24 Eylül 2014 Çarşamba

Kitap Tanıtımı: Farhad Daftary-Josef W. Meri, Culture and Memory in Medieval lslam


Culture and Memory in Medieval lslam: Essays in Honour of Wilferd Madelung, ed. Farhad Daftary, Josef W. Meri, London/New York: I. B. Tauris Publishers in association with The institute of lsmaili Studies, 2003. 464 s. 

Adını İslâm Ortaçağında Kültür ve Hafıza olarak tercüme edebileceğim bu çalışma, İslâm ve mezhepler tarihçisi tanınmış Alman oryantalist Prof. Wilferd Madelung İçin hazırlanan bir armağan kitabıdır. Madelung, Oxford Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra Londra'daki The Institute of Ismaili Studies’de (İsmaili Araştırmaları Enstitüsü) 1999 yılından itibaren "senior” araştırmacı unvanıyla İlmî çalışmalarını sürdürmektedir. Armağanın editörlüğünü, adı geçen enstitünün müdürü Farhad Daftary ile yine Enstitü üyelerinden J. W. Meri üstlenmişler.

Kitaptaki on yedi makale üç ayrı bölüm İçinde derlenmiştir. Birinci bölüm “Bilginin Nakli”, ikinci bölüm “Hatırlatma, Anımsama ve Unutma”, üçüncü bölüm ise “Hükümdarları, Saltanatları ve Fetihleri Anma” başlıklarını taşımaktadır.

Kitaptaki doğrudan Şiîlik Araştırmalarını ilgilendiren makaleler şunlardır: 

Sabine Schmidtke’nin “Abdullah b. Sâlih es-Semâhîcî’nin Nâsır el-Cârûdî el-Katîfî'ye Verdiği İcâzet: Bahreyn İsnâaşerî-Şiî ilim Geleneği İçin Bir Kaynak” başlıklı incelemesidir. Belli bir eserin naklinden ziyade, bir ilim geleneğinin tüm kaynaklarının nakline İcâzet veren 18. yüzyıla ait kitap hacmindeki bir vesika üzerinden Schmidtke, Bahreyn Ahbârî ilim geleneğinin çok bilinmeyen isim ve eserlerine ulaşmaktadır. Yazarın vardığı önemli sonuçlardan birisi, bu tür icazetnamelerin muhtevasından ve özellikle bunların senetlerinden yola çıkarak tarih inşasının bilimsel olmadığını söyleyen R. Gleave'nin tezinin geçersizliğidir. 

“Kum ve Batı Arasında: Kuleynî ve Kâtib en-Nu’mânî’ye Göre Gaybet” başlıklı makale, Andrew J. Newman tarafından kaleme alınmıştır. Newman, The Formative Period of Tıwelver Shi’ism adlı kitabında işlediği, “Kumlu ve Bağdatlı Şia’nın, farklı görüşlerini dillendirmek İçin hadisleri bir araç olarak kullandıkları” tezini, bu defa, Şiî gaybet doktrini açısından iki hadis kitabındaki rivayetleri incelemeye alarak işlemektedir. Kuleynî, Kum kökenli hadisleri: Nu’mânî ise daha çok Bağdat kökenli hadisleri toplamıştır. Newman, bu hadislerin senet tahkikini yapmakta ve râvilerin büyük çoğunluğunun muahhar “ricâl" âlimleri tarafından cerh edildiğini ortaya koymaktadır. Daha sonra metin incelemesine geçerek, gaybetin adedi ve süresi, sefirlerin durumu ve sayısı gibi konulardaki iki eserin rivayetleri arasındaki farklılıkları tespit etmektedir. Araştırmadan çıkan önemli bir sonuç Kum kaynaklı hadislerde beliren doktrinin Bağdat kökenli hadislerle geliştirildiği, doktrinin son geldiği noktaya uygun düşmeyen Kum kökenli hadislerin ise Bağdatlılarca ihmal edildiği şeklindedir.

Birinci bölümün son makalesi, “Ebû Hayyân et-Tevhîdî: Şiî Yüzyılda Sünnî Bir Ses” başlığını taşımaktadır. Yazar Wadâd al-Qâdî, ünlü edebiyatçı ve filozof Ebû Hayyân'ın pek bilinmeyen bir yönünü, Şia muhalifliğini kendi eserlerine başvurarak ortaya çıkarmaktadır. Sakife toplantısı, Hz. Osman'ın katli, Sıffin Savaşı gibi tarihî olaylar; imamların günahsızlığı, sahabeye sövgü, bedâ, takiyye gibi siyasî ve teolojik konular hakkındaki görüşleri Ebû Hayyân’ın amansız bir Şia muhalifi olduğunu göstermektedir. Hatta bu tutum yer yer geleneksel Sünnî muhalefet dozunu da aşacak boyuta ulaşmaktadır. Al-Qâdî, bu durumun, onun mutaassıp bir Sünnî olmasından ve Şiî Büveyhîlerin zamanında ve onların etkin olduğu coğrafyada yaşamasından kaynaklandığım düşünmektedir.

"Şehitler Bahçesi: Kâşifî'nin, Timurlular’ın Geç Dönemi Herat’ında Şiî Şehitlik Hikâyelerini Farsçalaştırması” başlıklı makalede Abbas Amanat, öncelikle Hüseyin Vâiz Kâşifî'nin (ö. 910/1504) Ravatü'ş-şühedâ kitabının yazıldığı dönemdeki siyasi durumu tespit etmekte ve bunun kitabın yazılmasını nasıl motive ettiğini açıklamaya çalışmaktadır (s. 256, 268). Kitap, Ali Şîr Nevâî'nin ölümüyle birlikte Sünnîlik coşkusunu kaybeden Timurlular’ın Sünnî Özbeklerin tehdidiyle karşı karşıya kaldığı bir tarihte yazılmıştır. Aynı tarihlerde Herat’ın batışında Şah İsmail, Şiîlik ideolojisi zemininde kitleleri etrafına toplayarak siyasî egemenlik kurma gayreti içindedir. Kitabin içeriğinin ve kaynaklarının da tanıtımını yapan Amanat, bu araştırmasıyla, siyasî ve sosyal atmosferin kitapların yazımını nasıl etkilediği konusu üzerinde başarılı bir denemeye imza atmıştır. 

Michael L. Bates, makalesine "Horasanlı Devrimciler ve Mehdi’nin Unvanı” başlığını vermiştir. "Hükümdarları, Saltanatları ve Fetihleri Anma” konulu üçüncü bölümün açılış makalesi olan bu çalışma, nümizmatik bulguların, yazılı kaynaklarla birlikte kullanılmasıyla, tarihin doğru okunmasına çok önemli katkılarda bulunabileceğini ortaya koyan akademik düzeyi fevkalâde yüksek değerli bir araştırmadır. Makalenin vardığı en önemli sonuç, ikinci ve üçüncü Abbâsî halifelerinin Mansûr ve Mehdi unvanlarını resmen kullanmalarının, Nefsüzzekiyye ve kardeşinin isyanlarının bastırılmasından sonra gerçekleştiği şeklindedir. Ayrıca Bates, mesianik beklentileri yüksek Abbâsî yanlışı Horasanlı devrimcilerin bu tarihten daha önce, asıl ismi Muhammed b. Abdullah olan Mehdi’yi “beklenen Mehdi” olarak nitelediklerini nümizmatik veriler ışığında ileri sürmektedir.

Tarihî buluntu paraların kaynak olarak kullanıldığı diğer bir makale, Luke Treadvvell’in "Şâhânşâh ve el-Melikü'l-Müeyyed: Sâmânî ve Büveyhî İran'ında Hakimiyetin Meşruiyeti” başlıklı çalışmasıdır. Yazar, hicrî 335-358 yıllan arasında İran'da basılmış olan Sâmânî ve Büveyhî sikkeleri üstündeki “Şâhânşâh ve el-Melikü'l-Müeyyed” benzeri unvanlar ve halife isimleri gibi verileri de kullanarak, sadece İran ve Horasan üzerindeki Sâmânî ve Büveyhî mücadelesine ışık tutmakla kalmamakta, Sâmânîler ve Büveyhîler'in Bağdat Abbâsî halifeleriyle olan siyasî ilişkileri hakkında da orijinal değerlendirmelerde bulunmaktadır.

Bir sonraki makalede İsmail K. Poonawala, Fâtımî başkadısı Ebû Hanife Nu’mân b. Muhammed'in, imam Muizz'in direktifiyle yazdığı İftitâhu’d-da‘ve ve îbtidâü’d-devle isimli meşhur eserinde, Ismailî davetin ilk başlangıcı ve Fâtımî Devleti’nin kuruluşu hakkında verdiği malumatı araştırma konusu yapmaktadır. Poonawala’nm amacı, bu eserin tarihî analizini veya kaynak kritiğini yapmak değildir. Mezhebin ilk kaynaklarındaki bilgilerin yani sıra kolektif hafızadaki ilk dönemlere ait rivayetlerin Kâdı Nu’mân tarafından nasıl ustalıkla ele alındığı, bu rivayetlerin Kur’an’dan ve siyerden verilen örneklerle veya kurulan analojilerle süslenerek davet hareketinin nasıl idealleştirildiği bu araştırmanın ana hedefini oluşturmaktadır. Yazara göre Nu'mân, imam Muizz'in istediği görevi lâyıkıyla yapmış, bir dava hareketini sonraki nesillerin ortak hafızasına en güzel ve çarpıcı biçimde nakletmeyi başarmıştır.

“Geçmişin Aşırılmış Sembolleri: Abbâsîler ve Fâtımîler Arasındaki Rekabette Hatıra Eşya ve Kutsal Emanet Hırsızlığı" adlı makalede Paul W. Walker, araştırma başlığından da anlaşıldığı gibi, iki hasım devletin önemli ve kutsal saydığı birtakım eşyaların hırsızlık yoluyla nasıl el değiştirdiğinin ve bu olayların arkasındaki nedenlerin bir değerlendirmesini yapmaktadır. Hz. Peygamber’in nâşından İmam Sadık'ın ev eşyasına, Hz. Ali'nin kılıcından Büveyhîler'in gümüş arslanına kadar birçok eşya ya çalınmış ya da çalınmaya teşebbüs edilmiştir. Yazara göre hilâfet veya riyâset statüsünün sembolleri olarak kabul gören bu eşyalann -hırsızlık yoluyla da olsa- diğer tarafa geçmesi, dinî ve siyasi prestijin el değiştirmesi şeklinde algılanmıştır, özellikle Fâtımîler, bu tür bir propaganda yöntemini kullanmaya oldukça yatkındılar.

Said A. Arjomand’in “Otorite Kuramları ve Şiîliğin İran'da Bir Mezhepten Milli Bir Dine Dönüşümü” başlıklı makalesinin ana konusu, isnâaşerî Şiîlikte gaybet döneminden Kaçarlar’a uzanan tarihi süreçte dinî ve dünyevî otoritenin âlimlere mi yoksa hükümdarlara mı ait olduğu problemi üzerinde yapılmış tartışmalar ve Şiîlerin muhatabı iktidarlara bağlı olarak oluşan başlıca kuramsal değişikliklerdir. Arjumand, daha çok Safevîler dönemi ulema-devlet ilişkileri üzerinde durmaktadır.

Armağan kitabının Pieter Smoor’a ait son makalesi, “Fâtımî Halifelerinin Vezirleri olarak Şâver, Dirgâm, Şîrkûh ve Salâhaddin Hakkında Umâre’nin Manzum Düşünceleri" başlığını taşımaktadır. Fâtımî devletinin çöküş dönemini yaşayan saray şairi Umâre el-Yemenî’nin (ö. 569/1133), makale başlığında adlan geçen vezirlere yazmış olduğu şiirleri analiz eden Smoor, şairin bu çalkantılı dönemdeki İnanç ve duruşunu ve Salâhaddin Eyyubî'nin de aralarında bulunduğu söz konusu vezirlerin ona karşı tutumlarını tespit etmeye çalışmaktadır.
____________
Bu yazıdaki bilgiler, Ertuğrul Ertekin tarafından, Mehmet Ali Büyükkara’nın İslâmî Araştırmalar Dergisi için kaleme aldığı kitap tanıtım yazısından derlenmiştir.