Kerbela Savaşı XIX-XX. yüzyıl, Kaçarlar dönemi Brooklyn Müzesi |
Ömer b. Sa’d, ordusuna saldırma emri verdi. Hicrî 61
yılının Muharrem ayının dokuzuncu gününün (9 Ekim 680) akşamı vuku bulacak ilk
saldırı, İmam Hüseyin’in (as) isteği üzerine ertesi güne ertelendi.[1]
Dokuzuncu günün akşamı İmam Hüseyin, aile efradını ve ashabını etrafına toplayarak, “Yarın savaş olacak. Ben sizleri gecenin karanlığından istifade edip burayı terk etmekte özgür bırakıyorum. Düşman benim peşimde; beni ellerinde tuttukları sürece sizinle bir işleri olmaz. Siz vazifenizi yerine getirdiniz.” dedi.
İmam Hüseyin’in bu sözleri üzerine ashabı, “Ey Peygamber’in oğlu! Allah’a ant olsun ki canlarımızı senin yolunda feda etmedikçe senden ayrılmayız.” dediler.
İmam Hüseyin onlar için Allah’a dua etti. Sonra düşmanın arkadan saldırmasını önlemek için ashabına çadırları birbirlerine yaklaştırmaları, çadırların arka tarafına hendek kazıp içini odunla doldurmaları talimatını verdi.[2]
Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes köşesine çekilip namaz kıldı, Allah ile münacat etti. Bazı rivayetlerde onların dua fısıltıları, arıların vızıltısına benzetilmiştir.[3]
10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Cuma günü, Âşura Günü, sabah namazından sonra Ömer b. Sa’d, ordusunu düzene soktu; Ömer b. Haccac’ı ordunun sağına, Şimr’i soluna yerleştirip Urve b. Kays’ı süvarilerin, Şebes b. Ribî’yi ise piyadelerin başına geçirdi. Sancağı kölesi Zeyd’e verdi.[4]
Diğer tarafta İmam Hüseyin, otuz iki atlı ve kırk piyadeden oluşan ordusunu düzene sokuyordu. Züheyr b. Kayn’ı birliğin sağ tarafına, Habib b. Muzahir’i sol tarafına yerleştirmişti. Sancağı kardeşi Ebulfazl Abbas’a verip ashabıyla birlikte çadırların önünde düşmana karşı durdu. Savaş başlamadan önce İmam Hüseyin içi odunla doldurulan hendeklerin tutuşturulmasını istedi.
Bu esnada Şimr, İmam Hüseyin’e, “Ateşe girmekte acele mi ediyorsun?” deyince İmam Hüseyin, “Sen ateşe girmeye daha layıksın!” dedi. Müslim b. Avsece, İmam Hüseyin’den okuyla Şimr’i nişan almak için izin istedi ama İmam Hüseyin, “Savaşı başlatan taraf olmak istemiyorum,” diyerek onun bu isteğini geri çevirdi.[5]
İmam Hüseyin, savaş başlamadan önce Büreyr b. Hudayr’dan bir konuşma yaparak düşman ordusunu uyarmasını istedi. Büreyr konuşmasında Kûfelilere hitaben şöyle dedi:
“Hz. Muhammed’in (s) nesli aramızdadır. Onlar Peygamber’in zürriyeti, soyu, çocukları, Ehl-i Beyti’dir! Onlardan ne istiyorsunuz?”
“İbn Ziyad’ın hükmüne teslim olmaları,” cevabını alınca şöyle devam etti: “Geldikleri yere geri dönmelerini kabul etmez misiniz? Acaba siz, onların sizin mektuplarınız üzerine buraya geldiklerini unuttunuz mu? Yahudilerin, Hıristiyanların, Mecusîlerin faydalandıkları sudan onları men mi ediyorsunuz? Peygamberinizin nesline kötü davranıyorsunuz ya Allah da sizi kıyamet gününde susuz bıraksın.”
Karşı taraftan Büreyr’in sözlerini alaya alan birtakım sesler duyuldu.[6]
Sonra İmam Hüseyin, Kûfelilere hitaben bir konuşma yaptı: “Ben sizlerden gelen mektuplar üzerine buraya geldim. Benden Kûfe’ye gelmemi, Muhammed (s) ümmetini ıslah etmemi istediniz. Sizin davetinize uyup gelmişken kanımı dökmeniz uygun düşer mi? Ben Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Hamza, Abbas, Cafer benim amcalarım değiller mi? Hz. Peygamber’in kardeşimle benim hakkında buyurduğu ‘Hasan ile Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.’ sözünü duymadınız mı?”
Ardından, düşman ordusundakilerle birer ikişer görüştü; onlara yazdıkları mektupları, kendisinin kim olduğunu hatırlattı ama onlar anlamazlıktan geldiler.[7]
İmam Hüseyin’in sözlerini işiten kadınlar ve çocuklar ağlamaya başladı. İmam Hüseyin, kardeşi Ebulfazl Abbas’tan onları teskin etmesini istedi. Bu konuşma, İmam Hüseyin’in Kûfelilere hitaben yaptığı en uzun konuşmaydı. İmam Hüseyin, daha sonra da Kûfelilere hitaben kısa ve uzun birçok konuşma yaptı.[8]
Konuşmaların ardından iki ordu karşı karşıya geldi. Artık savaş kaçınılmazdı; İmam Hüseyin, İbn Ziyad’a teslim olmayacağını kesin bir dille ifade etmişti:
“İbn Ziyad benden ölümü veya zillet[le boyun eğmey]i kabul etmemi istiyor. Bilin ki zillet bizden uzaktır.”
Savaşın kaçınılmaz hâle gelmesiyle İbn Ziyad’ın ordusunda bulunan Hür b. Yezid, ruhî bir buhran yaşamaya başladı. Hz. Hüseyin’in yanına gitti, “İçimde bir şeyler koptu. Artık ben senin yolunda canımı feda etmek istiyorum. Acaba bu tövbemin kabul olmasını sağlar mı?” dedi. Hz. Hüseyin ona tövbesinin kabul olacağını, artık dünyada ve ahirette hür bir insan olduğunu söyledi.[9]
Savaş, Ömer b. Sa’d’ın attığı okla başladı. Oku attıktan sonra övünçle “Ubeydullah’ın yanında ilk oku benim attığıma dair tanıklık edin.” diye bağırdı.[10]
Ok atışıyla başlayan savaş göğüs göğüse çarpışmalarla devam etti. Hz. Hüseyin’in ashabı birer ikişer şehid oldu. Savaş iyice şiddetlenmişti. İbn Ziyad’ın ordusu önce sağ taraftan, sonra sol taraftan İmam Hüseyin’in birliğine saldırdı. İmam Hüseyin’in birliği onları ok yağmuruna tuttu; birkaçı öldü, birkaçı yaraladı. Bu sırada İmam Hüseyin’i cehennemle müjdeleyerek öne doğru atılan Abdullah b. Cevze, İmam Hüseyin’in bedduasıyla atından düştü, ayağı atın terkisine takıldı, yerde sürüklendi, hendeğin içine düşüp yanarak öldü. Bu olayı gören Mesruk b. Vail, İbn Ziyad ordusundan ayrılıp İmam Hüseyin’in tarafına geçti. [11]
Hz. Hüseyin’in ashabı birer ikişer savaş meydanına çıkıp şehid oldu. Önce, İmam Hüseyin’in yolunu kesen, daha sonra onun tarafına geçen Hür de bu çarpışmalar esnasında karşı taraftan birkaç kişiyi öldürüp şehid oldu.[12]
Savaş, Âşura Günü’nün öğle ezanına kadar devam etti. Öğle namazı vakti girdiğinde İmam Hüseyin, İbn Ziyad ordusundan savaşa ara vermelerini istedi. Karşı taraftan Husayn b. Temim: “Sizin namazınız kabul olmaz!” diye bağırınca Habib b. Muzâhir: “Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin namazı kabul olmaz da sizin namazınız mı kabul olur?” dedi. Bunun üzerine Husayn b. Temim ile Habib b. Muzâhir arasında başlayan çatışma Habib’in şehid olmasıyla son buldu. İmam Hüseyin geri kalan ashabıyla birlikte cemaat namazı kıldı. Namaz kılarken İmam Hüseyin’i düşman oklarından korumak için önünde duran Said b. Abdullah Hanefî, okların birinin hedefi olup şehid düştü.[13]
Gitgide İmam Hüseyin’in ashabının sayısı azalıyordu. Kalanlar düşmanla göğüs göğüse çarpışmaya güç yetiremediklerinden İmam Hüseyin’in etrafını sarıp düşmana karşı onu savunuyorlardı. Onlar da şehadet şerbetini içince İmam Hüseyin’in aile efradı savaş meydanına çıktı. İmam Hüseyin’in aile efradından on altı kişi Kerbelâ’da şehid oldu: Ali Ekber lakabıyla anılan Ali b. Hüseyin, Abdullah b. Ali, Osman b. Ali, Abbas b. Ali, Muhammed b. Ali, Ebu Bekir b. Ali, Kasım b. Hasan, Abdullah b. Hasan, Abdullah b. Hüseyin, Avn b. Abdullah b. Cafer-i Tayyar, Muhammed b. Abdullah b. Cafer, Abdurrahman b. Akîl, Cafer b. Akîl, Abdullah el-Ekber b. Akîl, Muhammed b. Müslim b. Akîl, Abdullah b. Müslim b. Akîl ve Muhammed b. Ebi Said b. Akîl.[14]
Aile efradının da şehid olması üzerine İmam Hüseyin yalnız kaldı. Atının üzerindeyken kucağına süt çocuğu Ali Asgar lakaplı Abdullah b. Hüseyin’i verdiler. İmam Hüseyin oğlunu sevmeye başladı. O sırada düşmanın attığı bir ok, Ali Asgar’ın boğazına isabet etti, başını bedeninden ayırdı. İmam Hüseyin oku çocuğun boğazından çıkardı, kanı üzerine sürdü, avucunu kanla doldurup havaya savurdu. Sonra da Ali Asgar’ı kardeşlerinin yanına bıraktı.[15]
İmam Hüseyin savaşçı istedi; recez okuyarak atını meydana sürdü. Kılıç sallıyor, düşman askerlerini bir bir yere seriyordu. Bu sırada Şimr, piyade ve süvarilerden oluşan bir grup askerle çadırların üzerine yürüdü. Savaş sırasında İmam Hüseyin’i çadırlardan uzaklaştırmışlardı. İmam durumu fark edince, “Ey Süfyanoğulları! Dininiz yok, Araplığınızı da mı unuttunuz. Ben burada sizinle savaşırken siz aileme mi saldırıyorsunuz.” dedi. İmam’ın bu sözleri üzerine Şimr, adamlarına geri dönmelerini emretti. Art arda İmam Hüseyin’e saldırıyorlardı.
İmam Hüseyin çok susamıştı. Birden atını Fırat’a doğru sürdü. Askerler ona engel oldular. Ebu’l-Hanuk adında biri İmam Hüseyin’i okla alnından vurdu. İmam Hüseyin bir yandan vücuduna saplanan okları çıkarıyor, bir yandan savaşıyordu. Bulunduğu durumu Allah’a şikâyet ediyor, Allah’tan intikamını almasını istiyordu. Bu sırada Husayn b. Numeyr’in attığı ok, İmam Hüseyin’in ağzına isabet edince ağzından kan akmaya başladı. İmam Hüseyin bir yandan eliyle kanı temizliyor, bir yandan Allah’a hamdediyordu. O hâlde Fırat’a doğru yöneldi. Eban b. Darem taifesinden birisi: “Suya yaklaşmasına izin vermeyin!” diye bağırdı. İmam Hüseyin’in su içip güç toplamasından korkuyorlardı. Bir grup İmam Hüseyin ile suyun arasına geçti. İmam Hüseyin durdu, “Allah’ım onu susuzluktan öldür!” diye dua etti. Ebanlı adam bir ok fırlattı. Ok, İmam Hüseyin’in ağzına isabet etti. İmam oku çıkarttı, ellerini göğe kaldırdı, “Allah’ım, Peygamberinin kızının oğluna yapılanları sana şikâyet ediyorum!” dedi. Bir süre sonra o adam susadığını söyleyip su istedi. Su içiyor ama bir türlü suya kanmıyordu. O kadar çok su içti ki sonunda karnı bir devenin karnı gibi çatladı, öldü.[16]
İmam Hüseyin tek başınaydı ama kimse ona yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Bunun üzerine Şimr: “Ne bekliyorsunuz, öldürsenize!” diye bağırdı. Ordu her taraftan saldırıya geçti. İmam Hüseyin’e ilk yaklaşan Zur’a b. Şerik oldu. Elindeki kılıçla İmam Hüseyin’in sol omzuna bir darbe indirdi. İmam Hüseyin bir kılıç darbesiyle onu öldürdü. Başka birisi kılıcıyla sırtına vurdu. İmam Hüseyin yüzüstü yere düştü; kalkmak istiyor ama kalkamıyordu. Bu esnada Sinan b. Enes elindeki mızrağı İmam Hüseyin’in boğazına sapladı, sonra çıkarıp göğsüne vurdu. Ardından bir ok fırlattı. Ok, İmam Hüseyin’in boğazına saplandı. İmam Hüseyin tekrar yere düştü. Sonra oturdu, boğazına saplanan oku çıkardı; oluk oluk kan akıyordu. Ellerini akan kanın altına tuttu. Avucuna biriken kanı yüzüne, sakalına sürdü, “Hakkım gasp edilmiş, kanıma bulanmış bir hâlde Allah’ı mülâkat edeceğim.” dedi.
Bu sırada Ömer b. Sa’d, sağında duran bir adama: “Yazıklar olsun sana! Atından in de Hüseyin’i rahata kavuştur.” dedi. Atından inen Havlî b. Yezid, İmam Hüseyin’in başını bedeninden ayırmak istediyse de vücudunu saran titreme ona engel oldu. Bunun üzerine Sinan b. Enes atından indi, “Senin Peygamber evladı olduğunu; ana-baba yönünden herkesten üstün olduğunu bile bile başını bedeninden ayıracağım!” diyerek kılıcını indirdi.[17]
İmam Hüseyin şehid olduğunda bedeninde otuz üç mızrak, otuz dört kılıç yarası vardı.[18] Yezid’in askerleri, İmam Hüseyin’in üzerindeki elbiseleriyle eşyalarını yağmaladılar: Esved b. Hanzala veya Felafes en-Nahşelî kılıcını aldı. Caune b. el-Cune veya İshak b. Harbe el-Hazremî İmam Hüseyin’in gömleğini soydu, çopur hastalığına yakalanan el-Cûne veya Harezmî’nin oracıkta vücudundaki tüyler döküldü. İmam’ın içine giydiği elbiseyi alan Ebhar b. Ka’b felç oldu. Çizmesini çıkarıp ayağına giyen Ebhar b. Amr el-Curmî veya Esved b. Halid yere yığılıverdi, ömrünün sonuna kadar da ayağa kalkamadı. Becdel b. Selim el-Kelbî, yüzüğünü almak için İmam’ın parmağını kesti. Cabir b. Yezid Avdî veya Ahnes b. Mursid, İmam Hüseyin’in sarığını çıkarıp başına dolayınca cüzam hastalığına yakalandı, bir başka rivayete göre delirdi. İmam’ın Betrâ adındaki zırhını Ömer b. Sa’d aldı. Kays b. Eş’as da İmam’ın kadife elbisesini aldı.[19]
Sonra Ömer b. Sa’d, askerlerine, “Hüseyin’in cesedinin üzerinde at koşturmak için kim gönüllü olur?” dedi. Altı veya on kişi öne çıktı. Atlarına binip dörtnala İmam Hüseyin’in mübarek naaşının üzerinde gidip geldiler. İmam Hüseyin’in cansız bedeni paramparça oldu, kemikleri kırıldı.[20]
Bu olaylar olurken kızıl bir bulut ortalığı sardı, gök karardı. Ortalık toz duman olmuştu, göz gözü görmüyordu. Allah’ın azabının başladığı, azabın hemencecik ineceği hissine kapıldılar. Bir zaman sonra karanlık kayboldu. İmam Hüseyin’in atı Zülcenah, bir o yana bir bu yana koştu, sonunda gelip İmam’ın başucunda durdu, yüzünü İmam’ın kanlı yüzüne sürdü. Sonra çadırlara doğru ilerleyip çadırların etrafında koştu. Atın sesini duyan kadınlarla çocuklar İmam Hüseyin’in geri döndüğü düşüncesine kapılarak çadırlardan dışarı çıktılar ama atın kan revan içinde olduğunu görünce ağlamaya başladılar.[21]
Şimr ve beraberindekiler, kadınların çadırlarına doğru ilerliyordu. Büyük küçük demeden herkesi esir alıp çadırlardaki eşyaları yağmaladılar. Bu sırada İmam Hüseyin’in hasta olduğu için savaşamayan oğlu Ali b. Hüseyin’i gören Şimr, kılıcını çekip onu öldürmek istediyse de Ömer b. Sa’d engel oldu.
Daha sonra Ömer b. Sa’d, İmam Hüseyin’in başını Havlî b. Yezîd ve Hamîd b. Müslim Ezdî eşliğinde İbn Ziyad’a gönderdi. Kendileri de ertesi gün veya iki gün sonra, yanlarında İmam Hüseyin’in yetmiş iki sahabîsinin kesik başlarıyla esir aldıkları kadınlarla ve çocuklarla birlikte, Kûfe’ye doğru yola koyuldular.[22]
Havlî b. Yezîd, İmam Hüseyin’in başını İbn Ziyad’a götürmekle görevlendirilmişti. Öğleye doğru Kûfe’ye ulaştığında doğruca İbn Ziyad’ın sarayına gitti, sarayın kapıların kapalı olduğunu gördü. Bunun üzerine İmam Hüseyin’in başıyla birlikte evinin yolunu tuttu. Eve vardığında Hz. Hüseyin’in başını tandırın içine koydu, yatağına uzandı. Karısı ona: “Neyin var?” diye sorunca şöyle cevap verdi: “Artık sana hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşayacağın günler getirdim. İmam Hüseyin’in başı şimdi seninle aynı evde!” Bunu duyan karısı, Allah’a ant olsun artık seninle aynı odada kalmayacağım, deyip yerinden kalktı, dışarı çıktı. Bu esnada Havlî diğer karısıyla meşguldü. Kadın dışarı çıkınca gördüklerini şöyle tasvir eder: “Allah’a ant olsun semadan aşağıya doğru inen, etrafında bembeyaz kuşların uçuştuğu nurdan bir sütuna benzeyen bir şey gördüm.”[23]
Ertuğrul Ertekin
Dokuzuncu günün akşamı İmam Hüseyin, aile efradını ve ashabını etrafına toplayarak, “Yarın savaş olacak. Ben sizleri gecenin karanlığından istifade edip burayı terk etmekte özgür bırakıyorum. Düşman benim peşimde; beni ellerinde tuttukları sürece sizinle bir işleri olmaz. Siz vazifenizi yerine getirdiniz.” dedi.
İmam Hüseyin’in bu sözleri üzerine ashabı, “Ey Peygamber’in oğlu! Allah’a ant olsun ki canlarımızı senin yolunda feda etmedikçe senden ayrılmayız.” dediler.
İmam Hüseyin onlar için Allah’a dua etti. Sonra düşmanın arkadan saldırmasını önlemek için ashabına çadırları birbirlerine yaklaştırmaları, çadırların arka tarafına hendek kazıp içini odunla doldurmaları talimatını verdi.[2]
Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes köşesine çekilip namaz kıldı, Allah ile münacat etti. Bazı rivayetlerde onların dua fısıltıları, arıların vızıltısına benzetilmiştir.[3]
10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Cuma günü, Âşura Günü, sabah namazından sonra Ömer b. Sa’d, ordusunu düzene soktu; Ömer b. Haccac’ı ordunun sağına, Şimr’i soluna yerleştirip Urve b. Kays’ı süvarilerin, Şebes b. Ribî’yi ise piyadelerin başına geçirdi. Sancağı kölesi Zeyd’e verdi.[4]
Diğer tarafta İmam Hüseyin, otuz iki atlı ve kırk piyadeden oluşan ordusunu düzene sokuyordu. Züheyr b. Kayn’ı birliğin sağ tarafına, Habib b. Muzahir’i sol tarafına yerleştirmişti. Sancağı kardeşi Ebulfazl Abbas’a verip ashabıyla birlikte çadırların önünde düşmana karşı durdu. Savaş başlamadan önce İmam Hüseyin içi odunla doldurulan hendeklerin tutuşturulmasını istedi.
Bu esnada Şimr, İmam Hüseyin’e, “Ateşe girmekte acele mi ediyorsun?” deyince İmam Hüseyin, “Sen ateşe girmeye daha layıksın!” dedi. Müslim b. Avsece, İmam Hüseyin’den okuyla Şimr’i nişan almak için izin istedi ama İmam Hüseyin, “Savaşı başlatan taraf olmak istemiyorum,” diyerek onun bu isteğini geri çevirdi.[5]
İmam Hüseyin, savaş başlamadan önce Büreyr b. Hudayr’dan bir konuşma yaparak düşman ordusunu uyarmasını istedi. Büreyr konuşmasında Kûfelilere hitaben şöyle dedi:
“Hz. Muhammed’in (s) nesli aramızdadır. Onlar Peygamber’in zürriyeti, soyu, çocukları, Ehl-i Beyti’dir! Onlardan ne istiyorsunuz?”
“İbn Ziyad’ın hükmüne teslim olmaları,” cevabını alınca şöyle devam etti: “Geldikleri yere geri dönmelerini kabul etmez misiniz? Acaba siz, onların sizin mektuplarınız üzerine buraya geldiklerini unuttunuz mu? Yahudilerin, Hıristiyanların, Mecusîlerin faydalandıkları sudan onları men mi ediyorsunuz? Peygamberinizin nesline kötü davranıyorsunuz ya Allah da sizi kıyamet gününde susuz bıraksın.”
Karşı taraftan Büreyr’in sözlerini alaya alan birtakım sesler duyuldu.[6]
Sonra İmam Hüseyin, Kûfelilere hitaben bir konuşma yaptı: “Ben sizlerden gelen mektuplar üzerine buraya geldim. Benden Kûfe’ye gelmemi, Muhammed (s) ümmetini ıslah etmemi istediniz. Sizin davetinize uyup gelmişken kanımı dökmeniz uygun düşer mi? Ben Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Hamza, Abbas, Cafer benim amcalarım değiller mi? Hz. Peygamber’in kardeşimle benim hakkında buyurduğu ‘Hasan ile Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir.’ sözünü duymadınız mı?”
Ardından, düşman ordusundakilerle birer ikişer görüştü; onlara yazdıkları mektupları, kendisinin kim olduğunu hatırlattı ama onlar anlamazlıktan geldiler.[7]
İmam Hüseyin’in sözlerini işiten kadınlar ve çocuklar ağlamaya başladı. İmam Hüseyin, kardeşi Ebulfazl Abbas’tan onları teskin etmesini istedi. Bu konuşma, İmam Hüseyin’in Kûfelilere hitaben yaptığı en uzun konuşmaydı. İmam Hüseyin, daha sonra da Kûfelilere hitaben kısa ve uzun birçok konuşma yaptı.[8]
Konuşmaların ardından iki ordu karşı karşıya geldi. Artık savaş kaçınılmazdı; İmam Hüseyin, İbn Ziyad’a teslim olmayacağını kesin bir dille ifade etmişti:
“İbn Ziyad benden ölümü veya zillet[le boyun eğmey]i kabul etmemi istiyor. Bilin ki zillet bizden uzaktır.”
Savaşın kaçınılmaz hâle gelmesiyle İbn Ziyad’ın ordusunda bulunan Hür b. Yezid, ruhî bir buhran yaşamaya başladı. Hz. Hüseyin’in yanına gitti, “İçimde bir şeyler koptu. Artık ben senin yolunda canımı feda etmek istiyorum. Acaba bu tövbemin kabul olmasını sağlar mı?” dedi. Hz. Hüseyin ona tövbesinin kabul olacağını, artık dünyada ve ahirette hür bir insan olduğunu söyledi.[9]
Savaş, Ömer b. Sa’d’ın attığı okla başladı. Oku attıktan sonra övünçle “Ubeydullah’ın yanında ilk oku benim attığıma dair tanıklık edin.” diye bağırdı.[10]
Ok atışıyla başlayan savaş göğüs göğüse çarpışmalarla devam etti. Hz. Hüseyin’in ashabı birer ikişer şehid oldu. Savaş iyice şiddetlenmişti. İbn Ziyad’ın ordusu önce sağ taraftan, sonra sol taraftan İmam Hüseyin’in birliğine saldırdı. İmam Hüseyin’in birliği onları ok yağmuruna tuttu; birkaçı öldü, birkaçı yaraladı. Bu sırada İmam Hüseyin’i cehennemle müjdeleyerek öne doğru atılan Abdullah b. Cevze, İmam Hüseyin’in bedduasıyla atından düştü, ayağı atın terkisine takıldı, yerde sürüklendi, hendeğin içine düşüp yanarak öldü. Bu olayı gören Mesruk b. Vail, İbn Ziyad ordusundan ayrılıp İmam Hüseyin’in tarafına geçti. [11]
Hz. Hüseyin’in ashabı birer ikişer savaş meydanına çıkıp şehid oldu. Önce, İmam Hüseyin’in yolunu kesen, daha sonra onun tarafına geçen Hür de bu çarpışmalar esnasında karşı taraftan birkaç kişiyi öldürüp şehid oldu.[12]
Savaş, Âşura Günü’nün öğle ezanına kadar devam etti. Öğle namazı vakti girdiğinde İmam Hüseyin, İbn Ziyad ordusundan savaşa ara vermelerini istedi. Karşı taraftan Husayn b. Temim: “Sizin namazınız kabul olmaz!” diye bağırınca Habib b. Muzâhir: “Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin namazı kabul olmaz da sizin namazınız mı kabul olur?” dedi. Bunun üzerine Husayn b. Temim ile Habib b. Muzâhir arasında başlayan çatışma Habib’in şehid olmasıyla son buldu. İmam Hüseyin geri kalan ashabıyla birlikte cemaat namazı kıldı. Namaz kılarken İmam Hüseyin’i düşman oklarından korumak için önünde duran Said b. Abdullah Hanefî, okların birinin hedefi olup şehid düştü.[13]
Gitgide İmam Hüseyin’in ashabının sayısı azalıyordu. Kalanlar düşmanla göğüs göğüse çarpışmaya güç yetiremediklerinden İmam Hüseyin’in etrafını sarıp düşmana karşı onu savunuyorlardı. Onlar da şehadet şerbetini içince İmam Hüseyin’in aile efradı savaş meydanına çıktı. İmam Hüseyin’in aile efradından on altı kişi Kerbelâ’da şehid oldu: Ali Ekber lakabıyla anılan Ali b. Hüseyin, Abdullah b. Ali, Osman b. Ali, Abbas b. Ali, Muhammed b. Ali, Ebu Bekir b. Ali, Kasım b. Hasan, Abdullah b. Hasan, Abdullah b. Hüseyin, Avn b. Abdullah b. Cafer-i Tayyar, Muhammed b. Abdullah b. Cafer, Abdurrahman b. Akîl, Cafer b. Akîl, Abdullah el-Ekber b. Akîl, Muhammed b. Müslim b. Akîl, Abdullah b. Müslim b. Akîl ve Muhammed b. Ebi Said b. Akîl.[14]
Aile efradının da şehid olması üzerine İmam Hüseyin yalnız kaldı. Atının üzerindeyken kucağına süt çocuğu Ali Asgar lakaplı Abdullah b. Hüseyin’i verdiler. İmam Hüseyin oğlunu sevmeye başladı. O sırada düşmanın attığı bir ok, Ali Asgar’ın boğazına isabet etti, başını bedeninden ayırdı. İmam Hüseyin oku çocuğun boğazından çıkardı, kanı üzerine sürdü, avucunu kanla doldurup havaya savurdu. Sonra da Ali Asgar’ı kardeşlerinin yanına bıraktı.[15]
İmam Hüseyin savaşçı istedi; recez okuyarak atını meydana sürdü. Kılıç sallıyor, düşman askerlerini bir bir yere seriyordu. Bu sırada Şimr, piyade ve süvarilerden oluşan bir grup askerle çadırların üzerine yürüdü. Savaş sırasında İmam Hüseyin’i çadırlardan uzaklaştırmışlardı. İmam durumu fark edince, “Ey Süfyanoğulları! Dininiz yok, Araplığınızı da mı unuttunuz. Ben burada sizinle savaşırken siz aileme mi saldırıyorsunuz.” dedi. İmam’ın bu sözleri üzerine Şimr, adamlarına geri dönmelerini emretti. Art arda İmam Hüseyin’e saldırıyorlardı.
İmam Hüseyin çok susamıştı. Birden atını Fırat’a doğru sürdü. Askerler ona engel oldular. Ebu’l-Hanuk adında biri İmam Hüseyin’i okla alnından vurdu. İmam Hüseyin bir yandan vücuduna saplanan okları çıkarıyor, bir yandan savaşıyordu. Bulunduğu durumu Allah’a şikâyet ediyor, Allah’tan intikamını almasını istiyordu. Bu sırada Husayn b. Numeyr’in attığı ok, İmam Hüseyin’in ağzına isabet edince ağzından kan akmaya başladı. İmam Hüseyin bir yandan eliyle kanı temizliyor, bir yandan Allah’a hamdediyordu. O hâlde Fırat’a doğru yöneldi. Eban b. Darem taifesinden birisi: “Suya yaklaşmasına izin vermeyin!” diye bağırdı. İmam Hüseyin’in su içip güç toplamasından korkuyorlardı. Bir grup İmam Hüseyin ile suyun arasına geçti. İmam Hüseyin durdu, “Allah’ım onu susuzluktan öldür!” diye dua etti. Ebanlı adam bir ok fırlattı. Ok, İmam Hüseyin’in ağzına isabet etti. İmam oku çıkarttı, ellerini göğe kaldırdı, “Allah’ım, Peygamberinin kızının oğluna yapılanları sana şikâyet ediyorum!” dedi. Bir süre sonra o adam susadığını söyleyip su istedi. Su içiyor ama bir türlü suya kanmıyordu. O kadar çok su içti ki sonunda karnı bir devenin karnı gibi çatladı, öldü.[16]
İmam Hüseyin tek başınaydı ama kimse ona yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Bunun üzerine Şimr: “Ne bekliyorsunuz, öldürsenize!” diye bağırdı. Ordu her taraftan saldırıya geçti. İmam Hüseyin’e ilk yaklaşan Zur’a b. Şerik oldu. Elindeki kılıçla İmam Hüseyin’in sol omzuna bir darbe indirdi. İmam Hüseyin bir kılıç darbesiyle onu öldürdü. Başka birisi kılıcıyla sırtına vurdu. İmam Hüseyin yüzüstü yere düştü; kalkmak istiyor ama kalkamıyordu. Bu esnada Sinan b. Enes elindeki mızrağı İmam Hüseyin’in boğazına sapladı, sonra çıkarıp göğsüne vurdu. Ardından bir ok fırlattı. Ok, İmam Hüseyin’in boğazına saplandı. İmam Hüseyin tekrar yere düştü. Sonra oturdu, boğazına saplanan oku çıkardı; oluk oluk kan akıyordu. Ellerini akan kanın altına tuttu. Avucuna biriken kanı yüzüne, sakalına sürdü, “Hakkım gasp edilmiş, kanıma bulanmış bir hâlde Allah’ı mülâkat edeceğim.” dedi.
Bu sırada Ömer b. Sa’d, sağında duran bir adama: “Yazıklar olsun sana! Atından in de Hüseyin’i rahata kavuştur.” dedi. Atından inen Havlî b. Yezid, İmam Hüseyin’in başını bedeninden ayırmak istediyse de vücudunu saran titreme ona engel oldu. Bunun üzerine Sinan b. Enes atından indi, “Senin Peygamber evladı olduğunu; ana-baba yönünden herkesten üstün olduğunu bile bile başını bedeninden ayıracağım!” diyerek kılıcını indirdi.[17]
İmam Hüseyin şehid olduğunda bedeninde otuz üç mızrak, otuz dört kılıç yarası vardı.[18] Yezid’in askerleri, İmam Hüseyin’in üzerindeki elbiseleriyle eşyalarını yağmaladılar: Esved b. Hanzala veya Felafes en-Nahşelî kılıcını aldı. Caune b. el-Cune veya İshak b. Harbe el-Hazremî İmam Hüseyin’in gömleğini soydu, çopur hastalığına yakalanan el-Cûne veya Harezmî’nin oracıkta vücudundaki tüyler döküldü. İmam’ın içine giydiği elbiseyi alan Ebhar b. Ka’b felç oldu. Çizmesini çıkarıp ayağına giyen Ebhar b. Amr el-Curmî veya Esved b. Halid yere yığılıverdi, ömrünün sonuna kadar da ayağa kalkamadı. Becdel b. Selim el-Kelbî, yüzüğünü almak için İmam’ın parmağını kesti. Cabir b. Yezid Avdî veya Ahnes b. Mursid, İmam Hüseyin’in sarığını çıkarıp başına dolayınca cüzam hastalığına yakalandı, bir başka rivayete göre delirdi. İmam’ın Betrâ adındaki zırhını Ömer b. Sa’d aldı. Kays b. Eş’as da İmam’ın kadife elbisesini aldı.[19]
Sonra Ömer b. Sa’d, askerlerine, “Hüseyin’in cesedinin üzerinde at koşturmak için kim gönüllü olur?” dedi. Altı veya on kişi öne çıktı. Atlarına binip dörtnala İmam Hüseyin’in mübarek naaşının üzerinde gidip geldiler. İmam Hüseyin’in cansız bedeni paramparça oldu, kemikleri kırıldı.[20]
Bu olaylar olurken kızıl bir bulut ortalığı sardı, gök karardı. Ortalık toz duman olmuştu, göz gözü görmüyordu. Allah’ın azabının başladığı, azabın hemencecik ineceği hissine kapıldılar. Bir zaman sonra karanlık kayboldu. İmam Hüseyin’in atı Zülcenah, bir o yana bir bu yana koştu, sonunda gelip İmam’ın başucunda durdu, yüzünü İmam’ın kanlı yüzüne sürdü. Sonra çadırlara doğru ilerleyip çadırların etrafında koştu. Atın sesini duyan kadınlarla çocuklar İmam Hüseyin’in geri döndüğü düşüncesine kapılarak çadırlardan dışarı çıktılar ama atın kan revan içinde olduğunu görünce ağlamaya başladılar.[21]
Şimr ve beraberindekiler, kadınların çadırlarına doğru ilerliyordu. Büyük küçük demeden herkesi esir alıp çadırlardaki eşyaları yağmaladılar. Bu sırada İmam Hüseyin’in hasta olduğu için savaşamayan oğlu Ali b. Hüseyin’i gören Şimr, kılıcını çekip onu öldürmek istediyse de Ömer b. Sa’d engel oldu.
Daha sonra Ömer b. Sa’d, İmam Hüseyin’in başını Havlî b. Yezîd ve Hamîd b. Müslim Ezdî eşliğinde İbn Ziyad’a gönderdi. Kendileri de ertesi gün veya iki gün sonra, yanlarında İmam Hüseyin’in yetmiş iki sahabîsinin kesik başlarıyla esir aldıkları kadınlarla ve çocuklarla birlikte, Kûfe’ye doğru yola koyuldular.[22]
Havlî b. Yezîd, İmam Hüseyin’in başını İbn Ziyad’a götürmekle görevlendirilmişti. Öğleye doğru Kûfe’ye ulaştığında doğruca İbn Ziyad’ın sarayına gitti, sarayın kapıların kapalı olduğunu gördü. Bunun üzerine İmam Hüseyin’in başıyla birlikte evinin yolunu tuttu. Eve vardığında Hz. Hüseyin’in başını tandırın içine koydu, yatağına uzandı. Karısı ona: “Neyin var?” diye sorunca şöyle cevap verdi: “Artık sana hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşayacağın günler getirdim. İmam Hüseyin’in başı şimdi seninle aynı evde!” Bunu duyan karısı, Allah’a ant olsun artık seninle aynı odada kalmayacağım, deyip yerinden kalktı, dışarı çıktı. Bu esnada Havlî diğer karısıyla meşguldü. Kadın dışarı çıkınca gördüklerini şöyle tasvir eder: “Allah’a ant olsun semadan aşağıya doğru inen, etrafında bembeyaz kuşların uçuştuğu nurdan bir sütuna benzeyen bir şey gördüm.”[23]
Ertuğrul Ertekin
[1] Taberî, Tarih, Farsçaya çev.: Ebûl-Kâsım
Pâyende, Tahran, 1362, VII, 3013; Dîneverî, Ahbârü’t-Tıvâl, Farçaya
çev.: Mahmûd Mehdevî Dâmğânî, Tahran, 1364, 302; İbn A’sem, el-Futûh,
Farsçaya çev.: Muhammed b. Ahmed Müstevfî Herevî, neşr: Gulamrıza Tâbâtâbâî
Mecd, Tahran, 1380, 901; İbn Tâvûs, Kerbelâ Şehidlerinin Ardından [el-Luhûf],
çev.: Cafer Bayar, İstanbul 2014, 57.
[2] Taberî, age.,
VII, 3014-7; Dîneverî, age., 302; İbn A’sem, age., 899; Ya’kûbî, Tarih,
Farsçaya çev.: Muhammed İbrâhîm Ayetî, II, 181; İbn A’sem, age., 896-9;
İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-Ümem, neşr: Ebû’l-Kâsım İmâmî, Tahran, 1366,
II, 69; İbn Tâvûs, age., 58.
[3] İbn A’sem,
age.; 901; İbn Tâvûs, age., 61.
[4] Taberî, age.,
VII, 3020; Dîneverî, age., 302; İbn A’sem, age., 902.
[5] Taberî, age.,
VII, 3022-5; Dîneverî, age., 302; İbn A’sem, age., 902-3.
[6] İbn A’sem, age., 902;
[7] Taberî, age.,
VII, 3025; İbn A’sem, age., 903; Ya’kûbî, age., II, 181.
[8] Bu
konuşmaların tamamını biz burada nakledemiyoruz. İmam Hüseyin’in Kûfelilere
yazdığı mektuplar ve onlara hitaben yaptığı konuşmalar hakkında daha fazla
bilgi için bkz: Taberî, age., VII, 3022-5;
İbn Tâvûs, age., 62-6; Harrânî, Tuhefu’l-Ukûl, çev.: Fahrettin
Altan, İstanbul, 1996, 485-6.
[9] Dîneverî, age.,
303; İbn A’sem, age., 904-5; İbn Tâvûs, age., 67.
[10] Taberî, age.,
VII, 3029; İbn A’sem, age., 903-4; İbn Tâvûs, age., 65.
[11] Taberî, age., VII, 3032-3; İbn A’sem, age., 899.
[12] Taberî, age., 3039; İbn A’sem, age., 904-5.
[13] Taberî, age., 3043-4; İbn Tâvûs, age.,
72.
[14] Taberî, age., VII, 3052-6; Dîneverî, age., 303-4; İbn A’sem, age., 905-7;
Mes’ûdî, Murucuz’u-Zeheb, Farsçaya çev: Ebû’l-Kâsım Pâyende, Tahran,
1345, II, 66; Ebû’l-Ferec İsfehânî, Makâtilü’t-Tâlibîn,
neşr: Ahmed Sakir, Kahire, 1949, 80-94; İbn Tâvûs, age., 73-7, 80.
[15] İbn A’sem, age.,
908; Ya’kûbî, age., II, 181-2.
[16] Taberî, age., VII, 3056-7; İbn A’sem, age.,
909-10.
[17] İbn Tâvûs, age.,
82-3. İmam Hüseyin’in nasıl şehid edildiğine ilişkin rivayetlerin
ayrıntılarında küçük farklılıklar göze çarpmaktadır. Taberî olayı şöyle
nakleder: “İmam Hüseyin, Zur’a b. Şerîk’in vurduğu darbeyle sarsıldı. Bu esnada
Sinan b. Enes, mızrakla İmam Hüseyin’e saldırdı. İmam Hüseyin yere düşünce
Havlî b. Yezîd ona, ‘Başını bedeninden ayır!’ dedi. Sinan yapmak istedi ama
yapamadı. Bunun üzerine Havlî b. Yezîd atından inip İmam Hüseyin’in başını
bedeninden ayırdı.” (bkz: Taberî, age.,
VII, 3061) Dîneverî ise şöyle nakleder: “İmam Hüseyin elini siper yapınca kılıç
elini parçaladı. O esnada Sinan b. Enes, elindeki mızrakla İmam Hüseyin’e vurdu.
İmam Hüseyin aldığı darbeyle yere düşünce Havlî b. Yezîd atından inip İmam
Hüseyin’in başını bedeninden ayırmak istedi, ama elleri titreyince geri
çekildi. Bunun üzerine kardeşi Şibl b. Yezîd atından indi, İmam Hüseyin’in başını
bedeninden ayırıp kardeşi Havlî’ye verdi.” (bkz: Dîneverî, age., 304-5) İbn A’sem’in rivayeti ise
şöyledir: “Dört bir yandan kılıç ve mızraklarla İmam Hüseyin’e saldırdılar. Zur’a b. Şerîk denilen melun İmam’ın sol
eline bir kılıç darbesi indirdi. Amr b. Halife el-Cuafî denilen başka bir
bedbaht arkasından yaklaşıp kılıcıyla İmam’ın mübarek omzuna vurdu. Sinan b.
el-Enes dedikleri üçüncü melun, İmam’ın göğsüne mızrakla vurdu. Salih b. Vehb
el-Muzennî denilen dördüncü melun mızrağını İmam’ın böğrüne sapladı. İmam
atından düştü, doğruldu, göğsündeki mızrağı çıkardı; oluk oluk kan akıyordu.
Ellerini açıp akan kanın önünde tuttu; avuçları kanla dolmuştu. Avucundaki kanı
yüzüne, saçlarına sürüyor, ‘Saçım, sakalın kan içinde olduğu hâlde dedemin
yanına gideceğim!’ diyordu. İmam’ı o hâlde gören Ömer b. Sa’d, askerlerine,’Ne
duruyorsunuz! Başını bedeninden ayırsanıza,’ dedi. Ebresli Nasr b. Hareşe
es-Sananî atından indi. İmam’a yaklaştı, mübarek sakalını tuttu. İmam’ın başını
bedeninden ayırmak istiyordu. İmam Hüseyin, ‘Sen rüyamda gördüğüm şu Ebresli
köpek misin?’ buyurdu. Nasr, ‘Bana nasıl hitap ediyorsun!’ deyip kılıcını
İmam’ın boğazına dayadı. Kılıcı sürüyor ama kılıç kesmiyordu; kuvvetlice
bastırmaya başladı. Bu sırada İbn Sa’d öfkelendi. Yanında duran Havlî b. Yezîd
el-Esbahî melununa, ‘Git Hüseyin’in işini bitir!’ dedi. Havlî atından inip
Allah’ın elçisinin oğlunun, Ali’nin gözbebeğinin, Fâtıma’nın gönül neşesinin
başını bedeninden ayırdı.” (bkz: İbn A’sem, age., 910-1)
[18] Taberî, age., VII, 3061; Mes’ûdî, age.,
II, 66; İbn Tâvûs, age., 85.
[19] İbn A’sem,
age., 911-2; Taberî, age., VII, 3062;
İbn Tâvûs, age., 85.
[20] Taberî, age., VII, 3064; Mes’ûdî, age.,
II, 66; İbn Tâvûs, age., 88;
[21] İbn A’sem, age.,
912.
[22] Taberî, age., VII, 30624; Dîneverî, age., 304-5; İbn A’sem, age.,
912-3 (İbn A’sem, İmam Zeynelabidin’i (as) öldürmek isteyen Şimr’e, Humeyd b.
Müslim’in engel olduğunu, İbn Sa’d’ın İmam’ın mübarek başını Buşeyr b. Mâlik
ile İbn Ziyad’a gönderdiğini, Yezîd askerlerinin ise ertesi gün Kûfe’ye hareket
ettiğini yazar); Ya’kûbî, age., II,
182; İbn Tâvûs, age., 95 vd.
[23] Taberî, age., VII, 3064-5.