17 Eylül 2014 Çarşamba

Nureddin Efendi'nin Vak‘a-i Kerbelâ'sı


Vak‘a-i Kerbelâ’nın son bölümünde, “Sebeb-i Telîf-i Kitâb” başlığı altında yer alan bilgilere göre Nureddin Efendi, Larendeli kâmil mürşîd Cemal ile birlikte hacca giderken Mısır’a gitmek üzere gemi beklediği sırada korsanlar tarafından esir alınmış, Rodos adasına götürülerek iki yıl dört ay hapis hayatı yaşamıştır. Hersekzâde Ahmed Paşa[1] (ö. 923/1517) tarafından yüz dinar karşılığında kurtarılan Nureddin Efendi daha sonra Ahmed Paşa tarafından Karamürsel yakınlarındaki Dil’de inşâ ettirilen camide imamlık ve hatiplik yapmıştır.

Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri’nde Vak’a-i Kerbelâ’da yer alan mezkûr bilgileri aktarır. Yazarın doğum, ölüm tarihleri, şeyhleri ve diğer eserleri hakkında herhangi bir bilgi vermez. Nureddin Efendi’yi muhtemelen yine bu esere dayanarak “Âşık-ı evlâd-ı Resûl bir zâttır” sözleriyle anar.[2] 

Eserin Matbû Nüshası, Yazılış Tarihi ve Sebebi

Vak’a-i Kerbelâ adıyla defalarca yayımlanan[3] makteli yazarı Hüseyn’in Makteli şeklinde isimlendirmiştir.

Hüseyn’in Makteli didim buna ad
Velî açılmadı bu resme bir ad (s. 78)

Maktelini 940/1534 yılında yazan Nureddin Efendi, eserini ricâl-i gayb’in işareti üzerine kaleme aldığını söyler. Eserinde anlattığına göre Allah’ın rızasını kazanmasına vesile olacak bir işi kendisine göstermeleri için ricâl-i gaybe tevessülde bulunmuş, cevabında İmam Hüseyn’in maktelini yazarsa umduğuna ereceği bildirilmiştir. Nureddin Efendi en değeri varlığı olarak gördüğü maktelini benzetmeye başvurarak şöyle tavsif eder: “Allah’ın Hz. Süleyman’a katımda bundan daha yüksek bir makam yok diyerek saltanatı armağan etmesi gibi ben de Hüseyn’in Makteli’ni Nesl-i Ahmed’e hediye ettim” (s. 84).

Vak’a-i Kerbelâ’nın Muhtevası

Hüseyn’in Makteli veya Vak’a-i Kerbelâ diğer makteller gibi bir mukaddime ve on meclisten oluşur. Nureddin Efendi, onuncu meclisin sonunda Yezid’in ölümünü anlatmış, maktelinin sonuna da Nesâyih-i İhvân, Münâcât ve Sebeb-i Te’lîf-i Kitab başlıklarını taşıyan üç bölüm eklemiştir.

Allah’a hamdüsenâ, Hz. Peygamber’e ve halîfelere övgüyle başlayan maktelin girişinde Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu üzerinde durulur.

Birinci mecliste Hz. Peygamber’in vefatından sonraki hilâfet dönemi ile Muâviye’nin Hz. Hasan’dan sonra saltanatını ilan etmesine kadarki dönem kısaca özetlenir. Halkın, özellikle Kufelilerin Yezid’in saltanatından duyduğu rahatsızlık nispeten ayrıntılı bir biçimde hikâye edilmiş, Kufelilerin Şureyhî’nin etrafında toplanması; İmam Hüseyin’e mektup yazmaları, mektubun içeriği ve mektubun ulakla Hicaz’a gönderilmesi, İmam Hüseyin’in Kufe’ye gidip gitmemekte kararsız kalması, bunun üzerine Müslim’in Kufe’ye gitmesi ve orada başına gelenler anlatılır (s. 9-19).

İkinci meclis, İmam Hüseyin’in Kufe’ye yolculuğuyla başlar. İmam yolda Kufe’den gelen bir kervanla karşılaşır, kervandaki İbn Hâsin Zehr adında birine Kufe’deki durumu sorar. İbn Hâsin, İmam’a Numan’ın zulümlerini, Kufe’nin etrafını Yezid’in adamlarından oluşan kırk bin kişilik bir ordunun çevrelediğini, birçok insanın öldürüldüğünü, birçok kişinin hapse atıldığını, bu arada Müslim’in iki oğlunun öldürüldüğünü, devam ederlerse Kerbelâ’da ordunun karşılarına çıkacağını, mektuplara inanıp gelmekle iyi etmediğini söyler. İmam artık geri dönmeyeceğini, Yaradan’ın takdirine teslim olduğunu belirtir ve İbn Hâsin’den kendisine kılavuzluk etmesini, bu yolda can vermesini ister. İbn Hâsin bu teklifi kabul eder. Bu sırada bir imansız, Ubeydullah’a İmam’ın Kufe’ye hareket ettiğini haber verince Ubeydullah, Numan ile meşveret edip İmam’ın üzerine Hür komutasında on iki bin kişilik bir ordu gönderir. Burada yazar Hür Yezîn’in oğlu mudur, değil midir tartışmasına girse de kesin bir bilgi olmadığını belirterek konuyu Allah’a havale eder. Hür, ordusunu Kerbelâ’da konuşlandırır. İmam Hüseyin orduyu görünce beraberindeki Kasım bin Hâtem’i göndererek bilgi toplamasını ister. Hür ile görüşen İbn Hâtem, ona nasihat eder. Dünya malı için yaptığının yanlış olduğunu, iyi düşünmesi gerektiğini söyler; İmam’a biat edip kurtulanlardan olmasını salık verir. Hür, İbn Hâtem’e hak verir, ağlayarak İmam’a itaat edeceğini ancak geride bıraktığı çocukları ve malı mülkü için kaygılandığını, bu yüzden şimdi İmam’ın yanında yer alamayacağını söyler. İbn Hâtem, Hür’ün sözlerini İmam’a aktarır. İmam Hüseyin, şimdi kabri olan yerden bir avuç toprak alıp koklayarak takdirin ne olduğunu görelim, der. Bu sırada Ubeydullah, İmam’ı geri döndürmek için bir ordu daha çıkarmayı planlar. Ubeydullah’a Ömer b. Sa’d’ı komutan yapması, İmam’la onun savaşması önerilir. Ubeydullah, dünya karşılığında dinini satan Ömer’e İmam’ın başını bedeninden ayırmasını, ailesini de perişan etmesini tembihler. Otuz bin kişilik bir orduyla yola çıkan Ömer, Kerbelâ’ya ulaşır. Kerbelâ’da Hür, İmam’la görüşmek, onu ikna etmek istediğini söyler. Görüşmede alçak gönüllülükle İmam’a durumu aktaran Hür, O’na biat etmesini önerir. İmam Hüseyin de Hür’e nasihatte bulunarak Âl-i Resul ile savaşmanın kendisine hem dinini hem de dünyasını kaybettireceğini anlatır. Görüşmenin sonunda Hür, İmam Hüseyin’e biat eder. Ömer ile görüşüp ona nasihat etmek istediğini belirtir. Nasihatlerinin Ömer’i etkilemediğini gören Hür, iki at, iki deve ve iki kölesi ile birlikte İmam’ın yanına döner. Ömer, suyun önünün kesilmesini emreder. Bunun üzerine İmam, yandaşlarının susuz kalmasına razı olmaz; onları göndermeyi, yalnız kalmayı düşünür. İmam düşüncesini yandaşlarına bildirince onlar ağlayarak canlarını feda etmeye geldiklerini, kıyamette şefaatini umduklarını söylerler. Buna karşılık İmam onları cennetle ve Kevser’e saki olmakla, ebedileşmekle müjdeler. Nureddin Efendi burada Muharrem meclislerinin önemine değinerek İmam’ın dilinden şöyle der: “Erkek, kadın Mustafa ümmetinden Âşûrâ günü halkı ve seçkinleri toplayıp yemek veren, maktelimi miskli bahçede öten papağan gibi anlatan; dünyada bize ne olduğunu bildirip hikâyemizi halkın diline dolayan herkes Tanrı’dan yüz bin karşılık bulsun, Cennet içinde bana komşu olsun, Cennet’in ırmaklarından içsin, türlü nimetler yesin, zevk içinde yaşasın.”  İmam, Mikdad’ın oğlunu gönderip Ömer’e nasihat eder; dünyaya aldanmamasını, Âl-i Resul’ün kanını dökmemesini öğütler. Ertesi akşam, İmam Hüseyin rüyasında dedesi Hz. Peygamber’i görür. Hz. Peygamber O’na ümitsizliğe kapılmamasını, kudret elinden çıkan oka teslim olmasını, Hak yolunda canını feda etmesi gerektiğini söyler ve kendisini görmeyi arzuladığını ekler. Sabahleyin İmam rüyasını yandaşlarına anlatır (s. 19-30).

Üçüncü meclis, Cuma günü vuku bulan savaşla başlar. Her iki tarafın savaşçıları atlarına binmiş, meydana çıkmışlardır. Bu sırada, Hz. Peygamber’in ashabından çok yaşlı olan ve kalabalık ailesiyle birlikte orada bulunan Birmâh-ı Hakîm beş deve ile birlikte Kudüs’e hareket eder. Artık kalanlar için dönüş yoktur, İmam herkesle helalleşir, vedalaşır. İmam ve yetmiş iki yaveri silah kuşanıp atlara biner, seksen üç bin kişilik düşman ordusuna karşı savaşa hazırlanırlar. Bu sırada Kufe’de şehid edilen Müslim’in oğlu Abdullah, İmam Hüseyin’den savaş meydanına çıkmak için izin ister. Nureddin Efendi maktelinin bu bölümünde “Türkçe Şiir” yan başlığı altında İmam’ın dilinden Abdullah’ı öven bir şiir söyler. Maktelin devamında Abdullah’ın silah kuşanıp meydana çıkması anlatılır. Abdullah recez okuyup karşısında savaşacak birini ister. Karşısına Sanem Habîr adında biri çıkar. Sanem önce Abdullah’ı küçük görür, ona atını silahını bırakıp gitmesini, canını kurtarmasını söyler. Abdullah, Sanem’i atından düşürür, bunu gören Sanem’in oğlu Kâmil meydana gelir. Onu da öldüren Abdullah tekrar recez okur. Uzun süre karşısına kimse çıkmayınca Abdullah İmam’ın yanına döner, susuzluktan bitkin düştüğünü söyleyerek can verir. Bu defa Hür meydana çıkıp recez okur. Hür’ü ok yağmuruna tutarlar. Hür ağzından aldığı ok yarasıyla İmam’ın huzuruna gelir, susadığını, gücünü yitirdiğini söyleyerek can verir (s. 31-35).

Dördüncü meclis, Mikdad’ın oğluyla Ali’nin kölesi Sa’d’ın meydana çıkıp şehid olmalarıyla başlar. Daha sonra İmam Cafer Sadık’ın oğlu Kasım meydana çıkmak için İmam’dan izin ister. Atının ayağı bir çukura girmesiyle yere düşen Kasım şehid edilir. Sıra Cafer’in oğlu Talib’e gelir. Yetmiş iki kişinin başını kesen Talib, savaş arasında İmam’dan su ister. İmam’ın su yok demesi üzerine tekrar meydana dönen Talib’in etrafını düşmanlar sarar ve onu paramparça ederler. Bu durumu gören Hasan’ın oğlu Kasım İmam’dan izin isteyip meydana çıkar, recez okur. Karşısına Erzak çıkar. Erzak, elindeki gürzü Kasım’a doğru savurur, Kasım kalkanıyla karşı koyar. Bu sırada Erzak’ın oğlu da savaşa katılır, atını sürer, Kasım’a süngüyle saldırır. Kasım onun darbelerini bertaraf eder. Erzak’ın diğer oğulları da savaşa katılır. Kasım hepsini öldürür. Bunun üzerine Erzak, Kasım’a saldırır, Kasım bu sırada susuzluğun verdiği bitkinlikle çadırlara geri döner, İmam’dan su ister. İmam ona sabrı tavsiye eder. Kasım tekrar atına biner. Kasım’ı gören Erzak mızrakla saldırıya geçer, Kasım kılıcıyla karşılık verip onu öldürür. Sonra düşman askerleri hep birlikte saldırıya geçip Kasım’ı ortalarına alırlar. Kasım yüz otuz iki kişi öldürdükten sonra şehid olur; başını bedeninden ayırırlar. Ağabeyi Kasım’ın hâlini gören kardeşi Abdullah, kısa bir baygınlıktan sonra atına binip meydana çıkar. Ömer, meydana Yusuf Haccâc’ı gönderir. Abdullah, Yusuf’u perişan edince Yusuf’un oğlu Tarık babasının imdadına yetişir (s. 35-40).

Beşinci meclis, Abdullah-Tarık çatışmasıyla başlar. Abdullah, Tarık yere düşünce İmam’ın yanına gelip bir yudum su ister. İmam’ın su olsaydı verirdim, demesi üzerine Abdullah şiir okuyup ağladıktan sonra tekrar savaş meydanına döner. Birçok düşman askerini öldürür. Sonunda aldığı ok yaralarıyla şehid olur. Bu defa Hüseyin’in kardeşi Avn meydana çıkar. Kimse karşısına çıkmaya cesaret edemez. Avn ortalığı kırar geçirir, birçok yara alır. Sonunda atından düşünce düşman askerleri etrafını sarıp onu şehid ederler. Geriye yalnızca İmam’ın kardeşi Abbas kalır. İmam ona gidip su istemesini söyler. Abbas meydana çıkıp su ister. Matarasını suyla doldurur ama İmam Hüseyin susuz olduğu için su içmez. Düşman askerleri onu ok yağmuruna tutarlar. Abbas ensesinden ok yarası alır. Bu sırada birisi Ömer’e Abbas’ın su aldığı haberini verir. Ömer, suyun hemen Abbas’ın elinden alınmasını emreder. Abbas’ın etrafını on iki bin asker çevirir. Yüz otuz kişiyi öldüren Abbas yaralıdır, artık gücü tükenmiştir. Orada başını bedeninden ayırıp elindeki suyu alarak matarayı paramparça ederler. Artık geriye yalnızca İmam ile oğlu Ali kalmıştır. Ali, savaş meydanına çıkmak için izin ister ama İmam izin vermez. Oğluyla arasında geçen konuşmayı duyan düşman askerleri bile ağlamaya başlar. Abbas’ın sözlerinin etkisiyle bazıları pişman olmuştur; cehenneme gitme korkusuyla Ömer’e itiraz ederler. Bunun üzerine Ömer, Şimr ile Şit’i çağırtır. Burada biraz önce şehadeti hikâye edilen Abbas tekrar karşımıza çıkar; su ister. Ona, dünya suyla dolu olsa da size su vermeyiz, git Hüseyin’e söyle biat etsin, ancak o zaman su veririz, derler. Düşman askerlerini İmam’ın karşısına geçip su içerler. İmam’ın çocukları ağlaşır. Abbas su bulmak için İmam’dan izin ister. Matarasını alıp yola çıkar, yolda yetmiş iki kişiyi öldürür. Maktel, İmam ile oğlu Ali arasındaki konuşmayla devam eder. Ali’nin annesi de oğlunun savaşmak istediğini duyunca ağlar, karşı çıkar. İmam, eşine ağlamamasını, bunun Allah’ın takdiri olduğunu söyler (s. 40-45).

Altıncı mecliste İmam oğluyla vedalaşır; onu kendi silahlarıyla kuşatır. Ali meydana çıkıp kendisini tanıtır, nasihat ettikten sonra recez okur. Ömer, Tarık adında birini Musul valiliği vaadiyle Ali ile savaşması için meydana gönderir. Ali, Tarık’ın başını bedeninden ayırır. Bunun üzerine Tarık’ın oğlu Talha meydana gelir. Ali, bedenini ikiye ayırarak onu öldürür. Ali, tekrar recez okur, hepsini savaşa çağırır. Nevfel oğlunun komutasında on bin kişi meydana çıkar. Ali, yıldırım gibi düşman ordusunu ikiye yarıp yüz otuz kişiyi öldürdükten sonra İmam’ın yanına gelir, su ister. Su yoktur. Bunun üzerine tekrar meydana dönüp savaşır. Ali, kolundan aldığı bir kılıç darbesiyle kendinden geçer. Kendine geldiğinde babası Hüseyin’in dizinde yattığını görür ve orada can verir. Bu sırada İmam bir çocuğun ağladığını duyar. Çocuğun kim olduğunu sorunca oğlun İbrahim cevabını alır. İbrahim’i İmam’ın kucağına verirler. İmam kucağında çocukla meydana çıkar, çocuğun günlerdir su içmediğini söyleyip su ister. Hınzır adında bir düşman askeri bir ok fırlatıp İbrahim’i ağzından vurur; İbrahim can verir. Bunun üzerine İmam Hüseyin, Zülfikar’ı kuşanıp Hz. Hamza’nın kalkanını eline alır. Bunu gören ailesi ağlayıp İmam’dan savaş meydanına çıkmamasını isterler. İmam ailesiyle vedalaşıp meydana çıkar. Nureddin Efendi, “Şiir-i İmam Hüseyin” yan başlığıyla İmam’ın dilinden bir şiir okur. Şiirde İmam, Ömer’e mektup yazıp beni çağırdın, şimdi böyle mi yapıyorsun, diye sorar. Sonra Zülfikar’ı kınından çıkarıp savaşır. Bir müddet çadırına dönüp dinlenir. Yedi yerinden yaralanmış, çok kan kaybetmiştir. Kadınlar yaralarını sarıp ağlaşırlar. Bu sırada İmam onlardan, o sırada yedi yaşında olan Zeynelabidin’i saklamalarını ister. Çocuklarıyla vedalaşıp helalleştikten sonra tekrar meydana çıkar. Bu esnada düşman ordusu plan yapmakla meşguldür. Orduyu ikiye ayırıp İmam’ı aralarına almayı planlarlar. İmam sağ elinde Zülfikar’ı tutarak atını meydana sürer. Ortalık toz duman olmuştur, göz gözü görmez. Sıcaktan İmam’ın dudağı yarılmıştır. Üstü başı kan revan içindedir; gövdesi aldığı yaralardan görünmez olmuştur. Oradan çıkmak ister ama düşman etrafını sarar, atından düşürür, ok yağmuruna tutarlar. Bu sırada İmam’ın atı gelip yüzünü İmam’ın yüzüne sürer, çadırlara döner. İmam’ın sütninesi atı görünce İmam’ın düştüğünü anlar, çadırdakiler karalara bürünüp ağlaşırlar. Düşman askerlerinin her biri Yezid’e yaranmak gayesindedir. Kimi İmam’ı sağ alıp gidelim, kimi hemen buracıkta katledelim, der. O sırada zalim Şimr hançerini çıkarır. İmam ona nasihat eder, bana bir yudum su versen sana hakkımı helal eder, kıyamet günü bu hâlini anlatmam, der. Şimr, dağ taş su dolsa sana bir damlasını vermezdim deyince İmam ayağını kaldırıp yere bir tekme vurur; yerden şekerden tatlı soğuk su fışkırır. İmam, Allah bizi susuz görmek istediği için biz bunu yapmadık, der. Şimr’den dedesinin söylediği alameti görmek için göğsünü açmasını ister. Şimr göğsünü açınca İmam, Muhammed (s) doğru sözlüdür, der. Şimr, merakla neyin doğru olduğunu sorunca İmam, dedem seni göğsü kapkara biri öldürecek buyurmuştu, der. Şimr öfkelenir, başını kesmek için İmam’ı sağ yanına yatırır. Hançerini üç defa İmam’ı boynuna sürer ama bıçak kesmez. İmam, Şimr’e beni döndür, ensemden kes, boynumu Muhammed (s) öptü, hançer oradan kesmez, der. Şimr, İmam’ı tutmak için elini uzatınca bütün dünya sallanır. Şimr, İmam’ı şehid eder. İmam’ın kanı akınca tüm varlıklar inler, yer sallanır, arş, kürsü, yer, gök ağlar, dünya kararır; göz gözü görmez. Birden bir taşın içinden bir el çıkar. Elin üzerinde Hüseyin’i öldüren bu dünyadan imansız gider, Hz. Peygamber’in şefaatine eremez, cehennem ateşinden kurtulamaz, yazılıdır. Karanlık kaybolunca çadırlara saldırıp kadınların örtülerini çıkarırlar. İmam Hüseyin’in eşi Şehribânî ile iki kızı, Hz. Fâtıma’nın kızları Ümmü Külsüm ile Zeynep de dâhil toplam yirmi kadını örtüsüz bırakırlar. Kadınlarla birlikte Kufe’ye doğru hareket ederler. Orada yalnızca amacı değerli eşya bulmak olan bir deveci kalır. Şehidlerin arasında yürür. İmam’ın elbiseleri yağmalanmış, geriye sadece iç gömleği kalmıştır. Deveci, İmam’ın iç gömleğini çıkarmak isteyince İmam sağ eliyle elini tutar, bırakmaz. Deveci, İmam’ın elini keser. Bu defa İmam sol eliyle devecinin elini tutar. Deveci, İmam’ın sol elini kesip gömleği çıkarmak isterken birdenbire karşıdan gelen bir yiğit görür, kaçıp saklanır. Cennet giysili, yakışıklı bu yiğit İmam’ı göğsüne bastırıp ağlar. Birden başka birisi daha çıkagelir, İmam’a sarılıp ağlar. Bunları gören deveci korkusundan tir tir titrer. İkinci gelen, Tanrı izin verseydi Zülfikar’ımla gelirdim, diyen İmam Ali’dir. İmam Ali, İmam’a ellerini kimin kestiğini sorar. İmam deveciyi işaret eder. İmam Ali devecinin yanına gider, ona lanet edip yüzün domuz yüzüne dönsün diye beddua eder. Hemen oracıkta devecinin yüzü domuz yüzüne dönüşür. Adam yüzünü peçeyle örter. Nureddin Efendi, Veys adında birinin deveciyi gördüğünü, peçesini açtırdığını ve ona lanet okuduğunu anlatıp dinleyicilerin de ona lanet etmesini ister (s. 45-54).

Yedinci mecliste Kerbelâ’da kefensiz yatan şehidlerin durumu anlatılır. Şehidler elli gün orada kalmış, gül gibi solmuşlardır. İmam Hüseyin’in yattığı yere her gece nur inmektedir. Şehidliğin etrafı Yahudi yerleşim yeridir. Yahudiler şehidleri defnetmeye geldiklerinde İmam Hüseyin’i tanırlar. İmam’ı ayrı, diğerlerini ise topluca toprağa verirler. Bu sırada düşman askerleri Kufe yolundadır. Şimr’in evine yakın bir çayırlıkta mola verirler. Şimr, şehidlerin kesik başlarını evine götürür. Şimr’in dindar bir karısı vardır. Kadın yaptıklarından dolayı Şimr’e çıkışır. Gece uyumaya gittiğinde evin nurla dolduğunu görür. Nurun içinde beliren ay yüzlü kadınlar, İmam Hüseyin’in başının etrafından toplanıp ağlaşırlar. Şimr’in karısı onlara neden ağladıklarını; huri mi yoksa insan mı olduklarını sorar. Kendilerini tanıtan Hz. Fâtıma, Hz. Hatice, Hz. Meryem ve Âişe, kesik başın İmam Hüseyin’e ait olduğunu söylerler. Onlar gözden kaybolunca Şimr’in karısı, başı alıp öper, ağlar ve başı yıkayıp saçını, sakalını tarar. Tekrar Şimr’e çıkışır, bundan sonra ben sana haram oldum, diyerek evi terk eder. Kadından bir daha haber alınamaz. Sabahleyin askerler başları süngülere takıp yola koyulurlar. Kufe’de çalgılarla karşılanırlar. Bir müjdeci Ubeydullah’a askerlerin Kufe’ye girdikleri haberini verir. Ağlamaktan bitap düşen esir kadınlar saraya getirilir. İmam’ın başı altın bir tepsi içinde Ubeydullah’a sunulur. Ubeydullah, başı dizine alıp Ömer’den olan biteni anlatmasını ister. Ömer, her şeyi baştan sona anlatır. Söz İmam Hüseyin’e gelince İmam’ın başından damlayan bir kan damlası Ubeydullah’ın elbisesini, sonra da dizini delip yere damlar. Ubeydullah’ın yaralanan dizine merhemler sürülür ama fayda etmez, bacağı gitgide daha da kötüleşir, çürür.  Sonunda gövdesi tamamen çürüyüp kokar. Toprağa gömerler ama toprak kabul etmez. Bunun üzerine cesedini parçalayıp köpeklere yedirirler. Düşman askerleri bu sırada esir kadınları Şam’a kimin götüreceğini konuşurlar. Sonunda birkaç adamla birlikte Ömer ve Şimr’in gitmesi kararlaştırılır. Yolda iki bin yıllık bir kiliseye uğrarlar. Kırk yıldır hücresinden çıkmayan kilisenin üç yüz yaşındaki münzevi rahibine kilise yakınlarına ellerinde süngüye takılmış başlar taşıyan, yanlarında ağlayan kadınlar bulunan birilerinin geldiği haber verilir. Kilisenin damına çıkan dört rahip, İmam’ın başının etrafındaki nuru görünce hikmetini anlamak isterler. Askerlerin yanına giden rahip, Ömer ile konuşup başlardan birini bir geceliğine ister. Ömer’in izin vermesi üzerine rahip, İmam’ın başına yaklaşır. Rahibe o başı alamayacağı söylenir. Bunun üzerine rahip bir kese altın getirir. Altınları Ömer’e verip başı kiliseye götürür. Rahip, İmam’ın başını alıp bir odaya çekilir. Akşam olunca her tarafın nurla dolduğunu görür. Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Nûh, Hz. Musa, Hz. İsa ile diğerlerinden daha münevver olan Hz. Muhammed (s) nurun içinde beliriverir. Hz. Peygamber’in karşısında bütün putlar secde eder. Daha sonra Ebubekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali gelir. Melekler saf saf olmuş, Hz. Peygamber’in etrafında tavaf etmektedirler. Hepsi birlikte ağlamaya başlarlar. Bunları gören rahip kendinden geçer, bayılır. Kendine geldiğinde yaklaşıp Ebubekir’e münevver kişinin kim olduğunu sorar. Ebubekir’in cevabının ardından rahip müslüman olur. Sabaha kadar olanları izleyen rahip, sabahleyin başı götürüp geri verir (s. 54-61).

Sekizinci mecliste kervanın Şam yolculuğu anlatılır. Kervan önce Halep’ten geçer. Halep’te İmam Hüseyin eşi Şehrbânî doğum yapar. Bir erkek çocuk dünyaya gelir. Muhsin adını verdikleri bu çocuk yaşamaz, vefat eder. Doğum nedeniyle kervan bir gün Halep’te kalır. Kervan Şam’a girdiğinde Yezid’e müjde verilir. Başları açık hâldeki esir kadınlarla süngülere takılmış kesik başlar Şam’da gezdirilir. Kervan öğleden sonra saraya girer. O sırada sarayda bulunan Rûm kayserinin elçisi şaşırır, Yezid’e ağır sözler eder. Rûm’daki bir kiliseden söz eder; kilisenin içinde altın ve gümüşten yapılmış bir sandık, sandığın içinde bir eşek tırnağı vardır. Her yıl padişahlar sandığın etrafında toplanıp Hz. İsa’nın bir kez bindiği eşeğin tırnağına tazimde bulunurlar, der. Elçi daha sonra ticaret yaptığı döneme ait bir olayı anlatır. Tacirken yolu bir gün Medine’ye düşün elçi orada buranın sultanı kimdir, diye sorar. Muhammed’tir (s), cevabını alan tacir Hz. Peygamber’in huzuruna çıkar. Hz. Muhammed (s) kendisini tanıtıp peygamber olduğunu söyleyince tacir müslüman olur. O sırada kapı çalar, Yusuf yüzlü iki şehzade içerir girer. Hz. peygamber onları kucağına alır, öper, bağrına basar. Elçi aslında o zaman İslamiyet’i kabul etmiş ancak o güne dek gizlemiştir. Ama Hz. Peygamber’in öpüp kokladığı İmam Hüseyin’in başının kesildiğini görünce artık dayanamayıp Yezid’i azarlar. Öfkelenen Yezid elçinin öldürülmesini emreder. O sırada bir Yahudi gelir. Esir kadınları gören Yahudi, Yezid’e kadınların ne yaptıklarını sorar. Yezid olayı anlatır; kesik başın düşmanım dediği İmam Hüseyin’e ait olduğunu, kadınların da onun ailesi olduğunu söyler. Yahudi adını duyunca İmam Hüseyin’i tanır. Hz. Davut (as) soyundan geldiği için bütün Yahudilerin kendisine tazimde bulunduğunu, onunsa Peygamberinin soyundan gelen İmam’ı öldürttüğünü söyleyerek Yezid’i azarlar. Orada bulunanlar Yahudi’yi tutup boynunu vururlar (s. 61-65).

Dokuzuncu meclis, Yezid’in Hz. Zeynelabidin’i çağırtması ile başlar. Yezid, İmam Zeynelabidin’e babasının başına gelenleri hatırlatarak Tanrı tahtı size layık görmedi, der. İmam Zeynelabidin söze girer; Yezid’e ancak dünya mülkünü elde ettiğini, ahrette kaybedenlerden olacağını söyler. Yezid sinirlenip İmam’ın öldürülmesini ister. Cellât İmam’a yaklaşırken Ümmü Külsüm ona engel olur. Oradakilere Hz. Peygamber’in neslini öldüren sizler nasıl onun huzuruna çıkacaksınız, der. Orada bulunanları şaşkına çevirir, kalplerine korku salar. Bunun üzerine Yezid, İmam Zeynelabidin’e istediği her şeyi fazlasıyla vereceğini söyler. İmam, babasının başını ister. İmam’ın isteğini kabul eden Yezid başka bir isteği olup olmadığını sorar. İmam, camide hutbe okumak istediğini söyler. Yezid bunu da kabul eder. Ertesi gün, Cuma günü İmam’ın minbere çıkıp hutbe okuması kararlaştırılır. Camiye Mervan ile birlikte gelen Yezid verdiği sözden dolayı pişmandır. İmam, Yezid’e sözünü hatırlatır. Yezid, minbere çıkmadan olduğu yerde konuşmasını söyler. Henüz yedi yaşında olan İmam Zeynelabidin hutbeye başlar, başlarına gelenleri anlatır (s. 65-67). 

Onuncu meclis, İmam Zeynelabidin’in hutbesiyle başlar. İmam henüz söze başlamışken Yezid namaz vaktinin geldiğini söyleyerek kamet okunmasını söyler. Cami imamı aceleyle Cuma namazını kıldırır ama cemaat Yezid’e karşı ayaklanır. Gökyüzünde bir bulut belirir, her yer kararır, dolu yağar, fırtına çıkar. Şam’ın yarısı sular altında kalır, birçok ev yıkılır. Şaşkına dönen Yezid, Mervan’a esirleri çıkarmasını aksi hâlde şehrin yıkılmasından, insanların ayaklanıp tahtı elinden almalarından korktuğunu söyler. Yedi gün sonra tekrar esirleri çağırır. İmam Zeynelabidin’e ne yapmak istediklerini sorar. Ne isterlerse kendilerine vereceğini söyler. İmam malda mülkte gözleri olmadığını, yalnızca Kudüs’e gitmek istediklerini söyler. İmam son olarak Resul’ün yerine minbere çıkıp dua etmek istediğini söyler. Yezid bu isteği de kabul eder. Maktel, “Allah Lanet Etsin Dinsiz Yezid’in Ölümü” yan başlığıyla devam eder. Yezid’in sonunu, işlediği zulümler hazırlamıştır. Iraklı Muhammed adında varlıklı bir tacir dört yüz kölesiyle birlikte yola çıkar. Yolu bir gün Şam’a düşen tacir, İmam Hüseyin’in başına gelenleri duyar. Bir gece rüyasında kıyametin koptuğunu görür; kiminin defteri sağ yanından verilmiş, cennetlik olmuş, kiminin dili kesilmiş, zincire vurulmuş, cehennemlik olmuştur. Tacir rüyasında Hz. Muhammed’in (s) yanına gidip O’ndan şefaat dilenir. Kendisine niçin şefaat etmediğini sorar. Hz. Peygamber cevabında ciğerparesi Hüseyin’inin şehid edildiğini, kendisinin güçlü biri olduğunu, şefaat istiyorsa yarın adamlarını camide toplayıp İmam Zeynelabidin’e yardım etmesini söyler. Tacir, uyanınca olan biteni adamlarına anlatır, onlardan silah kuşanıp ertesi gün camiye gelmelerini ister. Ertesi gün camide toplanan halk ibadetle meşguldür. Yezid ile veziri Mervan da camiye gelir. Tacir camide, Hz. Peygamber’in şefaatini dileyenler İmam Hüseyin’in başını kesenleri öldürsün, diye bağırır. Cemaat ayaklanıp Yezid’in üzerine yürür. Yezid sarayına kaçmak için camiden çıkar. Yolda eski bir lağım çukurunun içine düşüp ölür. Bu yan başlık altında verilen bilgilerden sonra maktel kaldığı yerden devam eder. Hastalanan Ümmü Külsüm ile Şehribânu vefat eder. İmam Zeynelabidin onları defnettikten sonra kalanlarla birlikte Medine’ye doğru gider. İmam Hüseyin’in şehadetinden dolayı üzgün olan Medine halkı Yezid’in ettiğini bulduğuna inanır, hüküm ancak Allah’ındır, derler.

Maktel “Nasihatler”le devam eder. Yezid’in tekebbür ettiğini söyleyen Nureddin Efendi, Nemrut ve Firavun gibi zalimlerin sonunun hep hüsran olduğunu hatırlatır. Kendisinin de günahkâr bir kul olduğunu belirtir, Allah’tan kendisini imandan ve Kuran’dan ayırmamasını, Hz. Hüseyin’e yakın bir mezar nasip etmesini temenni ederek dua eder. Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu bilmek, riyazetle nefsi öldürmek,  kâmil bir mürşide bağlanmak ve zikir gibi tasavvuf ehlinin vazgeçilmezlerini salık verir. Yalandan kaçınmak, başkalarının ayıplarını aramak, haramdan uzak durmak gibi ahlakî erdemlerden söz eder.

“Münâcât” başlığı altında İmam Hüseyin’e, ashabına ve Hz. Peygamber’e tevessül ederek Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileyip dua eder. Nureddin Efendi burada Yezid’e lanet hakkında Ehl-i Sünnet âlimleri arasında görüş ihtilafı olduğunu belirttikten sonra kendisinin ricâl-i gayb ile bu konuda görüştüğünü bildirir. Ricâl-i gaybe göre Yezid, İmam Hüseyin’e zulmetmiş, bu yüzden de lanete layık olmuştur. Ancak diğer taraftan Hz. Muhammed’in (s) hürmetine bu dünyada cezasını bulup köpek veya domuza kılığına dönüştürülmemiş, Resul’ün lütfuyla öbür dünyaya kâfir olarak göçmemiş, bununla birlikte ebedî azaba duçar olmuştur. Ahirette Yezid’in davacıları Resul ile Al-i Âbâ olacağından onun Allah’ın lütfu ve Ahmed’in (s) şefaati olmadan cenneti ve hurileri görme olasılığı bulunmamaktadır. Bu basiret ehlinin görüşüdür; ancak basiret sahibi olanlar bu hâli anlayabilir. Basar ehli ise dedikodulara takılıp kalmış, gönül gözleri perdelenmiştir. Yazarın buradaki ifadeleri muğlâktır. Nureddin Efendi, maktelinde sık sık Yezid’e, bazen de beraberindekilere lanet etmekte, dinleyenlerden de Yezid’e lanet etmelerini istemektedir:

Vak’a-i Kerbelâ’nın Muhtevası Hakkında Bazı Mülahazalar
 
Maktelini yazarken hangi kaynaklardan yararlandığı hakkında bilgi vermeyen Nureddin Efendi’nin verdiği tarihî bilgiler de üzerinde durulması gereken bir konudur. Sözgelimi Kufelilerin etrafında toplandıklarını söylediği Kadı Şureyhî (s. 6), aslında Süleyman b. Süred; Müslim ile birlikte Kufe’ye giden Sa’d (s. 9) ise aslında Kays’tır. Âşûrâ Günü savaş meydanına ilk çıkan Müslim’in oğlu Abdullah değil (s. 32), Umeyr’in oğlu Abdullah’tır. Cafer-i Sadık’ın oğlunun (s. 35) Kerbelâ’da hazır bulunmasına imkân yoktur. Kasım, İmam Hasan’ın oğludur. Ayrıca, İmam Zeynelabidin Şam’dan Kudüs’e değil Medine’ye gitmek istemiştir. Nureddin Efendi başta İmam Zeynelabidin’in Kudüs’e gitmek istediğini söylemişse de (s. 69) sonradan Medine’ye (s. 72) gittiğini yazmıştır. İmam Hüseyin’in ellerinde can veren Ali Asgar lakaplı oğlunun adı İbrahim değil (s. 47) Abdullah’tır.
 
Vak'a-i Kerbelâ geçtiğimiz yıl Maktel-i Hüseyin adıyla yayımlanmıştır.


Ertuğrul Ertekin

[1] Hersekzâde Ahmed Paşa hakkında bkz: Turan, Şerafettin, “Hersekzâde Ahmed Paşa”, TDVİA, İstanbul 1998, XVII, 235-237.
[2] Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara, 2000, II, 436.
[3] Eser ilk defa İstanbul’da 1285/1869 yılında yayımlanmıştır. Daha sonra 1300/1884, 1303/1887, 1309/1893, 1324/1908, 1329/1923 ve 1341 yıllarında yeniden basılmıştır. Biz eseri tanıtırken Maârif Nezâreti’nce 1303/1887 yılında yayımlanan matbû nüshasından istifade ettik.