ile Cafer b. Muhammed es-Sadık'ın (s.a) yanına
gittik. Ben, Cafer b. Muhammed'e, “Hacca niyetlendim, bana bir dua
öğret,” dedim.
Cafer b. Muhammed, “Harem'e vardığında ellerini Kâbe'nin duvarına koy
ve “Yâ sâike'l-kuvvet ve yâ Samia's-savt ve yâ Kâsiye'l-izâmu'l-lehmâ
ba'de'l-mevt” dedikten sonra istediğin duayı et,” buyurdu.
Sonra Süfyan-ı Sevrî Cafer b. Muhammed'e bir şey söyledi, ama ben ne söylediğini anlayamadım.
Cafer b. Muhammed ona döndü ve şöyle buyurdu: “Sevdiğin bir şeye
kavuştuğunda çokça elhamdülillah de. Sevmediğin bir şey başına
geldiğinde ise sık sık la havele vela kuvvete illa billah, de. Rızkın
azaldığında ise çokça istiğfar et.”
Kadı şöyle der: “Furat oğullarından bir şahıs, ya kendi aşiretlerinden
birinden ya da başka birinden şöyle nakleder: ‘Ebu Cafer Taberî'nin
(r.a) yanındaydım. Ölümünden bir saat önce Cafer b. Muhammed'den (a.s)
ona bir dua naklettiler. Taberî defterini istedi ve onu yazdı. Ona şimdi
yazı yazma zamanı mıdır, dediler. Taberî, “İnsana, ölüm kendisine
ulaşıncaya kadar ilim tahsilini bırakmaması yakışır,” dedi.36
***
Taberî'nin Mezhebi
Taberî'nin mezhebini ve inançlarını anlamak için üzerinde durulması
gereken konulardan biri, onun meşhur edebiyatçı ve şair Harezmî ile
akrabalığı konusudur.
Tarihü'l-ümem ve'r-rusul ve'l-mülûk ve kapsamlı bir tefsir olan Camiü'l-beyan'ın
müellifi Muhammed b. Cerir b. Yezid Taberî, tarih, tefsir ve fıkıh
alanında kaleme aldığı kitaplarından da anlaşılacağı üzere, hicrî üçüncü
yüzyılın ikinci yarısında ve dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış
İranlı büyük bir Sünnî âlimdir. Hicrî 224 yılında doğmuş ve 310 yılında
vefat etmiştir. Hayat hikâyesini birçok biyografi kitabında bulmak
mümkündür.
Meşhur bir şair olan Ebu Bekir Muhammed b. Abbas Harezmî hicrî dördüncü
yüzyılda yaşamış, emirlerle ve ediplerle içli dışlı olmuştur. Harezmî
Büveyhîleri sevmiş ve savunmuş, bu konuda mutaassıp davranmış, onları
öven şiirler yazmıştır.37 Muhtemelen hicrî 323 yılında doğan Harezmî'nin 383 yılında öldüğü söylenir.38
Harezmî'nin şiirlerinin dışında edebî açıdan oldukça önemli olan
risaleleri ve mektupları da günümüze ulaşmıştır. Eserleri 1970 yılında
Şeyh el-Hazin'in tahkikiyle Beyrut'ta yayımlanmıştır.
Harezmî İmamî Şiî'dir. Makalat müellifleri ve Sünnî ricâl âlimleri onun
Rafızî olduğunu kaydederler. Bu müelliflere göre Rafızîlik, On İki İmam
Şiîliğinin müfrit biçimidir. Gali olmayan Şiîlik, Hz. Ali'yi (a.s)
Osman'a ve doğal olarak diğer halifelere tercih eden kimseler için
kullanılırken39 Harezmî'nin Nişabur Şiîlerine yazdığı ve
tarih boyunca yöneticilerin Ehlibeyt'e ve Şiîlere yaptıkları zulümlerden
söz ettiği mektubunda Rafızîlik izlerine rastlanır.40
Biz, makalemizin bu bölümde, Taberî'nin Harezmî ile akrabalığını ele
alacak, bununla da Taberî'nin hangi mezhebe mensup olduğunu saptamaya
çalışacağız.
Bu bölümde iki konu üzerinde durmamız gerekmektedir. a) Meşhur edip
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğu b) Harezmî'nin bir
şiirinde dayılarına Rafızîlik isnat ettiği.
Eğer bu iki konuyu açıklığa kavuşturabilir, başka birtakım delillerin
yardımıyla Harezmî'nin sözünü doğrulayabilirsek tarihçi Taberî'nin
Şiîliği meselesini aydınlatabiliriz.
Harezmî'nin Tarihçi Taberî ile Akrabalığı
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğu hususunda birçok
kaynak bilgi vermiştir. Ensab alanında yazılmış en iyi kitaplardan
birinin müellifi olan Semanî bu konuda şöyle yazar: “Harezm
mensuplarından biri Ebu Bekir Muhammed b. el-Abbas el-Harezmî'dir. Ona,
Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberî'nin yeğeni olmasından dolayı Taberî
de denilir.”
Semanî daha sonra el-Müstedrek alâ es-sahiheyn'in müellifi Ebu Abdullah Hâkim Nişaburî'den Harezmî'nin hafıza gücü ve Tarihu Nişabur'u yazarken kendisine yaptığı yardım hakkında bir rivayet nakleder.41
İbn Esir Cezerî de Semanî'nin yazdıklarını özetle nakletmiştir.42
Edebiyat alanında yazdığı kitabında Harezmî'nin şiirlerini ve
risalelerini uzun uzun aktaran Salebî, onun aslında Taberistanlı
olduğunu, bu yüzden ona Taber-i Hazmî denildiği yazmış, ancak onun
Taberî ile akraba olduğuna değinmemiştir.43
Ünlü biyografi müellifi İbn Hallikan Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin oğlu olduğunu yazmıştır.44
Meşhur Sünnî ricâl âlimi Zehebî de İbn Hallikan ile aynı görüştedir.45
Yukarıda verdiğimiz bilgilerden söz konusu Taberî'nin, başka bir Taberî
değil de dedesinin adı Yezid olan ünlü tarihçi Taberî olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğunu yazanlar arasında kendisinin de
Taberî ile akrabalık bağı olduğunu söyleyen İbn Funduk'tan ayrıca söz
etmemiz gerekir. O şöyle yazar: “Muhammed b. Cerir et-Taberî, edip Ebu
Bekir el-Harezmî'nin dayısıdır ve büyük bir tarih yazmıştır. Benim de
kendisiyle akrabalık bağım vardır.”46
İbn Funduk Tarih-i Beyhak'ın bir başka yerinde şöyle yazar:
“Hace Ebu'l-Kasım el-Hüseyin b. Ebi'l-Hasan el-Beyhakî şecaatli,
korkusuz bir adamdı. Dönemin yöneticileri ona ihtiram gösterirdi. Annesi
Ebu'l-Fadl Ebu Bekir el-Harezmî idi. Üstad ve âlim faziletli Ebu Bekir
el-Harezmî, tarih ve tefsir müellifi Muhammed b. Cerir et-Taberî'nin
yeğenidir. Hâkim Ebu Abdullah Hâfız Tarih-i Nişabur'unda bunu zikretmiştir.”47
Daha eski âlimlerden Hanbelî İbnü'l-İmad48 ve Yafiî49 de Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmışlardır. Ziriklî de el-İlam'ında bu hususa işaret eder.50
Geçmiş müellif ve âlimler arasında Taberî'nin Harezmî'nin dayısı
olduğunu yalanlayan veya başka bir Taberî'nin (ileride bu Taberî'ye
değineceğiz) Harezmî'nin dayısı olduğunu iddia eden birine rastlamadık.
Harezmî'nin Şiiri
Böylelikle Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni olduğu konusunda tarihsel
açıdan bir şüphe olmadığı meselesi açıklığa kavuşmuş oldu. Şimdi
Harezmî'nin konuyla ilgili şiirini ele almamız yerinde olacaktır. Yakut
el-Hamevî şiiri şu şekilde nakleder – ileride el-Hamevî'nin görüşüne yer
vereceğiz.
Ben Âmil'de doğdum, Cerir oğulları benim dayımdır
Her insan dayısına çeker,
Bilin ki ben atadan babadan Rafızîyim,
Başkaları ise sonradan Rafızî
Bu şiiri, kıymetli bir kitap olan Nakz'ın müellifi Abdulcelil
Razî Kazvinî (öl. yaklaşık 560) de nakletmiştir. Kazvinî şöyle yazar:
“Meşhur Ebu Bekir Harezmî Şiî inancındadır ve fazıl kimseler onun
fazilet ve kadrini inkâr etmemiştir. Bu beyitler onundur.” Gerçi müellif
bir Şiî'nin asla Ebu Bekir ismini almayacağını yazmıştır. Daha sonra
şiiri nakleder. Kazvinî'nin naklettiği şiirle Yakut'un naklettiği şiir
ikinci dizede farklılık gösterir.52
Başkaları atadan babadan Rafızîdir,
Ben ise sonradan Rafızîyim.
Muhtemelen şiirin bu versiyonu doğrudur, önceki değil.
İbn Ebi'l-Hadid de bu şiiri nakletmiş, ancak şiiri tarihçi Taberî'ye değil de İmamî Taberî'ye izafe etmiştir.53
İbn Ebi'l-Hadid şiiri Taberî'nin söylediği kanısındadır ve büyük bir
hata içerisindedir. Çünkü ne meşhur bir edip olan Yakut ne de Kazvinî bu
şiiri -ister tarihçi ister İmamî Taberî olsun- Taberî'ye izafe
etmiştir. Şiirin sahibinin Harezmî olduğu kesindir.
İbn Funduk da bu şiiri Harezmî'ye izafe etmiş ve yalnızca birinci dizesini nakletmekle yetinmiştir.54
Kazvinî'nin, künyesi Ebu Bekir olduğu gerekçesiyle Harezmî'nin Şiî
olamayacağını iddia etmesiyle ilgili olarak şunları söylemek gerekir:
Öncelikle; el-Hamevî'nin rivayetinden, ayrıca Nişabur Şiîlerine yazdığı
mektubundan Harezmî'nin İmamî Şiîsi veya o günkü kullanımıyla Rafızî
olduğu anlaşılmaktadır.
İkincisi; şiirin el-Hamevî'nin ve İbn Ebi'l-Hadid'in naklettiği
versiyonundan da anlaşılacağı gibi, Harezmî'nin babası Sünnî olabilir ve
ona böyle bir künye seçmiş olabilir. O, dayılarından ötürü Rafızîliği
seçmiştir. Nitekim şiirinde, her insan dayısına çeker, demektedir.
Üçüncüsü; Kazvinî, Şiî ricâl kitaplarında, Masum İmamların (a.s)
sahabîlerinin birçoğunun adının Ömer olduğunu, hatta bazılarının Ebu
Osman künyesine sahip olduklarını görmüş olmalıdır.
Dördüncüsü; Muhtemelen Kazvinî kendi zamanına göre bir değerlendirmede
bulunmuştur veya bu söyledikleri bir çeşit alaydır. Her halükarda
Kazvinî'nin eleştirisi tutarlı değildir.
Yakut el-Hamevî'nin Harezmî'nin Şiiri Hakkındaki Görüşü
Yakut el-Hamevî Mucemü'l-buldan'ının Amul maddesinde
Harezmî'ye değinmiş ve şöyle yazmıştır: “O, Ebu Cafer'in dayısı olduğunu
sanmıştır.” Daha sonra şiiri nakleder ve ekler: “O yalan söyler, Ebu
Cafer Rafızî değildi.”
Yakut önce “sanmıştır” daha sonra “yalan” ifadesini kullanarak
Harezmî'nin Taberî'nin yeğeni oluşunu tekzip etmek mi istemiştir? Bize
göre cevap olumsuzdur. Görünen o ki, Taberî'nin Rafızî olmadığına dair
cümlesinden anlaşılan, onun Harezmî'nin Taberî'ye isnat ettiği Rafızîlik
nispetini yalanlamak istemiştir.
Harezmî'nin görüşüyle ilgili olarak Ravzatü'l-cennat'ın müellifi Vahid Behbehanî'nin oğlunun yazdığı Makamiu'l-fadl'dan bir alıntı yapar. Makami'nin
müellifi kitabında ricâl kaynaklarında adı geçen Muhammed b. Cerir
et-Taberî'nin kim olduğu sorusunu sorar. Şöyle yazar: Bizde Muhammed b.
Cerir adında iki kişi vardır. Birisi, İbn Cerir b. Galib et-Taberî'dir
ve Şafiî'dir. Nitekim Şafiî olan Nevevî Tehzibü'l-esma'sında
onu övmüştür. Bu Taberî her ikisi de ünlenen tarih ve tefsir
kitaplarının müellifidir. Diğeri ise Muhammed b. Cerir b. Rüstem
et-Taberî'dir. el-Müsterşid ve el-İzah kitaplarının
müellifi olan bu Taberî'nin Şiî olduğunda şüphe yoktur. Yeğeni
Harezmî'nin övgüyle söz ettiği Taberî de işte bu Taberî'dir. Lakin Yakut
el-Hamevî burada isim benzerliğinden dolayı hataya düşmüş ve Harezmî'yi
yalanlamıştır.
Makami müellifinin açıklamasını esas alan Ravzatü'l-cennat'ın
müellifi ise şunları yazar: “Yakut'un hatası Harezmî'nin kendisini
tarihçi Taberî'nin yeğeni olarak tanıttığını sanmasıdır.” Daha sonra söz
konusu Taberî'nin tarihçi Taberî olmadığını delilleriyle açıkladıktan
sonra ekler: “Şiî ricâl kaynaklarını dikkatle incelersen, her ne kadar
İbn Hallikan onu tarihçi Taberî'nin yeğeni olarak tanıtmışsa da, tarihçi
Taberî'nin Harezmî'den yaklaşık yüz sene önce yaşadığını görürsün.”57
Ayanü'ş-şia'nın müellifi de bu görüşü kabul etmiş ve Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin değil de İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmıştır.58
Biz, tarihte iki, hatta üç Taberî olduğunu kabul ediyoruz. Bu üç
Taberî'nin künyeleri, adları, Taberistan'a mensubiyetleri, hatta Âmulî59 uzantısı birbirinin aynıdır.
Necaşî Ricâl'inde bu iki Taberî'den birini Âmmî/Sünnî mezhep60, diğerini İmamî61 şeklinde nitelemiştir.
Aynı şekilde Şeyh Tusî de Fihrist'inde Âmmî/Sünnî mezhep Muhammed b. Cerir'in62
yanı sıra bir de İmamî Muhammed b. Cerir'den söz eder ve bu Taberî'nin
tarih ve tefsir müellifi Taberî'den başkası olduğunu açık bir dille
ifade eder.63
Merhum Aga Buzurg Tahranî'nin, ayrıca Hansarî'nin de bu konuda açıklamaları vardır.64 Bu iki müellif Necaşî'nin çağdaşı olan, ancak Necaşî'nin zikretmediği başka bir Taberî'den söz ederler.
Yakut'un iddiası, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur ve biz
ileride bu iddiayı tekrar ele alacağız. Ancak burada bir başka sorunla
karşı karşıyayız: Kendi yazdıklarına göre Taberî Âmmî/Sünnî mezhep
midir? Kesin tarih rivayetlerine karşın Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin
değil de İmamî Taberî'nin yeğeni olduğu iddiası sahih tarih
araştırmalarıyla bağdaşmamaktadır. Semanî, Yakut, İbn Funduk, Zehebî,
İbnü'l-İmad Hanbelî, İbn Hallikan ve Yafiî, Harezmî'nin tarihçi
Taberî'nin yeğeni olduğunu yazmışlardır. Bu durumda, nas karşısında
içtihada başvurup Harezmî'nin İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu
söyleyemeyiz.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi biz, şimdiye kadar yaptığımız
incelemeden ve tezkire müelliflerinin açıklamalarından Harezmî'nin
tarihçi Taberî'nin yeğeni olduğunu kabul edecek ve bundan sonra,
Taberî'nin Şiîliği veya Rafızîliği konusunu ele alacağız. Burada çözüme
kavuşturmamız gereken, Hansarî'nin işaret ettiği tek bir husus kalıyor:
Taberî'nin Harezmî'den yüz yıl önce yaşamış olması meselesi.
Harezmî'nin İmamî Taberî'nin yeğeni olduğunu varsaydığımızda hangi
Taberî'nin İmamî olduğu sorusuyla karşı karşıya kalırız. Aga Buzurg
Tahranî'nin incelemesine göre65 bir, Muhammed b. Cerir b. Rüstem b. Cerir veya Yezid et-Taberî adında el-Müsterşid kitabının müellifi olan Küleynî'nin (öl.329) çağdaşı bir Taberî vardır; bir de Delailü'l-imamet'in
müellifi olan Şeyh Tusî (öl. 460) ve Necaşî'nin (öl. 450) çağdaşı
Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî vardır. Eğer Harezmî'nin dayısı
olan Taberî'nin ilk Taberî olduğunu kabul edersek aynı sorunla karşı
karşıya kalırız. İkinci Taberî olduğunu kabul ettiğimizde ise onun
Harezmî'den yaklaşık yetmiş yıl sonra vefat etmiş olduğunu görürüz.
Tarihçi Taberî'nin vefatı ise Harezmî'den yetmiş üç yıl önce
gerçekleşmiştir. Bu durum da aynı sorun tekrar karşımıza çıkar.
Bu bakımdan her durumda sorun kendini göstermeye devam edeceğinden en
iyi yol meşhur rivayeti doğrulamak ve Harezmî'nin tarihçi Taberî'nin
yeğeni olduğunu kabul etmektir. Bu kabulü güçlendiren şey, çoğunluğunu
Sünnîlerin oluşturduğu bütün İslâm dünyasında, kültürel sahada ünlenen
Harezmî gibi birisinin hiç tanınmayan İmamî Taberî ile değil de meşhur
tarihçi Taberî ile övünmesinin makul görünmesidir. Nitekim Aga Buzurg
Tahranî'nin görüşüne göre de İmamî Taberî Küleynî'nin çağdaşıdır; diğer
Taberî ise Harezmî vefat ettiğinde muhtemelen yeni doğmuştur.
Taberî ile Harezmî arasındaki yetmiş üç yıllık zaman dilimine gelince;
bu sorun iki yoldan çözülebilir: Birincisi, dayı ile yeğenin ölüm
tarihleri arasında yetmiş üç yıl olmasının ne gibi bir sakıncası vardır?
Buna benzer örneklere çokça rastlamak mümkündür. İkincisi ise,
Harezmî'nin Taberî'nin kız kardeşinin torunu olduğunu düşünmektir. Bu
şekilde hem yeğen olduğu ortaya çıkar, hem de yetmiş üç yıllık zaman
farkı sorunu çözüme kavuşur.
Taberî'nin Rafızîliği
Şimdi sorulması gereken asıl soru şudur: Taberî'yi Rafızî olarak nitelemek mümkün müdür?
Evet, sadece Taberî bağlamında da olsa, böyle bir nispetin mümkün olduğunu doğrulayan kanıtlar mevcuttur.
İlk kanıt, Taberî'nin Hanbelîlerin gazabına uğramış olmasıdır. Nitekim İhtilafü'l-fukaha'da
fakih değil de muhaddis olduğu gerekçesiyle Ahmed b. Hanbel'in adını
zikretmemesi Taberî'nin Şiî eğilimden kaynaklanmış olabilir. Çünkü o
dönemde Bağdat'ta çatışmanın merkezinde Hanbelîler ve Şiîler vardı.
Yakut Mucemü'l-udeba'sında şöyle yazar: “Amme/Hanbelîlerin korkusuyla o gece defnedildi, çünkü Şiîlikle itham edilmişti.”66 Yakut bir başka eseri Mucemü'l-buldan'da
Taberî'nin Rafızî olduğunu kabul etmez ve Harezmî'yi tekzip etmek için
yazdığı şiirinde şöyle der: “Hanbelîler Taberî'yi kıskandılar ve onu
Rafızîlikle suçladılar / Harezmî de fırsattan istifade edip Taberî'yi
Rafızî yaptı.”67
Taberî'nin Rafızîliği Tarih ve Tefsir'indeki
görüşleriyle bağdaşmaz; ancak tamamen yersiz bir nispet olduğu da
söylenemez. Harezmî'nin açıklaması ve hakkındaki diğer söylentiler göz
önüne alındığında bu durum iki şekilde yorumlanabilir.
a) Taberî ömrünün sonlarında Şiîliğe yönelmiş, hatta
Rafızî eğilimlere sahip olmuş, ancak Hanbelîlerden çekindiğinden bu
yönünü belli etmemiştir.
b) Taberî -Emevî taraftarı değil de- insaflı bir Sünnî
olarak Ehlibeyt'in faziletiyle ilgili rivayetleri kabul etmiş, diğer
meselelerde de itidalli davranmıştır.
Muhtemelen birinci seçenek daha güçlü bir ihtimali beyan eder. Nitekim metinlerde geçen rafızîlik nispetiyle de bağdaşmaktadır.
Her ne kadar Taberî ömrünün büyük bölümünde Ehlibeyt Mektebi'nden
münharif olmuşsa da sonlarına doğru Şiîliğe ve Rafızîliğe temayül
etmiştir. Nitekim bu yüzden de Hanbelîlerden korktukları için onu
geceleyin defnetmek zorunda kalmışlardır.
Harezmî de Taberî'nin ehlibeytinden/ev halkından olduğundan beyitte/evde ne olduğunu idrak etmiştir.
Taberî'nin Rafızî olduğunu söyleyen bir başka müellif Ahmed b. Ali
es-Süleymanî, onun “Rafıza için hadîs uydurduğunu” yazmıştır.
Zehebî, Süleymanî'nin bu sözünü tekzip eder ve böyle bir şeyin Taberî
gibi bir şahsiyete yakıştırılamayacağını söyleyerek şöyle yazar: “Onun
içinde bir miktar Şiîlik eğilimi ve Ehlibeyt muhabbetti mevcuttur, lakin
zararsızdır.”68
Daha sonra Zehebî, Süleymanî'nin İbn Cerir b. Rüstem Taberî'yi
kastetmiş olabileceğini yazar. Kanaatimizce bu ihtimal doğru değildir.
Süleymanî gibi Sünnî bir âlimin hangi Taberî hakkında konuştuğunu
-özellikle de tarihçi Taberî'nin Sünnî âlimlerce çok iyi tanındığı
hesaba katılırsa- bilmemesi uzak bir ihtimaldir.
Taberî'nin Şiîliğini ispatlayacak bir başka delil -son zamanlarda
bulunan- Gadir Hadîsi'nin rivayet tariklerine dair yazdığı kitabıdır.
Gerçi Sünnî ravilerin birçoğu söz konusu hadîsi kabul eder; ancak Taberî
bu konuda detaylı bir kitap yazmayı tercih etmiştir ki bu da Gadir
Hadîsi'ne verdiği önemi göstermektedir.
Şia âlimlerinden Necaşî ve Tusî bu kitaptan söz etmiştir.69
Zehebî de, İbn Davud'un Gadir Hadîsi'ni reddettiğini duyduğunda
Taberî'nin Ehlibeyt'in faziletlerine ve Gadir Hadîsi'in sıhhatine dair
bir kitap kaleme aldığını yazar.
Daha sonra Turuk-i Hadîs-i Gadir'in bir nüshasını gördüğünü ve kitapta nakledilen isnadların çokluğu karşısında şaşkına döndüğünü yazar.70 Zehebî ayrıca Taberî'nin, diğer sahabîler hakkında yazdığı gibi Ehlibeyt hakkında da bir müsned yazdığını belirtir.71
Taberî'nin Ehlibeyt'in faziletine dair bir kitap yazdığını teyit eden
Yakut el-Hamevî, kitabın başında Gadir Hadîsi'nin tariklerinin yer
aldığını, ancak kitabın yarım kaldığını yazar.72
Bağdat şeyhlerinden bir şeyhin (İbn Ebî Davud'u kasteder ancak adını
anmaz) Gadis Hadîsi'ni inkâr ettiğini, kanıt olarak Hz. Peygamber
Gadir-i Hum'da iken Hz. Ali'nin Yemen'de olduğunu, kanıtını
sağlamlaştırmak için de bu konuda şiirler uydurduğunu yazan el-Hamevî'ye
göre Taberî bunun üzerine Hz. Ali'nin faziletlerini nakletmiş ve Gadir
Hadîsi'nin isnadlarını derlemiştir. el-Hamevî'nin bildirdiğine göre
kalabalık bir kitle hadîsi dinlemek için toplanmıştır ve bir Rafızî
topluluk da kalabalık arasında yer almıştır. Müellif, Taberî'nin Ebu
Bekir ve Ömer'in faziletleriyle başladığını, sonra Abbasîlerin Abbas'ın
faziletlerini anlatmasını istediği ancak kitabın sonunu yazmaya
Taberî'nin ömrünün yetmediğini söyler.73
el-Hamevî'nin rivayetinin, içinde çelişkiler olan son kısmının sıhhatli olup olmadığına dair elimizde yeterince bilgi yok.
Taberî'nin Gadir Hadîsi'ne önem vermesi ve hadîsin isnadlarını ele alan Kitabü'l-velayet
adında bir kitap yazması onun Rafızîliği bakımından önemli bir
meseledir. Zehebî'nin yaşadığı döneme, hicrî altıncı yüzyıla kadar
bilinen bu kitap ne yazık ki bugün elimizde bulunmamaktadır.
Taberî ayrıca Tayr Hadîsi hakkında da bir kitap yazmıştır. Tayr
hadîsine göre Hz. Peygamber, kızarmış tavuk yerken Allah'tan kendisine
eşlik etmesi için en hayırlı kulunu göndermesini istemiş, bunun üzerine
Hz. Ali çıkagelmiştir.74
Taberî'nin Gadir Hadîsi'nin inayetiyle hakikati keşfetmeden önce hiçbir fıkhî mezhebe75
tabi olmaması ve bağımsız kalmayı tercih etmesi onun özgür ruhlu birisi
olduğunu gösterir. Âmul halkının çoğunun Şiî olması da göz önünde
bulundurulması gereken ayrı bir husustur.
Biz, Taberî'nin bizim anladığımız anlamında İmamî Şiî olduğunu
kanıtlama peşinde değiliz. Ancak bütün rivayetler onun bu düşünceye
sahip olduğunu, ömrünün sonlarında da bizim anladığımız anlamda bir Şiî
olduğunu göstermektedir.
Hicrî üçüncü asırda halkın diline pelesenk olmuş meşhur bir rivayet
vardı: “Sen bana küçük bir Şiî göster, ben sana ondan daha büyük bir
Rafızî göstereyim.”76
Bu bir hakikati ifade etmektedir. Zira yaygın olmasına rağmen Gadir
Hadîsi'ni sonradan fark edip küçük bir Şiî olan biri, büyük bir
Rafızî'ye dönüşme potansiyeline sahiptir.
Bağdat'ta Hanbelîlerin üstünlüğü muhakkak Taberî'yi takiyye yapmak
zorunda bırakmış, bu yüzden de Taberî'nin Şiîliği meselesi bugüne değin
muğlâklığını korumuştur.
Taberî'nin Âmmî/Sünnî mezhepli olmakla ünlenmesinin nedeni, Müslümanların, bilhassa Sünnîlerin önemli miraslarından olan Tarih'i ve Tefsir'i
kaleme almış olmasıdır. Ancak onun ömrünün sonlarına doğru farklı
düşünmüş olması mümkündür ve çok doğaldır. Nitekim rivayetler ve yeğeni
Harezmî'nin tanıklığı bu varsayımın doğru olduğunu göstermektedir.
Son notlar
* İbn Hacer, Yakut el-Hamevî'nin Ahmed b. Tarik'i Rafızî addetmesiyle
ilgili olarak şöyle yazar: “Yakut Nasıbîlikle itham ediliyordu ve ona
göre Şiî, Rafızî demekti.” Bkz. İbn Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 1, s. 188.
** İbn Ebi'l-Hadid bu kitabın bazı bölümlerini alıntılamıştır, ancak kitabın orijinali ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. el-Osmaniyye'nin sonunda İbn Ebi'l-Hadid'in bu kitaptan yaptığı alıntılar yayımlanmıştır.
*** İbn Abdülbir şöyle yazar: “Halifelerin tarihsel sıraya göre daha
faziletli olduklarına dair icma Ahmed b. Hanbel zamanında ortaya çıktı.”
Bkz. el-İstiab, c. 1, s. 154.
**** İbn Kesir'in zikrettiği isim doğrudur. Bu zat, Zahirî mezhebinin
kurucusu Davud b. Ali'nin oğludur. Muhammed, İbn Nedim'in bildirdiğine
göre, Taberî'nin görüşlerini çürütmek için bir reddiye yazmıştır. Ancak
başta Yakut el-Hamevî olmak üzere rical müelliflerinin rivayetlerinden
Taberî ile çatışanın Sünen müellifi Ebu Davud'un oğlu Ebu Bekir b. Ebu Davud olduğu anlaşılmaktadır.
***** Brockelmann, Ahmed b. Hanbel'in dedesinin adı Harkus olduğu için
kitaba bu ismin verildiğini, ancak kitabın Hanbelîliğe bir reddiye
olduğunu yazar. Bkz. Tarihu'l-edebi'l-Arabî, c. 3, s. 50.
1. bkz. İbn Nedim, el-Fihrist, Tahran h.k. 1393, s. 291.
2. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 48.
3. İbn Nedim, el-Fihrist, s. 291.
4. bkz. Taberî, Leiden, c. 15, s. LXXXIX.
5. Taberî, c. 15, s. LXXXIX; Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 50.
6. Yakut el-Hamevî, age., c. 15, s. 56.
7. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 147;
ayrıca bkz. ed-Davudî, Tabakatü'l-müfessirîn, c. 2, s. 113; Yakut
el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 18, s. 54.
8. Taberî, c. 15, s. LXXXIV.
9. Nevevî, Tezhibü'l-esma ve'l-lugat, Beyrut, c. 1, s. 79.
10. İbn Nedim, el-Fihrist, s. 292-293; ayrıca bkz.
Şezaratü'z-zeheb, c. 2, s. 260; İbn Hallikan, Vefeyatü'l-ayan, c. 3, s.
332; eş-Şirazî, Tabakatü'l-fukaha, s. 93; Yakut el-Hamevî,
Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 54, 93.
11. bkz. Hatib Bağdadî, er-Rıhle fi talebi'l-hadîs.
12. İslam medeniyetinin ilerlemesi ve gelişmesi
hakkında bkz: Adam Mez, Temeddun-i İslamî der Karn-i Çeharrum-i Hicrî,
Farsçaya çev. Ali Rıza Karagozlu (Türkçesi için bkz. Onuncu Yüzyılda
İslâm Medeniyeti, çev. Salih Şaban, İstanbul 2000).
13. bkz. İbn Nedim, el-Fihrist, index, s. 111-112.
14. bkz. Mütemmimu tabakati'l-kübra, tahkik: Ziyad Muhammed Mansur, Hicaz, s. 157, 318.
15. Burada Allame'nin notlarından ve sözlü tezekkürlerinden faydalandık.
16. bkz. Seyyid Ruhanî, Buhus maa ehlisünne ve's-selefiyye, s. 24-25
17. bkz. İbn Ca'd, Müsned, c. 1, s. 527.
18. Bu kitap Şeyh Muhammed Bâkır Mahmudî tarafından Beyrut'ta yayımlanmıştır.
19. bkz. Tabakatü'l-Hanabile, c. 1, s. 393; Seyyid Ruhanî, Buhus, s. 25.
20. bkz. İbn Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 3, s. 357.
21. bkz. İbn Kuteybe, el-İhtilaf fi'l-lafz, tahkik: Muhammed Zahid el-Kevserî, Mısır h.k. 1349, s. 47-49.
22. Makdisî, Ahsenü't-takvim, s. 126.
23. bkz. Bağdadî, Tarihu Bağdad, c. 2, s. 164; İbn
Esir, age., c. 8, s. 135; Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, c. 2, s. 712; İbn
Hacer, Lisanü'l-mizan, c. 5, s. 102; ed-Davudî, Tabakatü'l-müfessirîn,
c. 2, s. 110.
24. Semanî, el-Ensab, c. 9, s. 42; İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 146; Tarihu Bağdad, c. 2, s. 164;
Zehebî, age., c. 2, s. 712; İbn Esir, age., c. 8, s. 131.
25. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 43.
26. Taberî, c. 15, s. XCVIII.
27. Taberî, c. 15, s. XCXIII.
28. İbn Esir, age., c. 8, s. 134.
29. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 18, s. 58.
30. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye, c. 11, s. 146-147.
31. Yakut el-Hamevî, age., c. 18, s. 40.
32. İbn Esir, age., c. 8, s. 134-135.
33. İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, c. 6, s. 172.
34. Necaşî, s. 225.
35. Taberî, c. 15, s. LXXXVII.
36. Taberî, c. 15, s. LXXXIV; ayrıca bkz. es-Sehmî, Tarihu Curcanî, s. 554.
37. Salebî, Yetimete'd-dehr, s. 208, ayrıca bkz. s. 214, 217, 225.
38. bkz. Semanî, el-Ensab, c. 5, s. 213.
39. krş. Zehebî, Mizanü'l-itidal, c. 1, s. 5. Elbette onun bu konudaki bazı iddiaları asılsızdır.
40. Harezmî, Resail, Beyrut, s. 16.
41. Semanî, age., c. 5, s. 213-214.
42. İbn Esir el-Cezerî, el-Lübab fi tezhibi'l-ensab, Beyrut, c. 1, s. 468.
43. Salebî, age., c. 4, s. 204.
44. Hansarî, Ravzatü'l-cennat, c. 7, s. 296.
45. Zehebî, Siyerü'l-ilami'n-nübela, c. 16, s. 526.
46. İbn Funduk, Tarih-i Beyhak, s. 16.
47. İbn Funduk, age., s. 108.
48. İbn İmad el-Hanbelî, Şezeratü'z-zeheb fi ahbari men zeheb, c. 3, s. 105.
49. Yafiî, Miratü'z-zaman, c. 2, s. 416.
50. Ziriklî, el-İlam, c. 6, s. 183.
51. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 1, s. 57.
52. Abdülcelil Razî Kazvinî, Nakz, s. 218.
53. İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu nehci'l-belağa, c. 2, s. 36.
54. İbn Funduk, age., s. 108.
55. Necaşî, age., s. 202, 317.
56. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-buldan, c. 1, s. 57.
57. Hansarî, age., c. 7, s. 293-294.
58. el-Amilî, age., c. 9, s. 377-378, 199.
59. İbn Nedim, age., s. 291. Tarihçi Taberî'nin adını Amulî şeklinde kaydetmiştir.
60. Necaşî, age., s. 225.
61. Necaşî, age., s. 266.
62. Şeyh Tusî, el-Fihrist, s. 150.
63. Şeyh Tusî, age., s. 159.
64. Hansarî, age., c. 7, s. 294; Şeyh Abbas Kummî, el-Küney ve'l-elkab, c. 1, s. 331-333.
65. Aga Buzurg Tahranî, ez-Zeria ila tesanifi'ş-şia, c. 21, s. 9, c. 8, s. 241.
66. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 17, s. 40.
67. Yakut el-Hamevî, age., c. 1, s. 57.
68. Zehebî, Mizanü'l-itidal, c. 3, s. 499.
69. Necaşî, age., s. 225; Şeyh Tusî, age., s. 150.
70. Zehebî, Tezkiretü'l-huffaz, c. 2, s. 713.
71. Zehebî, age., c. 2, s. 713.
72. Yakut el-Hamevî, Mucemü'l-udeba, c. 17, s. 81.
73. Yakut el-Hamevî, age., c. 17, s. 82.
74. Şeyh Abbas Kummî, age., c. 1, s. 231; Amilî, Ayanü'ş-şia, c. 9, s. 199.
75. İbn Nedim, age., s. 291.
76. İskafî, el-Miyar ve'l-muvazene, s. 32.
çev: İbrahim Erkin
Bu yazı ilk defa, 17 Eylül 2013 tarihinde www.medyasafak.net adresinde, burada yayınlanmıştır.
Etiketler
Şiîlik Araştırmaları Kitaplar
Hz. Ali
Hz. Hüseyin
İslam Sanatı
Şia tarihi
İslam Edebiyatı
Şiî Ulema
Ehl-i Beyt
Gadir-i Hum
hac
İslam tarihi
Şiî taklid mercileri
Kâbe
Şiîlik Araştırmaları makaleler
Hz. Ali Cenknameleri
Şiî Literatürü Hadis
Şiîlik Araştırmaları Sempozyum
Bektaşîlik
Kerbelâ
Şiîlik Araştırmaları Konferans
Hz. Muhammed
Kaçarlar
havername
Zeydîlik
İsmailîlik
Şiî Fırkalar
Şiî Literatürü Tefsir
Büveyhîler
Hz. Fatıma
Siyer
menakıbname
Şiîlik Araştırmaları Doktora Tezi
Şiîlik Araştırmaları Paneller
Fatımîler
Hz. Ali Portreleri
Kerbelâ Mersiyeleri
ravzahânî
Şiî Literatürü Kelam
Şiîlik Araştırmaları Batılı Araştırmacılar
Şiîlik Araştırmaları Dergiler
Şiîlik Araştırmaları Seminerler
Şiîlik Araştırmaları Türkiyeli Araştırmacılar
Afşarlar
Ahîlik
Hz. Hatice
İmam Ali er-Rıza
İmam Musa el-Kâzım
İmam Zeynelabidin
İslam Felsefesi
Şiî Literatürü Mesur Dualar
Şiîlik Araştırmaları Araştırma Merkezleri
Şiîlik Araştırmaları İranlı Araştırmacılar