950 yıl süren tebliğ ve irşad çalışmalarından sonra Hz.
Nuh’un (as) ümmetinden, yalnızca ona tabi olanlar Allah’ın emriyle kavimlerini
helak edecek tufandan kendilerini kurtaracak gemiye binebilmiş ve kurtulmuştur.
Kur’ân’da (Hûd, 36-44) Hz. Nuh’un
kıssası şöyle anlatılır:
“Nuh'a vahyolundu
ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle
ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme. Gözlerimizin önünde
ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir
şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
“Nuh gemiyi
yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay
ediyorlardı. Dedi ki: ‘Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl
alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azabın
kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında
bileceksiniz.’
“Nihayet emrimiz
gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: ‘(Canlı
çeşitlerinin) her birinden iki eş ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş
olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!’ Zaten onunla beraber
pek azı iman etmişti. (Nuh) dedi ki: ‘Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması
da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.’ Gemi,
dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. (…) (Nihayet) ‘Ey yer suyunu
yut! Ve ey gök (suyunu) tut!’ denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cudi
(dağının) üzerine yerleşti. Ve: ‘O zalimler topluluğunun canı cehenneme!’
denildi.”
Hz. Muhammed (s) de vefatından önce, kendisinden sonra İslâm
dünyasını kasıp kavuracak siyasî ve itikadî tufanı öngörmüş ve ümmetine, Ehl-i
Beyti’ni bir kurtuluş gemisi olarak tanıtmış; farklı zaman ve mekânlarda hatırlatmalarda
bulunarak ümmetini defalarca uyarmıştı:
“Benim Ehl-i Beytim Nuh’un gemisine benzer; o gemiye
binen kurtulur, uzak duran helak olur!”[1]
Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti’ni Hz. Nuh’un, Allah’ın
azabını hak eden kavminin içerisinden kendisine tabi olanları kurtarmak için
yaptığı gemiye benzettiği bu hadis, Sefine/Gemi Hadisi adıyla ünlenmiştir. Şiî
ve Sünnî hadis mecmualarında çokça rivayet edilen Sefine Hadisi’nin metninde
küçük farklılıklar görülür. Hadisin metninde ortaya çıkan bu farklılıkların
nedeni, Hz. Peygamber’in bu sözünü birçok kez tekrarlamış olmasıdır.
Hadis metninin giriş cümlesi iki farklı şekilde rivayet
edilmiştir:
a) “Kuşkusuz ümmetim içinde Ehl-i Beytim Nuh’un gemisine benzer(…)”[2]
a) “Kuşkusuz ümmetim içinde Ehl-i Beytim Nuh’un gemisine benzer(…)”[2]
b) “Aranızda benim Ehl-i Beytim Nuh’un gemisine benzer(…)”[3]
Hadis metninin son cümlesi ise dört farklı şekilde rivayet edilmiştir:
Hadis metninin son cümlesi ise dört farklı şekilde rivayet edilmiştir:
a) “(…) Gemiye binen selamete erer, uzak duran boğulur.”[4]
b) “(…) Gemiye dâhil olan kurtulur, uzak duran boğulur.”[5]
c) “(…) Gemiye binen kurtulur, uzak duran helak olur.”[6]
d) “(…) Gemiye binen kurtulur, uzak duran kendini ateşte bulur.”[7]
Ehl-i Beyt’in masumiyetini, Ehl-i Beyt’in hüccet oluşunu, Ehl-i Beyt’in imamet ve hilafetteki hakkaniyetini, Ehl-i Beyt’in öğretilerinin Sünnet’e uygun olduğunu, her zamanda ve her mekânda Ehl-i Beyt’in insanların en faziletlisi olduğunu, Ehl-i Beyt’e itaat etmenin farz olduğunu, Ehl-i Beyt’e tevessülün meşruiyetini, Ehl-i Beyt’e muhabbet beslemenin farz olduğunu bildiren Sefine Hadisi, dipnotlarda kimi örnekleri zikredilen, onlarca Şiî ve Sünnî hadis mecmuasında rivayet edilmiştir.
b) “(…) Gemiye dâhil olan kurtulur, uzak duran boğulur.”[5]
c) “(…) Gemiye binen kurtulur, uzak duran helak olur.”[6]
d) “(…) Gemiye binen kurtulur, uzak duran kendini ateşte bulur.”[7]
Ehl-i Beyt’in masumiyetini, Ehl-i Beyt’in hüccet oluşunu, Ehl-i Beyt’in imamet ve hilafetteki hakkaniyetini, Ehl-i Beyt’in öğretilerinin Sünnet’e uygun olduğunu, her zamanda ve her mekânda Ehl-i Beyt’in insanların en faziletlisi olduğunu, Ehl-i Beyt’e itaat etmenin farz olduğunu, Ehl-i Beyt’e tevessülün meşruiyetini, Ehl-i Beyt’e muhabbet beslemenin farz olduğunu bildiren Sefine Hadisi, dipnotlarda kimi örnekleri zikredilen, onlarca Şiî ve Sünnî hadis mecmuasında rivayet edilmiştir.
Şiî Gemisi
Firdevsî, Şahname
Tebriz, Mayıs-Haziran 1536
|
Firdevsî’nin (öl. 411/1020) Şahname’sinin Şah Tahmasb
(öl. 984/1526) için hazırlanan resimli yazma nüshalarında, eserin adeta Sefine Hadisi'ni şerh eden başlangıç
beyitlerinden yola çıkılarak, sanki Sefine Hadisi resme dökülmüştür. Batılı
araştırmacıların Şiî Gemisi adını verdiği bu minyatürün üzerinde görülen
beyitlerin çevirisi şöyledir:
Nebi’nin Ehl-i Beyti’nin bendesiyim ben,
Vasi’nin ayak tozuna yüz sürenim ben.
Hakîm bu dünyayı bir
derya gibi yarattı;
Sert rüzgârların
etkisiyle dalgaların coşup yükseldiği.
Derya üzerinde yetmiş
gemi var etti;
Her birinin yelkenleri
açık.
Bir gemi var, sanırsın
düğün alayı,
Horoz gözü gibi süslü,
donanımlı.
Muhammed o geminin
içinde, yanında Ali,
Yani Nebi’nin ve Veli’nin
Ehl-i Beyti.
Deryanın ortasında etrafa
bakınan akıllı adam,
Uçsuz bucaksız deryada
karanın görünmediğini,
Dalgaların
yükseleceğini ve
Kimsenin boğulmaktan kurtulamayacağını
anlayınca,
İçinden, Nebi ve Vasi’nin
yanında olunca,
Boğulacak olsam da iki vefalı dost,
Boğulacak olsam da iki vefalı dost,
Elimden tutar,
Onlar, (İslâm) sancağın(ın)
serdarıdırlar,
Onlar, (cennetteki)
şarap ve bal ırmaklarının,
Süt nehrinin ve âb-ı
hayatın sahibidirler, dedi.
Öbür dünyaya inancın var ise,
Öbür dünyaya inancın var ise,
Nebi’nin ve Ali’nin
yanında yer al!
Şayet bu düşünce
hoşuna gitmezse; bu, benim düşüncemdir,
Benim dinim ve yolum
böyledir.
Ben böyle doğdum,
böyle yaşarım.
Bil ki ben, Haydar’ın
ayak tozuyum.
Şiî Gemisi
Firdevsî, Şahname
Mirza Ali
Tebriz, 1530-1535
Metropolitan Sanat Müzesi |
Ertuğrul Ertekin
[1] Ebû Abdullah İbnü'l-Beyyi Muhammed Hakim Nişaburî,
el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, neşr: Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut 1990, c. 2, s.
373.
[2] Muhammed
b. Selame el-Kuzaî, Müsnedü’ş-Şihab, neşr: Hamdi b. Abdülmecid, Beyrut 1407, c.
2, s. 275.
[3] Süleyman
b. Ahmed et-Taberanî, Mucemü’s-sagir, neşr: Muhammed Şekur, Beyrut 1405, c. 2,
s. 322; Muhammed b. el-Hasan es-Saffar el-Kummî, Besairü’d-derecat, neşr: Mirza
Muhsin Kuçebağî, Tahran 1404, s. 317.
[4] Ali b.
Ebi Bekr el-Heysemî, Keşfü’l-estar ani’z-zevaidi’l-Bezzaz, neşr: Habib
er-Rahman, Beyrut 1414, c. 9, s. 168.
[5] Ahmed b.
Ali et-Tabersî, el-İhticac, neşr: Muhammed Bakır Horasan, (y.y) 1386, c. 1, s.
407; Allame Meclisî, Biharu’l-envar, Beyrut 1403, c. 44, s. 86.
[6] Alauddin
Ali b. Abdülmelik b. Kadı Han Müttakî el-Hindî,
Kenzü’l-ummal fi süneni’l-akval ve’l-efal, (y.y) 1998, c. 12, s. 98; Zeynüddin el-Münavî,
Feyzü'l-kadir
şerhi'l-Camii's-sagir, neşr: Muhammed Abdurrauf, Mısır 1356, c. 2, s. 658; Razî
Hazzaz el-Kummî, Kifayetü’l-eser fi’n-nassi ale’l-eimmeti’l-isnaaşer, Seyyid
Abdüllatif Hüseynî, Kum 1401, s. 38.
[7] Ebu
Cafer Şeyh Saduk Muhammed b. Ali b. Hüseyin İbn
Babeveyh, Uyunu ahbari’r-Rıza, neşr: Hüseyin el-Alemî, Beyrut 1404, c. 1, s.
30; Davud b. Süleyman el-Gazi, Müsnedü’r-Rıza, Hüseynî Celalî, Beyrut 1418, s.
146.