Vak‘a-i Kerbelâ’nın son
bölümünde, “Sebeb-i Telîf-i Kitâb” başlığı altında yer alan bilgilere göre Nureddin
Efendi, Larendeli kâmil mürşîd Cemal ile birlikte hacca giderken Mısır’a gitmek
üzere gemi beklediği sırada korsanlar tarafından esir alınmış, Rodos adasına
götürülerek iki yıl dört ay hapis hayatı yaşamıştır. Hersekzâde Ahmed Paşa (ö. 923/1517)
tarafından yüz dinar karşılığında kurtarılan Nureddin Efendi daha sonra Ahmed
Paşa tarafından Karamürsel yakınlarındaki Dil’de inşâ ettirilen camide imamlık
ve hatiplik yapmıştır.
Bursalı Mehmet
Tahir, Osmanlı Müellifleri’nde Vak’a-i Kerbelâ’da yer alan mezkûr
bilgileri aktarır. Yazarın doğum, ölüm tarihleri, şeyhleri ve diğer eserleri
hakkında herhangi bir bilgi vermez. Nureddin Efendi’yi muhtemelen yine bu esere
dayanarak “Âşık-ı evlâd-ı Resûl bir zâttır” sözleriyle anar.
Eserin Matbû
Nüshası, Yazılış Tarihi ve Sebebi
Vak’a-i Kerbelâ adıyla defalarca
yayımlanan makteli yazarı Hüseyn’in
Makteli şeklinde isimlendirmiştir.
Hüseyn’in Makteli didim buna ad
Velî
açılmadı bu resme bir ad (s. 78)
Maktelini
940/1534 yılında yazan Nureddin Efendi, eserini ricâl-i gayb’in işareti üzerine
kaleme aldığını söyler. Eserinde anlattığına göre Allah’ın rızasını kazanmasına
vesile olacak bir işi kendisine göstermeleri için ricâl-i gaybe tevessülde
bulunmuş, cevabında İmam Hüseyn’in maktelini yazarsa umduğuna ereceği
bildirilmiştir. Nureddin Efendi en değeri varlığı olarak gördüğü maktelini
benzetmeye başvurarak şöyle tavsif eder: “Allah’ın Hz. Süleyman’a katımda
bundan daha yüksek bir makam yok diyerek saltanatı armağan etmesi gibi ben de Hüseyn’in
Makteli’ni Nesl-i Ahmed’e hediye ettim” (s. 84).
Vak’a-i Kerbelâ’nın Muhtevası
Hüseyn’in
Makteli
veya Vak’a-i Kerbelâ diğer makteller gibi bir mukaddime ve on meclisten
oluşur. Nureddin Efendi, onuncu meclisin sonunda Yezid’in ölümünü anlatmış,
maktelinin sonuna da Nesâyih-i İhvân, Münâcât ve Sebeb-i Te’lîf-i Kitab
başlıklarını taşıyan üç bölüm eklemiştir.
Allah’a hamdüsenâ,
Hz. Peygamber’e ve halîfelere övgüyle başlayan maktelin girişinde Hz.
Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu üzerinde durulur.
Birinci mecliste
Hz. Peygamber’in vefatından sonraki hilâfet dönemi ile Muâviye’nin Hz.
Hasan’dan sonra saltanatını ilan etmesine kadarki dönem kısaca özetlenir. Halkın,
özellikle Kufelilerin Yezid’in saltanatından duyduğu rahatsızlık nispeten
ayrıntılı bir biçimde hikâye edilmiş, Kufelilerin Şureyhî’nin etrafında
toplanması; İmam Hüseyin’e mektup yazmaları, mektubun içeriği ve mektubun
ulakla Hicaz’a gönderilmesi, İmam Hüseyin’in Kufe’ye gidip gitmemekte kararsız
kalması, bunun üzerine Müslim’in Kufe’ye gitmesi ve orada başına gelenler anlatılır
(s. 9-19).
İkinci meclis, İmam Hüseyin’in Kufe’ye yolculuğuyla
başlar. İmam yolda Kufe’den gelen bir kervanla karşılaşır, kervandaki İbn Hâsin
Zehr adında birine Kufe’deki durumu sorar. İbn Hâsin, İmam’a Numan’ın zulümlerini,
Kufe’nin etrafını Yezid’in adamlarından oluşan kırk bin kişilik bir ordunun
çevrelediğini, birçok insanın öldürüldüğünü, birçok kişinin hapse atıldığını,
bu arada Müslim’in iki oğlunun öldürüldüğünü, devam ederlerse Kerbelâ’da
ordunun karşılarına çıkacağını, mektuplara inanıp gelmekle iyi etmediğini
söyler. İmam artık geri dönmeyeceğini, Yaradan’ın takdirine teslim olduğunu
belirtir ve İbn Hâsin’den kendisine kılavuzluk etmesini, bu yolda can vermesini
ister. İbn Hâsin bu teklifi kabul eder. Bu sırada bir imansız, Ubeydullah’a
İmam’ın Kufe’ye hareket ettiğini haber verince Ubeydullah, Numan ile meşveret
edip İmam’ın üzerine Hür komutasında on iki bin kişilik bir ordu gönderir. Burada
yazar Hür Yezîn’in oğlu mudur, değil midir tartışmasına girse de kesin bir
bilgi olmadığını belirterek konuyu Allah’a havale eder. Hür, ordusunu
Kerbelâ’da konuşlandırır. İmam Hüseyin orduyu görünce beraberindeki Kasım bin
Hâtem’i göndererek bilgi toplamasını ister. Hür ile görüşen İbn Hâtem, ona
nasihat eder. Dünya malı için yaptığının yanlış olduğunu, iyi düşünmesi
gerektiğini söyler; İmam’a biat edip kurtulanlardan olmasını salık verir. Hür,
İbn Hâtem’e hak verir, ağlayarak İmam’a itaat edeceğini ancak geride bıraktığı
çocukları ve malı mülkü için kaygılandığını, bu yüzden şimdi İmam’ın yanında
yer alamayacağını söyler. İbn Hâtem, Hür’ün sözlerini İmam’a aktarır. İmam
Hüseyin, şimdi kabri olan yerden bir avuç toprak alıp koklayarak takdirin ne
olduğunu görelim, der. Bu sırada Ubeydullah, İmam’ı geri döndürmek için bir
ordu daha çıkarmayı planlar. Ubeydullah’a Ömer b. Sa’d’ı komutan yapması,
İmam’la onun savaşması önerilir. Ubeydullah, dünya karşılığında dinini satan Ömer’e
İmam’ın başını bedeninden ayırmasını, ailesini de perişan etmesini tembihler.
Otuz bin kişilik bir orduyla yola çıkan Ömer, Kerbelâ’ya ulaşır. Kerbelâ’da Hür,
İmam’la görüşmek, onu ikna etmek istediğini söyler. Görüşmede alçak
gönüllülükle İmam’a durumu aktaran Hür, O’na biat etmesini önerir. İmam Hüseyin
de Hür’e nasihatte bulunarak Âl-i Resul ile savaşmanın kendisine hem dinini hem
de dünyasını kaybettireceğini anlatır. Görüşmenin sonunda Hür, İmam Hüseyin’e
biat eder. Ömer ile görüşüp ona nasihat etmek istediğini belirtir.
Nasihatlerinin Ömer’i etkilemediğini gören Hür, iki at, iki deve ve iki kölesi
ile birlikte İmam’ın yanına döner. Ömer, suyun önünün kesilmesini emreder. Bunun
üzerine İmam, yandaşlarının susuz kalmasına razı olmaz; onları göndermeyi,
yalnız kalmayı düşünür. İmam düşüncesini yandaşlarına bildirince onlar
ağlayarak canlarını feda etmeye geldiklerini, kıyamette şefaatini umduklarını
söylerler. Buna karşılık İmam onları cennetle ve Kevser’e saki olmakla,
ebedileşmekle müjdeler. Nureddin Efendi burada Muharrem meclislerinin önemine
değinerek İmam’ın dilinden şöyle der: “Erkek, kadın Mustafa ümmetinden Âşûrâ
günü halkı ve seçkinleri toplayıp yemek veren, maktelimi miskli bahçede öten
papağan gibi anlatan; dünyada bize ne olduğunu bildirip hikâyemizi halkın
diline dolayan herkes Tanrı’dan yüz bin karşılık bulsun, Cennet içinde bana
komşu olsun, Cennet’in ırmaklarından içsin, türlü nimetler yesin, zevk içinde
yaşasın.” İmam, Mikdad’ın oğlunu
gönderip Ömer’e nasihat eder; dünyaya aldanmamasını, Âl-i Resul’ün kanını
dökmemesini öğütler. Ertesi akşam, İmam Hüseyin rüyasında dedesi Hz.
Peygamber’i görür. Hz. Peygamber O’na ümitsizliğe kapılmamasını, kudret elinden
çıkan oka teslim olmasını, Hak yolunda canını feda etmesi gerektiğini söyler ve
kendisini görmeyi arzuladığını ekler. Sabahleyin İmam rüyasını yandaşlarına
anlatır (s. 19-30).
Üçüncü meclis, Cuma günü vuku bulan savaşla başlar.
Her iki tarafın savaşçıları atlarına binmiş, meydana çıkmışlardır. Bu sırada,
Hz. Peygamber’in ashabından çok yaşlı olan ve kalabalık ailesiyle birlikte
orada bulunan Birmâh-ı Hakîm beş deve ile birlikte Kudüs’e hareket eder. Artık
kalanlar için dönüş yoktur, İmam herkesle helalleşir, vedalaşır. İmam ve yetmiş
iki yaveri silah kuşanıp atlara biner, seksen üç bin kişilik düşman ordusuna
karşı savaşa hazırlanırlar. Bu sırada Kufe’de şehid edilen Müslim’in oğlu
Abdullah, İmam Hüseyin’den savaş meydanına çıkmak için izin ister. Nureddin
Efendi maktelinin bu bölümünde “Türkçe Şiir” yan başlığı altında İmam’ın
dilinden Abdullah’ı öven bir şiir söyler. Maktelin devamında Abdullah’ın silah
kuşanıp meydana çıkması anlatılır. Abdullah recez okuyup karşısında savaşacak
birini ister. Karşısına Sanem Habîr adında biri çıkar. Sanem önce Abdullah’ı
küçük görür, ona atını silahını bırakıp gitmesini, canını kurtarmasını söyler.
Abdullah, Sanem’i atından düşürür, bunu gören Sanem’in oğlu Kâmil meydana
gelir. Onu da öldüren Abdullah tekrar recez okur. Uzun süre karşısına kimse
çıkmayınca Abdullah İmam’ın yanına döner, susuzluktan bitkin düştüğünü
söyleyerek can verir. Bu defa Hür meydana çıkıp recez okur. Hür’ü ok yağmuruna
tutarlar. Hür ağzından aldığı ok yarasıyla İmam’ın huzuruna gelir, susadığını,
gücünü yitirdiğini söyleyerek can verir (s. 31-35).
Dördüncü meclis, Mikdad’ın oğluyla Ali’nin kölesi
Sa’d’ın meydana çıkıp şehid olmalarıyla başlar. Daha sonra İmam Cafer Sadık’ın
oğlu Kasım meydana çıkmak için İmam’dan izin ister. Atının ayağı bir çukura girmesiyle
yere düşen Kasım şehid edilir. Sıra Cafer’in oğlu Talib’e gelir. Yetmiş iki
kişinin başını kesen Talib, savaş arasında İmam’dan su ister. İmam’ın su yok
demesi üzerine tekrar meydana dönen Talib’in etrafını düşmanlar sarar ve onu
paramparça ederler. Bu durumu gören Hasan’ın oğlu Kasım İmam’dan izin isteyip
meydana çıkar, recez okur. Karşısına Erzak çıkar. Erzak, elindeki gürzü Kasım’a
doğru savurur, Kasım kalkanıyla karşı koyar. Bu sırada Erzak’ın oğlu da savaşa
katılır, atını sürer, Kasım’a süngüyle saldırır. Kasım onun darbelerini
bertaraf eder. Erzak’ın diğer oğulları da savaşa katılır. Kasım hepsini
öldürür. Bunun üzerine Erzak, Kasım’a saldırır, Kasım bu sırada susuzluğun
verdiği bitkinlikle çadırlara geri döner, İmam’dan su ister. İmam ona sabrı
tavsiye eder. Kasım tekrar atına biner. Kasım’ı gören Erzak mızrakla saldırıya
geçer, Kasım kılıcıyla karşılık verip onu öldürür. Sonra düşman askerleri hep
birlikte saldırıya geçip Kasım’ı ortalarına alırlar. Kasım yüz otuz iki kişi
öldürdükten sonra şehid olur; başını bedeninden ayırırlar. Ağabeyi Kasım’ın
hâlini gören kardeşi Abdullah, kısa bir baygınlıktan sonra atına binip meydana
çıkar. Ömer, meydana Yusuf Haccâc’ı gönderir. Abdullah, Yusuf’u perişan edince
Yusuf’un oğlu Tarık babasının imdadına yetişir (s. 35-40).
Beşinci meclis, Abdullah-Tarık çatışmasıyla başlar. Abdullah,
Tarık yere düşünce İmam’ın yanına gelip bir yudum su ister. İmam’ın su olsaydı
verirdim, demesi üzerine Abdullah şiir okuyup ağladıktan sonra tekrar savaş
meydanına döner. Birçok düşman askerini öldürür. Sonunda aldığı ok yaralarıyla şehid
olur. Bu defa Hüseyin’in kardeşi Avn meydana çıkar. Kimse karşısına çıkmaya
cesaret edemez. Avn ortalığı kırar geçirir, birçok yara alır. Sonunda atından
düşünce düşman askerleri etrafını sarıp onu şehid ederler. Geriye yalnızca
İmam’ın kardeşi Abbas kalır. İmam ona gidip su istemesini söyler. Abbas meydana
çıkıp su ister. Matarasını suyla doldurur ama İmam Hüseyin susuz olduğu için su
içmez. Düşman askerleri onu ok yağmuruna tutarlar. Abbas ensesinden ok yarası
alır. Bu sırada birisi Ömer’e Abbas’ın su aldığı haberini verir. Ömer, suyun
hemen Abbas’ın elinden alınmasını emreder. Abbas’ın etrafını on iki bin asker
çevirir. Yüz otuz kişiyi öldüren Abbas yaralıdır, artık gücü tükenmiştir. Orada
başını bedeninden ayırıp elindeki suyu alarak matarayı paramparça ederler.
Artık geriye yalnızca İmam ile oğlu Ali kalmıştır. Ali, savaş meydanına çıkmak
için izin ister ama İmam izin vermez. Oğluyla arasında geçen konuşmayı duyan
düşman askerleri bile ağlamaya başlar. Abbas’ın sözlerinin etkisiyle bazıları
pişman olmuştur; cehenneme gitme korkusuyla Ömer’e itiraz ederler. Bunun
üzerine Ömer, Şimr ile Şit’i çağırtır. Burada biraz önce şehadeti hikâye edilen
Abbas tekrar karşımıza çıkar; su ister. Ona, dünya suyla dolu olsa da size su
vermeyiz, git Hüseyin’e söyle biat etsin, ancak o zaman su veririz, derler.
Düşman askerlerini İmam’ın karşısına geçip su içerler. İmam’ın çocukları
ağlaşır. Abbas su bulmak için İmam’dan izin ister. Matarasını alıp yola çıkar,
yolda yetmiş iki kişiyi öldürür. Maktel, İmam ile oğlu Ali arasındaki konuşmayla
devam eder. Ali’nin annesi de oğlunun savaşmak istediğini duyunca ağlar, karşı
çıkar. İmam, eşine ağlamamasını, bunun Allah’ın takdiri olduğunu söyler (s. 40-45).
Altıncı mecliste İmam oğluyla vedalaşır; onu kendi
silahlarıyla kuşatır. Ali meydana çıkıp kendisini tanıtır, nasihat ettikten
sonra recez okur. Ömer, Tarık adında birini Musul valiliği vaadiyle Ali ile
savaşması için meydana gönderir. Ali, Tarık’ın başını bedeninden ayırır. Bunun
üzerine Tarık’ın oğlu Talha meydana gelir. Ali, bedenini ikiye ayırarak onu
öldürür. Ali, tekrar recez okur, hepsini savaşa çağırır. Nevfel oğlunun
komutasında on bin kişi meydana çıkar. Ali, yıldırım gibi düşman ordusunu ikiye
yarıp yüz otuz kişiyi öldürdükten sonra İmam’ın yanına gelir, su ister. Su
yoktur. Bunun üzerine tekrar meydana dönüp savaşır. Ali, kolundan aldığı bir
kılıç darbesiyle kendinden geçer. Kendine geldiğinde babası Hüseyin’in dizinde
yattığını görür ve orada can verir. Bu sırada İmam bir çocuğun ağladığını
duyar. Çocuğun kim olduğunu sorunca oğlun İbrahim cevabını alır. İbrahim’i
İmam’ın kucağına verirler. İmam kucağında çocukla meydana çıkar, çocuğun
günlerdir su içmediğini söyleyip su ister. Hınzır adında bir düşman askeri bir
ok fırlatıp İbrahim’i ağzından vurur; İbrahim can verir. Bunun üzerine İmam
Hüseyin, Zülfikar’ı kuşanıp Hz. Hamza’nın kalkanını eline alır. Bunu gören
ailesi ağlayıp İmam’dan savaş meydanına çıkmamasını isterler. İmam ailesiyle
vedalaşıp meydana çıkar. Nureddin Efendi, “Şiir-i İmam Hüseyin” yan başlığıyla
İmam’ın dilinden bir şiir okur. Şiirde İmam, Ömer’e mektup yazıp beni çağırdın,
şimdi böyle mi yapıyorsun, diye sorar. Sonra Zülfikar’ı kınından çıkarıp
savaşır. Bir müddet çadırına dönüp dinlenir. Yedi yerinden yaralanmış, çok kan
kaybetmiştir. Kadınlar yaralarını sarıp ağlaşırlar. Bu sırada İmam onlardan, o
sırada yedi yaşında olan Zeynelabidin’i saklamalarını ister. Çocuklarıyla
vedalaşıp helalleştikten sonra tekrar meydana çıkar. Bu esnada düşman ordusu
plan yapmakla meşguldür. Orduyu ikiye ayırıp İmam’ı aralarına almayı
planlarlar. İmam sağ elinde Zülfikar’ı tutarak atını meydana sürer. Ortalık toz
duman olmuştur, göz gözü görmez. Sıcaktan İmam’ın dudağı yarılmıştır. Üstü başı
kan revan içindedir; gövdesi aldığı yaralardan görünmez olmuştur. Oradan çıkmak
ister ama düşman etrafını sarar, atından düşürür, ok yağmuruna tutarlar. Bu
sırada İmam’ın atı gelip yüzünü İmam’ın yüzüne sürer, çadırlara döner. İmam’ın
sütninesi atı görünce İmam’ın düştüğünü anlar, çadırdakiler karalara bürünüp
ağlaşırlar. Düşman askerlerinin her biri Yezid’e yaranmak gayesindedir. Kimi
İmam’ı sağ alıp gidelim, kimi hemen buracıkta katledelim, der. O sırada zalim
Şimr hançerini çıkarır. İmam ona nasihat eder, bana bir yudum su versen sana
hakkımı helal eder, kıyamet günü bu hâlini anlatmam, der. Şimr, dağ taş su
dolsa sana bir damlasını vermezdim deyince İmam ayağını kaldırıp yere bir tekme
vurur; yerden şekerden tatlı soğuk su fışkırır. İmam, Allah bizi susuz görmek
istediği için biz bunu yapmadık, der. Şimr’den dedesinin söylediği alameti
görmek için göğsünü açmasını ister. Şimr göğsünü açınca İmam, Muhammed (s)
doğru sözlüdür, der. Şimr, merakla neyin doğru olduğunu sorunca İmam, dedem
seni göğsü kapkara biri öldürecek buyurmuştu, der. Şimr öfkelenir, başını
kesmek için İmam’ı sağ yanına yatırır. Hançerini üç defa İmam’ı boynuna sürer
ama bıçak kesmez. İmam, Şimr’e beni döndür, ensemden kes, boynumu Muhammed (s)
öptü, hançer oradan kesmez, der. Şimr, İmam’ı tutmak için elini uzatınca bütün
dünya sallanır. Şimr, İmam’ı şehid eder. İmam’ın kanı akınca tüm varlıklar
inler, yer sallanır, arş, kürsü, yer, gök ağlar, dünya kararır; göz gözü
görmez. Birden bir taşın içinden bir el çıkar. Elin üzerinde Hüseyin’i öldüren
bu dünyadan imansız gider, Hz. Peygamber’in şefaatine eremez, cehennem ateşinden
kurtulamaz, yazılıdır. Karanlık kaybolunca çadırlara saldırıp kadınların
örtülerini çıkarırlar. İmam Hüseyin’in eşi Şehribânî ile iki kızı, Hz.
Fâtıma’nın kızları Ümmü Külsüm ile Zeynep de dâhil toplam yirmi kadını örtüsüz
bırakırlar. Kadınlarla birlikte Kufe’ye doğru hareket ederler. Orada yalnızca
amacı değerli eşya bulmak olan bir deveci kalır. Şehidlerin arasında yürür.
İmam’ın elbiseleri yağmalanmış, geriye sadece iç gömleği kalmıştır. Deveci,
İmam’ın iç gömleğini çıkarmak isteyince İmam sağ eliyle elini tutar, bırakmaz.
Deveci, İmam’ın elini keser. Bu defa İmam sol eliyle devecinin elini tutar. Deveci,
İmam’ın sol elini kesip gömleği çıkarmak isterken birdenbire karşıdan gelen bir
yiğit görür, kaçıp saklanır. Cennet giysili, yakışıklı bu yiğit İmam’ı göğsüne
bastırıp ağlar. Birden başka birisi daha çıkagelir, İmam’a sarılıp ağlar.
Bunları gören deveci korkusundan tir tir titrer. İkinci gelen, Tanrı izin
verseydi Zülfikar’ımla gelirdim, diyen İmam Ali’dir. İmam Ali, İmam’a ellerini
kimin kestiğini sorar. İmam deveciyi işaret eder. İmam Ali devecinin yanına
gider, ona lanet edip yüzün domuz yüzüne dönsün diye beddua eder. Hemen
oracıkta devecinin yüzü domuz yüzüne dönüşür. Adam yüzünü peçeyle örter. Nureddin
Efendi, Veys adında birinin deveciyi gördüğünü, peçesini açtırdığını ve ona
lanet okuduğunu anlatıp dinleyicilerin de ona lanet etmesini ister (s. 45-54).
Yedinci mecliste Kerbelâ’da kefensiz yatan şehidlerin
durumu anlatılır. Şehidler elli gün orada kalmış, gül gibi solmuşlardır. İmam
Hüseyin’in yattığı yere her gece nur inmektedir. Şehidliğin etrafı Yahudi
yerleşim yeridir. Yahudiler şehidleri defnetmeye geldiklerinde İmam Hüseyin’i
tanırlar. İmam’ı ayrı, diğerlerini ise topluca toprağa verirler. Bu sırada
düşman askerleri Kufe yolundadır. Şimr’in evine yakın bir çayırlıkta mola
verirler. Şimr, şehidlerin kesik başlarını evine götürür. Şimr’in dindar bir
karısı vardır. Kadın yaptıklarından dolayı Şimr’e çıkışır. Gece uyumaya
gittiğinde evin nurla dolduğunu görür. Nurun içinde beliren ay yüzlü kadınlar,
İmam Hüseyin’in başının etrafından toplanıp ağlaşırlar. Şimr’in karısı onlara
neden ağladıklarını; huri mi yoksa insan mı olduklarını sorar. Kendilerini
tanıtan Hz. Fâtıma, Hz. Hatice, Hz. Meryem ve Âişe, kesik başın İmam Hüseyin’e
ait olduğunu söylerler. Onlar gözden kaybolunca Şimr’in karısı, başı alıp öper,
ağlar ve başı yıkayıp saçını, sakalını tarar. Tekrar Şimr’e çıkışır, bundan
sonra ben sana haram oldum, diyerek evi terk eder. Kadından bir daha haber alınamaz.
Sabahleyin askerler başları süngülere takıp yola koyulurlar. Kufe’de çalgılarla
karşılanırlar. Bir müjdeci Ubeydullah’a askerlerin Kufe’ye girdikleri haberini
verir. Ağlamaktan bitap düşen esir kadınlar saraya getirilir. İmam’ın başı altın
bir tepsi içinde Ubeydullah’a sunulur. Ubeydullah, başı dizine alıp Ömer’den
olan biteni anlatmasını ister. Ömer, her şeyi baştan sona anlatır. Söz İmam
Hüseyin’e gelince İmam’ın başından damlayan bir kan damlası Ubeydullah’ın
elbisesini, sonra da dizini delip yere damlar. Ubeydullah’ın yaralanan dizine
merhemler sürülür ama fayda etmez, bacağı gitgide daha da kötüleşir, çürür. Sonunda gövdesi tamamen çürüyüp kokar. Toprağa
gömerler ama toprak kabul etmez. Bunun üzerine cesedini parçalayıp köpeklere yedirirler.
Düşman askerleri bu sırada esir kadınları Şam’a kimin götüreceğini konuşurlar.
Sonunda birkaç adamla birlikte Ömer ve Şimr’in gitmesi kararlaştırılır. Yolda
iki bin yıllık bir kiliseye uğrarlar. Kırk yıldır hücresinden çıkmayan
kilisenin üç yüz yaşındaki münzevi rahibine kilise yakınlarına ellerinde
süngüye takılmış başlar taşıyan, yanlarında ağlayan kadınlar bulunan
birilerinin geldiği haber verilir. Kilisenin damına çıkan dört rahip, İmam’ın
başının etrafındaki nuru görünce hikmetini anlamak isterler. Askerlerin yanına
giden rahip, Ömer ile konuşup başlardan birini bir geceliğine ister. Ömer’in
izin vermesi üzerine rahip, İmam’ın başına yaklaşır. Rahibe o başı alamayacağı
söylenir. Bunun üzerine rahip bir kese altın getirir. Altınları Ömer’e verip
başı kiliseye götürür. Rahip, İmam’ın başını alıp bir odaya çekilir. Akşam
olunca her tarafın nurla dolduğunu görür. Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. İsmail,
Hz. Nûh, Hz. Musa, Hz. İsa ile diğerlerinden daha münevver olan Hz. Muhammed
(s) nurun içinde beliriverir. Hz. Peygamber’in karşısında bütün putlar secde
eder. Daha sonra Ebubekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali gelir. Melekler saf saf olmuş,
Hz. Peygamber’in etrafında tavaf etmektedirler. Hepsi birlikte ağlamaya
başlarlar. Bunları gören rahip kendinden geçer, bayılır. Kendine geldiğinde
yaklaşıp Ebubekir’e münevver kişinin kim olduğunu sorar. Ebubekir’in cevabının
ardından rahip müslüman olur. Sabaha kadar olanları izleyen rahip, sabahleyin
başı götürüp geri verir (s. 54-61).
Sekizinci mecliste kervanın Şam yolculuğu anlatılır.
Kervan önce Halep’ten geçer. Halep’te İmam Hüseyin eşi Şehrbânî doğum yapar. Bir
erkek çocuk dünyaya gelir. Muhsin adını verdikleri bu çocuk yaşamaz, vefat
eder. Doğum nedeniyle kervan bir gün Halep’te kalır. Kervan Şam’a girdiğinde Yezid’e
müjde verilir. Başları açık hâldeki esir kadınlarla süngülere takılmış kesik başlar
Şam’da gezdirilir. Kervan öğleden sonra saraya girer. O sırada sarayda bulunan
Rûm kayserinin elçisi şaşırır, Yezid’e ağır sözler eder. Rûm’daki bir kiliseden
söz eder; kilisenin içinde altın ve gümüşten yapılmış bir sandık, sandığın
içinde bir eşek tırnağı vardır. Her yıl padişahlar sandığın etrafında toplanıp
Hz. İsa’nın bir kez bindiği eşeğin tırnağına tazimde bulunurlar, der. Elçi daha
sonra ticaret yaptığı döneme ait bir olayı anlatır. Tacirken yolu bir gün Medine’ye
düşün elçi orada buranın sultanı kimdir, diye sorar. Muhammed’tir (s), cevabını
alan tacir Hz. Peygamber’in huzuruna çıkar. Hz. Muhammed (s) kendisini tanıtıp
peygamber olduğunu söyleyince tacir müslüman olur. O sırada kapı çalar, Yusuf
yüzlü iki şehzade içerir girer. Hz. peygamber onları kucağına alır, öper,
bağrına basar. Elçi aslında o zaman İslamiyet’i kabul etmiş ancak o güne dek gizlemiştir.
Ama Hz. Peygamber’in öpüp kokladığı İmam Hüseyin’in başının kesildiğini görünce
artık dayanamayıp Yezid’i azarlar. Öfkelenen Yezid elçinin öldürülmesini
emreder. O sırada bir Yahudi gelir. Esir kadınları gören Yahudi, Yezid’e
kadınların ne yaptıklarını sorar. Yezid olayı anlatır; kesik başın düşmanım
dediği İmam Hüseyin’e ait olduğunu, kadınların da onun ailesi olduğunu söyler.
Yahudi adını duyunca İmam Hüseyin’i tanır. Hz. Davut (as) soyundan geldiği için
bütün Yahudilerin kendisine tazimde bulunduğunu, onunsa Peygamberinin soyundan
gelen İmam’ı öldürttüğünü söyleyerek Yezid’i azarlar. Orada bulunanlar
Yahudi’yi tutup boynunu vururlar (s. 61-65).
Dokuzuncu meclis, Yezid’in Hz. Zeynelabidin’i
çağırtması ile başlar. Yezid, İmam Zeynelabidin’e babasının başına gelenleri
hatırlatarak Tanrı tahtı size layık görmedi, der. İmam Zeynelabidin söze girer;
Yezid’e ancak dünya mülkünü elde ettiğini, ahrette kaybedenlerden olacağını
söyler. Yezid sinirlenip İmam’ın öldürülmesini ister. Cellât İmam’a yaklaşırken
Ümmü Külsüm ona engel olur. Oradakilere Hz. Peygamber’in neslini öldüren sizler
nasıl onun huzuruna çıkacaksınız, der. Orada bulunanları şaşkına çevirir,
kalplerine korku salar. Bunun üzerine Yezid, İmam Zeynelabidin’e istediği her
şeyi fazlasıyla vereceğini söyler. İmam, babasının başını ister. İmam’ın
isteğini kabul eden Yezid başka bir isteği olup olmadığını sorar. İmam, camide
hutbe okumak istediğini söyler. Yezid bunu da kabul eder. Ertesi gün, Cuma günü
İmam’ın minbere çıkıp hutbe okuması kararlaştırılır. Camiye Mervan ile birlikte
gelen Yezid verdiği sözden dolayı pişmandır. İmam, Yezid’e sözünü hatırlatır. Yezid,
minbere çıkmadan olduğu yerde konuşmasını söyler. Henüz yedi yaşında olan İmam Zeynelabidin
hutbeye başlar, başlarına gelenleri anlatır (s. 65-67).
Onuncu meclis, İmam Zeynelabidin’in hutbesiyle başlar.
İmam henüz söze başlamışken Yezid namaz vaktinin geldiğini söyleyerek kamet
okunmasını söyler. Cami imamı aceleyle Cuma namazını kıldırır ama cemaat Yezid’e
karşı ayaklanır. Gökyüzünde bir bulut belirir, her yer kararır, dolu yağar,
fırtına çıkar. Şam’ın yarısı sular altında kalır, birçok ev yıkılır. Şaşkına
dönen Yezid, Mervan’a esirleri çıkarmasını aksi hâlde şehrin yıkılmasından,
insanların ayaklanıp tahtı elinden almalarından korktuğunu söyler. Yedi gün
sonra tekrar esirleri çağırır. İmam Zeynelabidin’e ne yapmak istediklerini
sorar. Ne isterlerse kendilerine vereceğini söyler. İmam malda mülkte gözleri
olmadığını, yalnızca Kudüs’e gitmek istediklerini söyler. İmam son olarak
Resul’ün yerine minbere çıkıp dua etmek istediğini söyler. Yezid bu isteği de kabul
eder. Maktel, “Allah Lanet Etsin Dinsiz Yezid’in Ölümü” yan başlığıyla devam
eder. Yezid’in sonunu, işlediği zulümler hazırlamıştır. Iraklı Muhammed adında
varlıklı bir tacir dört yüz kölesiyle birlikte yola çıkar. Yolu bir gün Şam’a
düşen tacir, İmam Hüseyin’in başına gelenleri duyar. Bir gece rüyasında
kıyametin koptuğunu görür; kiminin defteri sağ yanından verilmiş, cennetlik
olmuş, kiminin dili kesilmiş, zincire vurulmuş, cehennemlik olmuştur. Tacir
rüyasında Hz. Muhammed’in (s) yanına gidip O’ndan şefaat dilenir. Kendisine niçin
şefaat etmediğini sorar. Hz. Peygamber cevabında ciğerparesi Hüseyin’inin şehid
edildiğini, kendisinin güçlü biri olduğunu, şefaat istiyorsa yarın adamlarını
camide toplayıp İmam Zeynelabidin’e yardım etmesini söyler. Tacir, uyanınca
olan biteni adamlarına anlatır, onlardan silah kuşanıp ertesi gün camiye
gelmelerini ister. Ertesi gün camide toplanan halk ibadetle meşguldür. Yezid
ile veziri Mervan da camiye gelir. Tacir camide, Hz. Peygamber’in şefaatini
dileyenler İmam Hüseyin’in başını kesenleri öldürsün, diye bağırır. Cemaat
ayaklanıp Yezid’in üzerine yürür. Yezid sarayına kaçmak için camiden çıkar.
Yolda eski bir lağım çukurunun içine düşüp ölür. Bu yan başlık altında verilen
bilgilerden sonra maktel kaldığı yerden devam eder. Hastalanan Ümmü Külsüm ile
Şehribânu vefat eder. İmam Zeynelabidin onları defnettikten sonra kalanlarla
birlikte Medine’ye doğru gider. İmam Hüseyin’in şehadetinden dolayı üzgün olan Medine
halkı Yezid’in ettiğini bulduğuna inanır, hüküm ancak Allah’ındır, derler.
Maktel “Nasihatler”le devam eder. Yezid’in tekebbür
ettiğini söyleyen Nureddin Efendi, Nemrut ve Firavun gibi zalimlerin sonunun
hep hüsran olduğunu hatırlatır. Kendisinin de günahkâr bir kul olduğunu
belirtir, Allah’tan kendisini imandan ve Kuran’dan ayırmamasını, Hz. Hüseyin’e
yakın bir mezar nasip etmesini temenni ederek dua eder. Allah’ın her yerde
hazır ve nazır olduğunu bilmek, riyazetle nefsi öldürmek, kâmil bir mürşide bağlanmak ve zikir gibi
tasavvuf ehlinin vazgeçilmezlerini salık verir. Yalandan kaçınmak, başkalarının
ayıplarını aramak, haramdan uzak durmak gibi ahlakî erdemlerden söz eder.
“Münâcât” başlığı altında İmam Hüseyin’e, ashabına ve
Hz. Peygamber’e tevessül ederek Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileyip
dua eder. Nureddin Efendi burada Yezid’e lanet hakkında Ehl-i Sünnet âlimleri
arasında görüş ihtilafı olduğunu belirttikten sonra kendisinin ricâl-i gayb ile
bu konuda görüştüğünü bildirir. Ricâl-i gaybe göre Yezid, İmam Hüseyin’e
zulmetmiş, bu yüzden de lanete layık olmuştur. Ancak diğer taraftan Hz.
Muhammed’in (s) hürmetine bu dünyada cezasını bulup köpek veya domuza kılığına
dönüştürülmemiş, Resul’ün lütfuyla öbür dünyaya kâfir olarak göçmemiş, bununla
birlikte ebedî azaba duçar olmuştur. Ahirette Yezid’in davacıları Resul ile
Al-i Âbâ olacağından onun Allah’ın lütfu ve Ahmed’in (s) şefaati olmadan cenneti
ve hurileri görme olasılığı bulunmamaktadır. Bu basiret ehlinin görüşüdür;
ancak basiret sahibi olanlar bu hâli anlayabilir. Basar ehli ise dedikodulara
takılıp kalmış, gönül gözleri perdelenmiştir. Yazarın buradaki ifadeleri
muğlâktır. Nureddin Efendi, maktelinde sık sık Yezid’e, bazen de
beraberindekilere lanet etmekte, dinleyenlerden de Yezid’e lanet etmelerini
istemektedir:
Vak’a-i Kerbelâ’nın Muhtevası
Hakkında Bazı Mülahazalar
Maktelini
yazarken hangi kaynaklardan yararlandığı hakkında bilgi vermeyen Nureddin
Efendi’nin verdiği tarihî bilgiler de üzerinde durulması gereken bir konudur.
Sözgelimi Kufelilerin etrafında toplandıklarını söylediği Kadı Şureyhî (s. 6), aslında
Süleyman b. Süred; Müslim ile birlikte Kufe’ye giden Sa’d (s. 9) ise aslında Kays’tır.
Âşûrâ Günü savaş meydanına ilk çıkan Müslim’in oğlu Abdullah değil (s. 32),
Umeyr’in oğlu Abdullah’tır. Cafer-i Sadık’ın oğlunun (s. 35) Kerbelâ’da hazır
bulunmasına imkân yoktur. Kasım, İmam Hasan’ın oğludur. Ayrıca, İmam Zeynelabidin
Şam’dan Kudüs’e değil Medine’ye gitmek istemiştir. Nureddin Efendi başta İmam Zeynelabidin’in
Kudüs’e gitmek istediğini söylemişse de (s. 69) sonradan Medine’ye (s. 72)
gittiğini yazmıştır. İmam Hüseyin’in ellerinde can veren Ali Asgar lakaplı
oğlunun adı İbrahim değil (s. 47) Abdullah’tır.
Ertuğrul Ertekin
Bursalı Mehmet
Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara, 2000, II, 436.