İmam Musa el-Kâzım (as), Onbir İmam (detay) TİEM 1973 |
İmam Musa
el-Kâzım’ın (as) şahadetinden sonra onun imametinde tevakkuf ederek ana
bünyeden kopan Vâkıfe, ilk kez Şiî literatürün ve Şiî cemaatin tamamının
üzerinde etkili olan, Şiî vekillerin, râvilerin ve fakîhlerinin etrafında
şekillenen bir fırka olması sebebiyle Şia tarihinde önemli bir yere sahiptir.
İmam Musa el-Kâzım’ın (as)
183/799 yılındaki şehadetinden sonra Şiî ana bünyeden kopan, aralarında İmam
Musa el-Kâzım’ın vekillerinin de bulunduğu büyük bir topluluk, babasının
vasiyetiyle imam olan İmam Ali er-Rıza’nın (as) imametini inkâr etti. Onlara
göre İmam Musa el-Kâzım aslında ölmemişti; yalnızca gaybete gitmişti. O,
zulümle dolacak dünyaya adaleti getirecek olan Mehdî ve Kâim idi. İmameti, İmam
Musa el-Kâzım’da sonlandırarak tevakkuf eden bu topluluğa Vâkıfe ve Memtûre deniliyordu.
Karşı tarafta ise İmam Musa el-Kâzım’ın katiyen öldüğüne, imametin oğlu Ali
er-Rızâ’da devam ettiğine inanan Katiyye adındaki cemaat vardı.
Şia tarihinde imamette tevakkuf
yeni bir iddia değildi. Nitekim Şia tarihinde, İmam Musa el-Kâzım’dan önce ve
sonra, Ehlibeyt İmamları’nın bazılarının imametinde ya da imamet iddiasında
bulunan imam evladının ve imameti imamlardan veya imam evladından miras
aldıklarını iddia eden zevâtın imametinde tevakkuf eden fırkalara sıkça
rastlanmaktadır: İmam Musa el- Kâzım öncesinde Sebeiyye, İmam Ali’nin
öldürüldüğünü inkâr etmiş, onun gökyüzünde yaşadığını ve Arabı sopasıyla
gütmek, yeryüzünü adaletle doldurmak için geri gelinceye dek de ölmeyeceğini
iddia etmişti. Nevbahtî, Sebeiyye’nin Hz. Muhammed’den (s) sonra İslâm ümmeti
içerisinde tevakkuf eden ilk fırka olduğunu yazar. Sonra sırasıyla[1]
Bâkıriyye fırkası İmam Muhammed el-Bâkır’ın, Nâvûsiyye fırkası ise İmam Cafer
es-Sâdık’ın mehdî ve kâim olduğunu ileri sürmüştü.
Yukarıda isimleri zikredilen ve
zikredilmeyen fırkaların ortak özelliği imamette tevakkuf olsa da Şia tarihinde
yalnızca İmam Musa el-Kâzım’ın imametinde duraklayan fırkaya Vâkıfe adı
verilmiş ve sözcük bu anlamda terim anlamı kazanmıştır. Ancak mezhepler
tarihçilerinin verdikleri malumattan Vâkıfe’nin homojen bir yapı göstermediği
anlaşılmaktadır. Tarih rivayetlerinden; (a) İmam Cafer es-Sâdık’ın “O,
Kâim ve Mehdî’dir; başının dağdan yuvarlanarak üzerinize düştüğünü görseniz
bile onun öldüğüne inanmayınız; zira o Kâim’dir, yaşamaktadır.” sözünü delil
göstererek İmam el-Kâzım’ın ölmediğine inan; (b) İmam es-Sâdık’ın “Ona Kâim
denmesinin sebebi, öldükten sonra dirilecek ve yaşayacak olmasıdır” sözünü
delil göstererek İmam el-Kâzım’ın öldüğüne ve tekrar dirileceğine inanan, (c) İmam el-Kâzım’ın gizlendiğine, geri
gelinceye dek farklı mekânlarda dolaştığına inanan, (d) İmam el-Kâzım’ın İsa b. Meryem
gibi öldürüldükten sonra recat edip yeryüzünü adaletle dolduracağına inanan,(e) İmam el-Kâzım’ın yaşadığına, o
zuhur edinceye dek er-Rıza’nın ve evladından imam olarak ortaya çıkanların onun
halifeleri olduklarına inanan farklı Vâkıfî fırkaları olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklardan
bu fırkalar arasında geçişler olduğu anlaşılmaktadır.
Bu fırkaların yanı sıra, Vâkıfî
fırkalar arasında sayılan, ancak kararsızlıklarıyla diğerlerinden ayrılan bir
fırka daha vardı: İmam Musa el-Kâzım’ın yaşadığı veya öldüğü kurguları arasında
kalan, kesin bilgiye ulaşmak için kanıt arayan kuşkucular, ne İmam Ali
er-Rızâ’nın imametine delalet eden nasları inkâr edebiliyorlardı, ne de İmam
Musa el-Kâzım’ı son imam, Mehdî ve Kâim olarak gösteren hadisleri yadsıyabiliyorlardı.
Nitekim İmam el-Kâzım’ın sahabîlerinden Ali b. Hattâb, İbrahim b. Şuayb ile
İbrahim b. Ebî Semmâl ve İsmail b. Ebî Semmâl kardeşler İmam Musa el-Kâzım’ın
son imam olup olmadığı hususunda bir karara varamadan vefat etmişlerdir. Ancak
bu fırkanın varlığı uzun sürmemiştir. Kararsızlardan büyük çoğunluğu İmam Musa
el-Kâzım’ın öldüğüne kanaat getirerek İmam Ali er-Rızâ’nın imametini kabul edip
ana bünye ile birleşirken, kimileri de Vâkıfe’ye dâhil olmuşlardır.
Genel kabulün aksine İmam Musa
el-Kâzım’ın Kâim olduğu, hak devleti kuracağı inancının onun sağlığında ortaya
çıktığını ileri sürenler olmuştur: Büyükkara, İmam Musa el-Kâzım’ın Mehdî ve
Kâim olduğu inancının sağlığında Şiî cemaat içerisinde kabul gördüğünü yazar.
Ona göre yedinci imamın Kâim olacağına dair İmam Cafer es-Sâdık’dan nakledilen hadis
bu inancın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Büyükkara, İmam Musa el-Kâzım’ın
naaşının defnedilmeden önce Bağdat’ta bir köprü üzerinde üç gün boyunca teşhir
edilmesinin nedeninin de bu inanç olabileceği görüşündedir. Ona göre bu
uygulama bu inancı benimseyen topluluğun hacminin küçük olmadığı görünümü
vermektedir. Hemen hemen aynı kanaatte olan Seyid Hossein Modaressi ise İmam
el-Kâzım’ın naaşının köprü üzerinde teşhiri sırasında görevlilerce Şiîlere
hakaret edildiğini hatırlatarak, Şiîlerin naaşa yaklaşamadıklarını, dolayısıyla
sorunun çözülemediğini yazar. Her hâlükârda aralarında İmam Musa el-Kâzım’ın
vekillerinin ve yakın ashabının da bulunduğu büyük bir topluluk Vâkıfî
görüşleri benimsemişlerdir. Nitekim İsa b. Ubeyd Yaktîn, İmam er-Rızâ’nın
gerçekten imam olup olmadığını sınamak amacıyla gönderilen on beş bin soruyu Mücerribe adını verdiği bir kitapta bir
araya topladığını haber vermektedir. el-Kâfi’de
geçen bir rivayetten Vâkıfîlerin İmam el-Kâzım’ın oğlu İbrahim’i de kendilerine
çektikleri anlaşılmaktadır.[2]
İmam Ali er-Rızâ’nın mücadeleleri sonucunda Vâkıfîlerin birçoğu zamanla ana
bünyeyle birleşmişlerdir. Ancak İmam er-Rızâ şehit olduğunda oğlu İmam Muhammed
el-Cevâd’ın yaşının küçük olması Vâkıfîlerin tekrar güç kazanmasına sebep
olmuştur. Mutezilî mezhepler tarihçisi Cafer b. Harb’in (öl. 236/850)
Vâkıfîlerin faaliyetlerine dair verdiği bilgileri esas alan araştırmacılar
Vâkıfe ile Katiyye arasındaki nizaın İmam Hasan el-Askerî dönemine kadar devam
ettiği görüşündedirler. Ancak yazılarında tarih ve coğrafya kitaplarını kaynak
olarak kullanan Wilferd Madelung, Vâkıfe’nin, en azından VI./XII. yüzyıla kadar
varlığını devam ettirdiğini ileri sürmüştür.
Vâkıfe’nin Ortaya Çıkış Nedenleri
Şiî kaynaklarda Vâkıfe’nin ortaya çıkış nedenleriyle ilgili olarak verilen malumattan fırkanın kurucularının İmam Musa el-Kâzım’ın vekilleri olduğu anlaşılmaktadır. Şia’da İmamların bulundukları bölgelerin dışında kalan bölgelerde İmamlar adına vücuhatın ve hediyelerin toplanması için ihdas edilen vekâlet sistemiyle ilk defa İmam Cafer es-Sâdık döneminde karşılaşırız. Ancak mevcut bilgiler, İmam es-Sâdık dönemi vekâlet sisteminin etkinliğini tespit edebilmemizi mümkün kılmamaktadır. Dolayısıyla İmam Musa el-Kâzım dönemi, “bölgesel liderlik” anlamında bir vekâlet sisteminin başladığı dönem olarak kabul etmek mümkündür. Şiî nüfusun artması ve İmam el-Kâzım’ın hapiste tutulması bu sistemin gelişmesine sebep olmuş olmalıdır.
Şiî kaynaklarda Vâkıfe’nin ortaya çıkış nedenleriyle ilgili olarak verilen malumattan fırkanın kurucularının İmam Musa el-Kâzım’ın vekilleri olduğu anlaşılmaktadır. Şia’da İmamların bulundukları bölgelerin dışında kalan bölgelerde İmamlar adına vücuhatın ve hediyelerin toplanması için ihdas edilen vekâlet sistemiyle ilk defa İmam Cafer es-Sâdık döneminde karşılaşırız. Ancak mevcut bilgiler, İmam es-Sâdık dönemi vekâlet sisteminin etkinliğini tespit edebilmemizi mümkün kılmamaktadır. Dolayısıyla İmam Musa el-Kâzım dönemi, “bölgesel liderlik” anlamında bir vekâlet sisteminin başladığı dönem olarak kabul etmek mümkündür. Şiî nüfusun artması ve İmam el-Kâzım’ın hapiste tutulması bu sistemin gelişmesine sebep olmuş olmalıdır.
Kaynaklara göre, vekil olarak
tanıtılan Ziyâd b. Mervân Kındî, Ali b. Ebî Hamza Betâinî, Osman b. İsa Ruvâsî
ve Hayyân b. Serrâc, emanet olarak yanlarında bulunan parayı ve malları İmam
el-Kâzım’ın şehit olduğu haberini aldıktan sonra bir sonraki imama, İmam Ali
er-Rızâ’ya teslim etmeyi reddetmişler ve zamanla bu parayı ve malları Vâkıfî
düşünceleri yaymak ve Kat‘iyye’nin önde gelenlerini kendilerine çekmek için
kullanmışlardır. Tarih rivayetlerinde Yahya b. Abdirrahman ve Safvân b. Yahya
kendilerine yapılan rüşvet teklifini reddettiklerini bildirmektedirler. Rüşveti
kabul edenlerin kendilerini gizlemeleri ise tabiî bir davranıştır. Bununla
birlikte İmam Musa el-Kâzım dönemindeki vekâlet sistemini inkâr etmeksizin
Vâkıfe’nin kuruluşunda vekillerinin rolünün olmadığını; kaynaklarda adı geçen
zâtların, sözgelimi İbnü’s-Serrâc’ın bir vekil değil de Benî Eşas kabilesinin
güvendiği bir emanetçi olduğunu iddia edenler de olmuştur.
Kaynaklarda başlıca neden olarak
zikredilen iktisadî neden adını verebileceğimiz bu nedenin yanı sıra kelâmî
nedenler de Şiî çoğunluğun tevakkuf etmesinde etkili olmuştur. Özellikle
Şia’daki “kurtarıcı imam” öğretisinin bunda etkili olduğunu düşünüyoruz.
Bilindiği üzere Şiîlerin beklentisine rağmen İmam Zeynelâbidîn, İmam Muhammed
el-Bâkır ve İmam Câfer es-Sâdık siyasî faaliyetlerin içine girmemiştir. İmam
Musa el-Kâzım’ın hayatını incelediğimizde ise onun bir yandan hükümet kurmak
amacıyla Şiîler arasında sistemli bir yapı oluşturmaya çalıştığını (vekâlet
sistemi), öte yandan da Abbasî hükûmetini zayıflatmak amacıyla Şiîleri hükûmetin
faydasına olacak her türlü yardım ve görevden sakındırdığını (sözgelimi
develerini hac seferinde kullanması için Harun er-Reşid’e kiralayan Safvan b.
Cemal’i azarlamıştır) ve hükümet merkezine sızabilmek için de Ali b. Yaktîn
gibi muteber sahabîlerini hükûmette görev almaya teşvik ettiğini görürüz. İmam
el-Kâzım’ın siyasî iktidar talebinde olduğunu gösteren en açık delil ise onun
Fedek’le ilgili olarak Harun er-Reşid’e verdiği cevapta gizlidir. Harun er-Reşid
kendisine iade edilmesi için İmam el-Kâzım’dan Fedek’in sınırlarını çizmesini
istediğinde o Abbasî hükümetinin sınırlarını çizmiştir.
Bütün bunlar, yaşananlara şahit
olan dönemin Şiîlerine, İmam el-Kâzım’ın bir hükümet kurma düşüncesinde olduğu
izlenimi vermiş olmalıdır. Baştan itibaren Şiî imgeleminde var olan “ülküsel
devlet” öğretisi burada bir kez daha devreye girmiş olmalıdır. İmam el-Kâzım
muvaffakiyet elde edemeden dünyadan ayrılınca, eskiden beri nakledilen ancak
şimdi Vâkıfe’nin, yani İmam el-Kâzım’ın şahadetine kadar Şiî ana bünyeyi
oluşturan İmamî ulemânın tasarruflarda bulundukları Mehdî ve Kâim hadislerinin
de etkisiyle İmam el-Kâzım’ın gaybete gittiği, recat edip zulümle dolan dünyayı
adaletle dolduracağı inancı Şiîler arasında yaygınlaşmış olmalıdır. Şiî hadis
ve kelâm literatüründe Vâkıfî etki tartışmasının başladığı yer de işte
burasıdır.
Şia tarihinde gaybet edebiyatının
ortaya çıkması, yani gaybetle ilgili kitapların yazılmaya başlaması tam da bu
zamana, II./VIII. yüzyıla rastlamaktadır. İbrahim b. Salih el-Enmatî el-Kûfî, Ali
b. Hasan el-Cermî (öl. 205/820), Abdullah b. Cebele b. Hayyân b. Ebcel
el-Kinânî (öl. 219/834), Ali b. Amr el-A‘rec Ebu’l-Hasan el-Kufî, Ali b. Hasan
et-Tatarî et-Taî (öl. 220/835’ten sonra), Hasan b. Muhammed b. Semâa es-Sırrî
el-Kufî (öl. 263/876), Hasan b. Ali b. Ebu Hamza el-Batainî el-Kufî, Ali b.
Muhammed b. Ali b. Amr b. Riyâh ve Humeyd b. Ziyad (öl. 310/922) ilk gaybet
kitaplarının yazarlarıdırlar. Bu kitaplar arasında Ebu Muhammed b. Ahmed Alevî
Musevî’nin İmam Ali er-Rıza’nın şahadetinden önce (203/818) telif ettiği Nusretu’l-Vâkıfe adlı eseri
diğerlerinden daha fazla yaygınlaşmış olmalıdır. Nitekim Şeyh Tusî Kitabu’l-Gaybe’sinde bu kitaptan kırk
bir hadis alıntılamış ve tenkit etmiştir. Vâkıfîlerin telif faaliyetleri ve bu
kitapların tedvininin hemen ardından ve sonrasında Şeyh Sadûk (öl. 381/991),
Şeyh Müfid (öl. 413/1022) ve Şeyh Tusî (öl. 460/1067) gibi İsnâaşerî âlimlerce
bu kitaplarda dile getirilen görüşleri ret sadedinde kaleme alınan kitaplar
Vâkıfî düşüncelerin gerek o dönemde gerekse sonraki dönemlerde ilmî
tartışmaların konusu olacak denli etkili olduğunu göstermektedir. Nitekim
Vâkıfî rical tarafından kimi zaman tasarrufta bulunularak kimi zamansa
üretilerek nakledilen gaybete ve zuhur alametlerine ilişkin hadisler,
Numanî’nin Kitabu’l-Gaybe’sine nüfuz
edebilmiştir. Genel itibariyle Şiî literatüründeki Vâkıfî etkiyi özellikle hadis
ve kelâm edebiyatında müşahede etmek mümkündür.
İleri okuma listesi: Ali en-Necaşî, Rical, Beyrut 1998; Cemil Hakyemez, Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib On İkinci İmam, İstanbul 2009; Ebu’l-Hasan el-Eşarî, İlk Dönem İslâm Mezhepleri, İstanbul 2005; Mehmet Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, İstanbul 2010; Metin Bozan, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009; Mustafa Öz, “İmamiyye”, TDVİA, c. 22, s. 207-209; Muhammed Bâkır Bihbûdî, Tahkikî Derbâre-i Mezheb-i Vakf ve Beresî-i Tarih-i Vâkıfe; Mustafa Öz, “Vakıfe”, TDVİA, c. 25, s. 487-488; Nevbahtî-Eşarî el-Kummî, Şiî Fırkalar, Ankara 2004; Şehristanî, Milel ve Nihal, İstanbul 2008; Şeyh Tusî, İhtiyaru marifeti’r-rical, Meşhed 1969.
İleri okuma listesi: Ali en-Necaşî, Rical, Beyrut 1998; Cemil Hakyemez, Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib On İkinci İmam, İstanbul 2009; Ebu’l-Hasan el-Eşarî, İlk Dönem İslâm Mezhepleri, İstanbul 2005; Mehmet Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, İstanbul 2010; Metin Bozan, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009; Mustafa Öz, “İmamiyye”, TDVİA, c. 22, s. 207-209; Muhammed Bâkır Bihbûdî, Tahkikî Derbâre-i Mezheb-i Vakf ve Beresî-i Tarih-i Vâkıfe; Mustafa Öz, “Vakıfe”, TDVİA, c. 25, s. 487-488; Nevbahtî-Eşarî el-Kummî, Şiî Fırkalar, Ankara 2004; Şehristanî, Milel ve Nihal, İstanbul 2008; Şeyh Tusî, İhtiyaru marifeti’r-rical, Meşhed 1969.
Ertuğrul Ertekin
[1] Büyükkara, Şeyh Müfîd’in İmam
Hüseyin’in katlinin imkânsızlığını savunan Mufevviza adında bir fırkadan söz
ettiğini yazar ve bu fırkayı tevakkuf eden fırkalar arasında sayar bkz.: Mehmet
Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s. 220-221.
[2] Kuleynî, Usûlu’l-Kâfi, thk.: Ali Ekber Gaffârî, Tahran ş. 1363, c. 1, s.
380; krş.: Kuleynî, Usul-u Kâfi,
çev.: Vahdettin İnce, İstanbul 2008, c. 1, s. 701.