18 Eylül 2014 Perşembe

Şiî Fırkalar: Vâkıfe

İmam Musa el-Kâzım (as),  
Onbir İmam (detay)
TİEM 1973
İmam Musa el-Kâzım’ın (as) şahadetinden sonra onun imametinde tevakkuf ederek ana bünyeden kopan Vâkıfe, ilk kez Şiî literatürün ve Şiî cemaatin tamamının üzerinde etkili olan, Şiî vekillerin, râvilerin ve fakîhlerinin etrafında şekillenen bir fırka olması sebebiyle Şia tarihinde önemli bir yere sahiptir.

İmam Musa el-Kâzım’ın (as) 183/799 yılındaki şehadetinden sonra Şiî ana bünyeden kopan, aralarında İmam Musa el-Kâzım’ın vekillerinin de bulunduğu büyük bir topluluk, babasının vasiyetiyle imam olan İmam Ali er-Rıza’nın (as) imametini inkâr etti. Onlara göre İmam Musa el-Kâzım aslında ölmemişti; yalnızca gaybete gitmişti. O, zulümle dolacak dünyaya adaleti getirecek olan Mehdî ve Kâim idi. İmameti, İmam Musa el-Kâzım’da sonlandırarak tevakkuf eden bu topluluğa Vâkıfe ve Memtûre deniliyordu. Karşı tarafta ise İmam Musa el-Kâzım’ın katiyen öldüğüne, imametin oğlu Ali er-Rızâ’da devam ettiğine inanan Katiyye adındaki cemaat vardı.

Şia tarihinde imamette tevakkuf yeni bir iddia değildi. Nitekim Şia tarihinde, İmam Musa el-Kâzım’dan önce ve sonra, Ehlibeyt İmamları’nın bazılarının imametinde ya da imamet iddiasında bulunan imam evladının ve imameti imamlardan veya imam evladından miras aldıklarını iddia eden zevâtın imametinde tevakkuf eden fırkalara sıkça rastlanmaktadır: İmam Musa el- Kâzım öncesinde Sebeiyye, İmam Ali’nin öldürüldüğünü inkâr etmiş, onun gökyüzünde yaşadığını ve Arabı sopasıyla gütmek, yeryüzünü adaletle doldurmak için geri gelinceye dek de ölmeyeceğini iddia etmişti. Nevbahtî, Sebeiyye’nin Hz. Muhammed’den (s) sonra İslâm ümmeti içerisinde tevakkuf eden ilk fırka olduğunu yazar. Sonra sırasıyla[1] Bâkıriyye fırkası İmam Muhammed el-Bâkır’ın, Nâvûsiyye fırkası ise İmam Cafer es-Sâdık’ın mehdî ve kâim olduğunu ileri sürmüştü.

Yukarıda isimleri zikredilen ve zikredilmeyen fırkaların ortak özelliği imamette tevakkuf olsa da Şia tarihinde yalnızca İmam Musa el-Kâzım’ın imametinde duraklayan fırkaya Vâkıfe adı verilmiş ve sözcük bu anlamda terim anlamı kazanmıştır. Ancak mezhepler tarihçilerinin verdikleri malumattan Vâkıfe’nin homojen bir yapı göstermediği anlaşılmaktadır. Tarih rivayetlerinden; (a) İmam Cafer es-Sâdık’ın “O, Kâim ve Mehdî’dir; başının dağdan yuvarlanarak üzerinize düştüğünü görseniz bile onun öldüğüne inanmayınız; zira o Kâim’dir, yaşamaktadır.” sözünü delil göstererek İmam el-Kâzım’ın ölmediğine inan; (b) İmam es-Sâdık’ın “Ona Kâim denmesinin sebebi, öldükten sonra dirilecek ve yaşayacak olmasıdır” sözünü delil göstererek İmam el-Kâzım’ın öldüğüne ve tekrar dirileceğine inanan, (c) İmam el-Kâzım’ın gizlendiğine, geri gelinceye dek farklı mekânlarda dolaştığına inanan, (d) İmam el-Kâzım’ın İsa b. Meryem gibi öldürüldükten sonra recat edip yeryüzünü adaletle dolduracağına inanan,(e) İmam el-Kâzım’ın yaşadığına, o zuhur edinceye dek er-Rıza’nın ve evladından imam olarak ortaya çıkanların onun halifeleri olduklarına inanan farklı Vâkıfî fırkaları olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklardan bu fırkalar arasında geçişler olduğu anlaşılmaktadır.

Bu fırkaların yanı sıra, Vâkıfî fırkalar arasında sayılan, ancak kararsızlıklarıyla diğerlerinden ayrılan bir fırka daha vardı: İmam Musa el-Kâzım’ın yaşadığı veya öldüğü kurguları arasında kalan, kesin bilgiye ulaşmak için kanıt arayan kuşkucular, ne İmam Ali er-Rızâ’nın imametine delalet eden nasları inkâr edebiliyorlardı, ne de İmam Musa el-Kâzım’ı son imam, Mehdî ve Kâim olarak gösteren hadisleri yadsıyabiliyorlardı. Nitekim İmam el-Kâzım’ın sahabîlerinden Ali b. Hattâb, İbrahim b. Şuayb ile İbrahim b. Ebî Semmâl ve İsmail b. Ebî Semmâl kardeşler İmam Musa el-Kâzım’ın son imam olup olmadığı hususunda bir karara varamadan vefat etmişlerdir. Ancak bu fırkanın varlığı uzun sürmemiştir. Kararsızlardan büyük çoğunluğu İmam Musa el-Kâzım’ın öldüğüne kanaat getirerek İmam Ali er-Rızâ’nın imametini kabul edip ana bünye ile birleşirken, kimileri de Vâkıfe’ye dâhil olmuşlardır.


Genel kabulün aksine İmam Musa el-Kâzım’ın Kâim olduğu, hak devleti kuracağı inancının onun sağlığında ortaya çıktığını ileri sürenler olmuştur: Büyükkara, İmam Musa el-Kâzım’ın Mehdî ve Kâim olduğu inancının sağlığında Şiî cemaat içerisinde kabul gördüğünü yazar. Ona göre yedinci imamın Kâim olacağına dair İmam Cafer es-Sâdık’dan nakledilen hadis bu inancın yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Büyükkara, İmam Musa el-Kâzım’ın naaşının defnedilmeden önce Bağdat’ta bir köprü üzerinde üç gün boyunca teşhir edilmesinin nedeninin de bu inanç olabileceği görüşündedir. Ona göre bu uygulama bu inancı benimseyen topluluğun hacminin küçük olmadığı görünümü vermektedir. Hemen hemen aynı kanaatte olan Seyid Hossein Modaressi ise İmam el-Kâzım’ın naaşının köprü üzerinde teşhiri sırasında görevlilerce Şiîlere hakaret edildiğini hatırlatarak, Şiîlerin naaşa yaklaşamadıklarını, dolayısıyla sorunun çözülemediğini yazar. Her hâlükârda aralarında İmam Musa el-Kâzım’ın vekillerinin ve yakın ashabının da bulunduğu büyük bir topluluk Vâkıfî görüşleri benimsemişlerdir. Nitekim İsa b. Ubeyd Yaktîn, İmam er-Rızâ’nın gerçekten imam olup olmadığını sınamak amacıyla gönderilen on beş bin soruyu Mücerribe adını verdiği bir kitapta bir araya topladığını haber vermektedir. el-Kâfi’de geçen bir rivayetten Vâkıfîlerin İmam el-Kâzım’ın oğlu İbrahim’i de kendilerine çektikleri anlaşılmaktadır.[2] İmam Ali er-Rızâ’nın mücadeleleri sonucunda Vâkıfîlerin birçoğu zamanla ana bünyeyle birleşmişlerdir. Ancak İmam er-Rızâ şehit olduğunda oğlu İmam Muhammed el-Cevâd’ın yaşının küçük olması Vâkıfîlerin tekrar güç kazanmasına sebep olmuştur. Mutezilî mezhepler tarihçisi Cafer b. Harb’in (öl. 236/850) Vâkıfîlerin faaliyetlerine dair verdiği bilgileri esas alan araştırmacılar Vâkıfe ile Katiyye arasındaki nizaın İmam Hasan el-Askerî dönemine kadar devam ettiği görüşündedirler. Ancak yazılarında tarih ve coğrafya kitaplarını kaynak olarak kullanan Wilferd Madelung, Vâkıfe’nin, en azından VI./XII. yüzyıla kadar varlığını devam ettirdiğini ileri sürmüştür.

Vâkıfe’nin Ortaya Çıkış Nedenleri

Şiî kaynaklarda Vâkıfe’nin ortaya çıkış nedenleriyle ilgili olarak verilen malumattan fırkanın kurucularının İmam Musa el-Kâzım’ın vekilleri olduğu anlaşılmaktadır. Şia’da İmamların bulundukları bölgelerin dışında kalan bölgelerde İmamlar adına vücuhatın ve hediyelerin toplanması için ihdas edilen vekâlet sistemiyle ilk defa İmam Cafer es-Sâdık döneminde karşılaşırız. Ancak mevcut bilgiler, İmam es-Sâdık dönemi vekâlet sisteminin etkinliğini tespit edebilmemizi mümkün kılmamaktadır. Dolayısıyla İmam Musa el-Kâzım dönemi, “bölgesel liderlik” anlamında bir vekâlet sisteminin başladığı dönem olarak kabul etmek mümkündür. Şiî nüfusun artması ve İmam el-Kâzım’ın hapiste tutulması bu sistemin gelişmesine sebep olmuş olmalıdır.

Kaynaklara göre, vekil olarak tanıtılan Ziyâd b. Mervân Kındî, Ali b. Ebî Hamza Betâinî, Osman b. İsa Ruvâsî ve Hayyân b. Serrâc, emanet olarak yanlarında bulunan parayı ve malları İmam el-Kâzım’ın şehit olduğu haberini aldıktan sonra bir sonraki imama, İmam Ali er-Rızâ’ya teslim etmeyi reddetmişler ve zamanla bu parayı ve malları Vâkıfî düşünceleri yaymak ve Kat‘iyye’nin önde gelenlerini kendilerine çekmek için kullanmışlardır. Tarih rivayetlerinde Yahya b. Abdirrahman ve Safvân b. Yahya kendilerine yapılan rüşvet teklifini reddettiklerini bildirmektedirler. Rüşveti kabul edenlerin kendilerini gizlemeleri ise tabiî bir davranıştır. Bununla birlikte İmam Musa el-Kâzım dönemindeki vekâlet sistemini inkâr etmeksizin Vâkıfe’nin kuruluşunda vekillerinin rolünün olmadığını; kaynaklarda adı geçen zâtların, sözgelimi İbnü’s-Serrâc’ın bir vekil değil de Benî Eşas kabilesinin güvendiği bir emanetçi olduğunu iddia edenler de olmuştur.


Kaynaklarda başlıca neden olarak zikredilen iktisadî neden adını verebileceğimiz bu nedenin yanı sıra kelâmî nedenler de Şiî çoğunluğun tevakkuf etmesinde etkili olmuştur. Özellikle Şia’daki “kurtarıcı imam” öğretisinin bunda etkili olduğunu düşünüyoruz. Bilindiği üzere Şiîlerin beklentisine rağmen İmam Zeynelâbidîn, İmam Muhammed el-Bâkır ve İmam Câfer es-Sâdık siyasî faaliyetlerin içine girmemiştir. İmam Musa el-Kâzım’ın hayatını incelediğimizde ise onun bir yandan hükümet kurmak amacıyla Şiîler arasında sistemli bir yapı oluşturmaya çalıştığını (vekâlet sistemi), öte yandan da Abbasî hükûmetini zayıflatmak amacıyla Şiîleri hükûmetin faydasına olacak her türlü yardım ve görevden sakındırdığını (sözgelimi develerini hac seferinde kullanması için Harun er-Reşid’e kiralayan Safvan b. Cemal’i azarlamıştır) ve hükümet merkezine sızabilmek için de Ali b. Yaktîn gibi muteber sahabîlerini hükûmette görev almaya teşvik ettiğini görürüz. İmam el-Kâzım’ın siyasî iktidar talebinde olduğunu gösteren en açık delil ise onun Fedek’le ilgili olarak Harun er-Reşid’e verdiği cevapta gizlidir. Harun er-Reşid kendisine iade edilmesi için İmam el-Kâzım’dan Fedek’in sınırlarını çizmesini istediğinde o Abbasî hükümetinin sınırlarını çizmiştir.

Bütün bunlar, yaşananlara şahit olan dönemin Şiîlerine, İmam el-Kâzım’ın bir hükümet kurma düşüncesinde olduğu izlenimi vermiş olmalıdır. Baştan itibaren Şiî imgeleminde var olan “ülküsel devlet” öğretisi burada bir kez daha devreye girmiş olmalıdır. İmam el-Kâzım muvaffakiyet elde edemeden dünyadan ayrılınca, eskiden beri nakledilen ancak şimdi Vâkıfe’nin, yani İmam el-Kâzım’ın şahadetine kadar Şiî ana bünyeyi oluşturan İmamî ulemânın tasarruflarda bulundukları Mehdî ve Kâim hadislerinin de etkisiyle İmam el-Kâzım’ın gaybete gittiği, recat edip zulümle dolan dünyayı adaletle dolduracağı inancı Şiîler arasında yaygınlaşmış olmalıdır. Şiî hadis ve kelâm literatüründe Vâkıfî etki tartışmasının başladığı yer de işte burasıdır.

Şia tarihinde gaybet edebiyatının ortaya çıkması, yani gaybetle ilgili kitapların yazılmaya başlaması tam da bu zamana, II./VIII. yüzyıla rastlamaktadır. İbrahim b. Salih el-Enmatî el-Kûfî, Ali b. Hasan el-Cermî (öl. 205/820), Abdullah b. Cebele b. Hayyân b. Ebcel el-Kinânî (öl. 219/834), Ali b. Amr el-A‘rec Ebu’l-Hasan el-Kufî, Ali b. Hasan et-Tatarî et-Taî (öl. 220/835’ten sonra), Hasan b. Muhammed b. Semâa es-Sırrî el-Kufî (öl. 263/876), Hasan b. Ali b. Ebu Hamza el-Batainî el-Kufî, Ali b. Muhammed b. Ali b. Amr b. Riyâh ve Humeyd b. Ziyad (öl. 310/922) ilk gaybet kitaplarının yazarlarıdırlar. Bu kitaplar arasında Ebu Muhammed b. Ahmed Alevî Musevî’nin İmam Ali er-Rıza’nın şahadetinden önce (203/818) telif ettiği Nusretu’l-Vâkıfe adlı eseri diğerlerinden daha fazla yaygınlaşmış olmalıdır. Nitekim Şeyh Tusî Kitabu’l-Gaybe’sinde bu kitaptan kırk bir hadis alıntılamış ve tenkit etmiştir. Vâkıfîlerin telif faaliyetleri ve bu kitapların tedvininin hemen ardından ve sonrasında Şeyh Sadûk (öl. 381/991), Şeyh Müfid (öl. 413/1022) ve Şeyh Tusî (öl. 460/1067) gibi İsnâaşerî âlimlerce bu kitaplarda dile getirilen görüşleri ret sadedinde kaleme alınan kitaplar Vâkıfî düşüncelerin gerek o dönemde gerekse sonraki dönemlerde ilmî tartışmaların konusu olacak denli etkili olduğunu göstermektedir. Nitekim Vâkıfî rical tarafından kimi zaman tasarrufta bulunularak kimi zamansa üretilerek nakledilen gaybete ve zuhur alametlerine ilişkin hadisler, Numanî’nin Kitabu’l-Gaybe’sine nüfuz edebilmiştir. Genel itibariyle Şiî literatüründeki Vâkıfî etkiyi özellikle hadis ve kelâm edebiyatında müşahede etmek mümkündür. 

İleri okuma listesi: Ali en-Necaşî, Rical, Beyrut 1998; Cemil Hakyemez, Şia’da Gaybet İnancı ve Gaib On İkinci İmam, İstanbul 2009; Ebu’l-Hasan el-Eşarî, İlk Dönem İslâm Mezhepleri, İstanbul 2005; Mehmet Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, İstanbul 2010; Metin Bozan, İmamiyye’nin İmamet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İstanbul 2009; Mustafa Öz, “İmamiyye”, TDVİA, c. 22, s. 207-209; Muhammed Bâkır Bihbûdî, Tahkikî Derbâre-i Mezheb-i Vakf ve Beresî-i Tarih-i Vâkıfe; Mustafa Öz, “Vakıfe”, TDVİA, c. 25, s. 487-488; Nevbahtî-Eşarî el-Kummî, Şiî Fırkalar, Ankara 2004; Şehristanî, Milel ve Nihal, İstanbul 2008; Şeyh Tusî, İhtiyaru marifeti’r-rical, Meşhed 1969.

Ertuğrul Ertekin


[1] Büyükkara, Şeyh Müfîd’in İmam Hüseyin’in katlinin imkânsızlığını savunan Mufevviza adında bir fırkadan söz ettiğini yazar ve bu fırkayı tevakkuf eden fırkalar arasında sayar bkz.: Mehmet Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s. 220-221. 
[2] Kuleynî, Usûlu’l-Kâfi, thk.: Ali Ekber Gaffârî, Tahran ş. 1363, c. 1, s. 380; krş.: Kuleynî, Usul-u Kâfi, çev.: Vahdettin İnce, İstanbul 2008, c. 1, s. 701.