Culture and Memory in Medieval lslam: Essays in Honour of
Wilferd Madelung,
ed. Farhad Daftary, Josef W. Meri,
London/New York: I. B. Tauris Publishers in association with The
institute of lsmaili Studies, 2003. 464 s.
Adını İslâm
Ortaçağında Kültür ve
Hafıza olarak tercüme edebileceğim bu çalışma, İslâm ve mezhepler
tarihçisi tanınmış Alman oryantalist Prof. Wilferd Madelung İçin hazırlanan bir
armağan kitabıdır. Madelung, Oxford Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra
Londra'daki The Institute of Ismaili Studies’de (İsmaili Araştırmaları Enstitüsü)
1999 yılından itibaren "senior” araştırmacı unvanıyla İlmî çalışmalarını
sürdürmektedir. Armağanın editörlüğünü, adı geçen enstitünün müdürü Farhad
Daftary ile yine Enstitü üyelerinden J. W. Meri üstlenmişler.
Kitaptaki on yedi makale üç ayrı bölüm İçinde
derlenmiştir. Birinci bölüm “Bilginin Nakli”, ikinci bölüm “Hatırlatma,
Anımsama ve Unutma”, üçüncü bölüm ise “Hükümdarları, Saltanatları ve Fetihleri
Anma” başlıklarını taşımaktadır.
Kitaptaki doğrudan Şiîlik Araştırmalarını ilgilendiren makaleler
şunlardır:
Sabine Schmidtke’nin “Abdullah b. Sâlih es-Semâhîcî’nin
Nâsır el-Cârûdî el-Katîfî'ye Verdiği İcâzet: Bahreyn İsnâaşerî-Şiî ilim
Geleneği İçin Bir Kaynak” başlıklı incelemesidir. Belli bir eserin naklinden
ziyade, bir ilim geleneğinin tüm kaynaklarının nakline İcâzet veren 18. yüzyıla
ait kitap hacmindeki bir vesika üzerinden Schmidtke, Bahreyn Ahbârî ilim
geleneğinin çok bilinmeyen isim ve eserlerine ulaşmaktadır. Yazarın vardığı
önemli sonuçlardan birisi, bu tür icazetnamelerin muhtevasından ve özellikle
bunların senetlerinden yola çıkarak tarih inşasının bilimsel olmadığını
söyleyen R. Gleave'nin tezinin geçersizliğidir.
“Kum ve Batı Arasında: Kuleynî ve Kâtib en-Nu’mânî’ye
Göre Gaybet” başlıklı makale, Andrew J. Newman tarafından kaleme alınmıştır.
Newman, The Formative Period of Tıwelver Shi’ism adlı
kitabında işlediği, “Kumlu ve Bağdatlı Şia’nın, farklı görüşlerini dillendirmek
İçin hadisleri bir araç olarak kullandıkları” tezini, bu defa, Şiî gaybet
doktrini açısından iki hadis kitabındaki rivayetleri incelemeye alarak
işlemektedir. Kuleynî, Kum kökenli hadisleri: Nu’mânî ise daha çok Bağdat
kökenli hadisleri toplamıştır. Newman, bu hadislerin senet tahkikini yapmakta
ve râvilerin büyük çoğunluğunun muahhar “ricâl" âlimleri tarafından cerh
edildiğini ortaya koymaktadır. Daha sonra metin incelemesine geçerek, gaybetin
adedi ve süresi, sefirlerin durumu ve sayısı gibi konulardaki iki eserin
rivayetleri arasındaki farklılıkları tespit etmektedir. Araştırmadan çıkan
önemli bir sonuç Kum kaynaklı hadislerde beliren doktrinin Bağdat kökenli
hadislerle geliştirildiği, doktrinin son geldiği noktaya uygun düşmeyen Kum
kökenli hadislerin ise Bağdatlılarca ihmal edildiği şeklindedir.
Birinci bölümün son makalesi, “Ebû Hayyân et-Tevhîdî: Şiî
Yüzyılda Sünnî Bir Ses” başlığını taşımaktadır. Yazar Wadâd al-Qâdî, ünlü
edebiyatçı ve filozof Ebû Hayyân'ın pek bilinmeyen bir yönünü, Şia
muhalifliğini kendi eserlerine başvurarak ortaya çıkarmaktadır. Sakife
toplantısı, Hz. Osman'ın katli, Sıffin Savaşı gibi tarihî olaylar; imamların
günahsızlığı, sahabeye sövgü, bedâ, takiyye gibi siyasî ve teolojik konular
hakkındaki görüşleri Ebû Hayyân’ın amansız bir Şia muhalifi olduğunu
göstermektedir. Hatta bu tutum yer yer geleneksel Sünnî muhalefet dozunu da
aşacak boyuta ulaşmaktadır. Al-Qâdî, bu durumun, onun mutaassıp bir Sünnî
olmasından ve Şiî Büveyhîlerin zamanında ve onların etkin olduğu coğrafyada
yaşamasından kaynaklandığım düşünmektedir.
"Şehitler Bahçesi: Kâşifî'nin, Timurlular’ın Geç
Dönemi Herat’ında Şiî Şehitlik Hikâyelerini Farsçalaştırması” başlıklı makalede
Abbas Amanat, öncelikle Hüseyin Vâiz Kâşifî'nin (ö. 910/1504) Ravatü'ş-şühedâ
kitabının yazıldığı dönemdeki siyasi durumu tespit etmekte ve bunun kitabın
yazılmasını nasıl motive ettiğini açıklamaya çalışmaktadır (s. 256, 268).
Kitap, Ali Şîr Nevâî'nin ölümüyle birlikte Sünnîlik coşkusunu kaybeden Timurlular’ın
Sünnî Özbeklerin tehdidiyle karşı karşıya kaldığı bir tarihte yazılmıştır. Aynı
tarihlerde Herat’ın batışında Şah İsmail, Şiîlik ideolojisi zemininde kitleleri
etrafına toplayarak siyasî egemenlik kurma gayreti içindedir. Kitabin içeriğinin
ve kaynaklarının da tanıtımını yapan Amanat, bu araştırmasıyla, siyasî ve
sosyal atmosferin kitapların yazımını nasıl etkilediği konusu üzerinde başarılı
bir denemeye imza atmıştır.
Michael L. Bates, makalesine "Horasanlı Devrimciler
ve Mehdi’nin Unvanı” başlığını vermiştir. "Hükümdarları, Saltanatları
ve Fetihleri Anma” konulu üçüncü bölümün açılış makalesi olan bu çalışma,
nümizmatik bulguların, yazılı kaynaklarla birlikte kullanılmasıyla, tarihin doğru
okunmasına çok önemli katkılarda bulunabileceğini ortaya koyan akademik düzeyi
fevkalâde yüksek değerli bir araştırmadır. Makalenin vardığı en önemli sonuç,
ikinci ve üçüncü Abbâsî halifelerinin Mansûr ve Mehdi unvanlarını resmen
kullanmalarının, Nefsüzzekiyye ve kardeşinin isyanlarının bastırılmasından sonra
gerçekleştiği şeklindedir. Ayrıca Bates, mesianik beklentileri yüksek Abbâsî
yanlışı Horasanlı devrimcilerin bu tarihten daha önce, asıl ismi Muhammed b.
Abdullah olan Mehdi’yi “beklenen Mehdi” olarak nitelediklerini nümizmatik
veriler ışığında ileri sürmektedir.
Tarihî buluntu paraların kaynak olarak kullanıldığı diğer
bir makale, Luke Treadvvell’in "Şâhânşâh ve el-Melikü'l-Müeyyed: Sâmânî ve
Büveyhî İran'ında Hakimiyetin Meşruiyeti” başlıklı çalışmasıdır. Yazar, hicrî
335-358 yıllan arasında İran'da basılmış olan Sâmânî ve Büveyhî sikkeleri
üstündeki “Şâhânşâh ve el-Melikü'l-Müeyyed” benzeri unvanlar ve halife isimleri
gibi verileri de kullanarak, sadece İran ve Horasan üzerindeki Sâmânî ve Büveyhî
mücadelesine ışık tutmakla kalmamakta, Sâmânîler ve Büveyhîler'in Bağdat Abbâsî
halifeleriyle olan siyasî ilişkileri hakkında da orijinal değerlendirmelerde
bulunmaktadır.
Bir sonraki makalede İsmail K. Poonawala, Fâtımî
başkadısı Ebû Hanife Nu’mân b. Muhammed'in, imam Muizz'in direktifiyle yazdığı İftitâhu’d-da‘ve ve îbtidâü’d-devle
isimli meşhur eserinde, Ismailî davetin ilk başlangıcı ve Fâtımî Devleti’nin kuruluşu
hakkında verdiği malumatı araştırma konusu yapmaktadır. Poonawala’nm amacı, bu
eserin tarihî analizini veya kaynak kritiğini yapmak değildir. Mezhebin ilk
kaynaklarındaki bilgilerin yani sıra kolektif hafızadaki ilk dönemlere ait
rivayetlerin Kâdı Nu’mân tarafından nasıl ustalıkla ele alındığı, bu
rivayetlerin Kur’an’dan ve siyerden verilen örneklerle veya kurulan analojilerle
süslenerek davet hareketinin nasıl idealleştirildiği bu araştırmanın ana
hedefini oluşturmaktadır. Yazara göre Nu'mân, imam Muizz'in istediği görevi
lâyıkıyla yapmış, bir dava hareketini sonraki nesillerin ortak hafızasına en
güzel ve çarpıcı biçimde nakletmeyi başarmıştır.
“Geçmişin Aşırılmış Sembolleri: Abbâsîler ve Fâtımîler
Arasındaki Rekabette Hatıra Eşya ve Kutsal Emanet Hırsızlığı" adlı
makalede Paul W. Walker, araştırma başlığından da
anlaşıldığı gibi, iki hasım devletin önemli ve kutsal saydığı birtakım eşyaların
hırsızlık yoluyla nasıl el değiştirdiğinin ve bu olayların arkasındaki
nedenlerin bir değerlendirmesini yapmaktadır. Hz. Peygamber’in nâşından İmam Sadık'ın
ev eşyasına, Hz. Ali'nin kılıcından Büveyhîler'in gümüş arslanına kadar birçok
eşya ya çalınmış ya da çalınmaya teşebbüs edilmiştir. Yazara göre hilâfet veya
riyâset statüsünün sembolleri olarak kabul gören bu eşyalann -hırsızlık yoluyla
da olsa- diğer tarafa geçmesi, dinî ve siyasi prestijin el değiştirmesi şeklinde
algılanmıştır, özellikle Fâtımîler, bu tür bir propaganda yöntemini kullanmaya
oldukça yatkındılar.
Said A. Arjomand’in “Otorite Kuramları ve Şiîliğin
İran'da Bir Mezhepten Milli Bir Dine Dönüşümü” başlıklı makalesinin ana konusu,
isnâaşerî Şiîlikte gaybet döneminden Kaçarlar’a uzanan tarihi süreçte dinî ve
dünyevî otoritenin âlimlere mi yoksa hükümdarlara mı ait olduğu problemi
üzerinde yapılmış tartışmalar ve Şiîlerin muhatabı iktidarlara bağlı olarak
oluşan başlıca kuramsal değişikliklerdir. Arjumand, daha çok Safevîler dönemi
ulema-devlet ilişkileri üzerinde durmaktadır.
Armağan kitabının Pieter Smoor’a ait son makalesi,
“Fâtımî Halifelerinin Vezirleri olarak Şâver, Dirgâm, Şîrkûh ve Salâhaddin
Hakkında Umâre’nin Manzum Düşünceleri" başlığını taşımaktadır. Fâtımî
devletinin çöküş dönemini yaşayan saray şairi Umâre el-Yemenî’nin (ö. 569/1133),
makale başlığında adlan geçen vezirlere yazmış olduğu şiirleri analiz eden
Smoor, şairin bu çalkantılı dönemdeki İnanç ve duruşunu ve Salâhaddin Eyyubî'nin
de aralarında bulunduğu söz konusu vezirlerin ona karşı tutumlarını tespit
etmeye çalışmaktadır.
____________
Bu yazıdaki bilgiler, Ertuğrul Ertekin tarafından, Mehmet Ali Büyükkara’nın İslâmî
Araştırmalar Dergisi için kaleme aldığı kitap tanıtım yazısından derlenmiştir.