Maktel-i Hüseyin'in ilk yaprağı
DTCF
Muzaffer Ozak Yz. I/248 |
Yahya b.
Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’i
Ertuğrul Ertekin
Ağlayabilen hû ağlar,
gayrimiz öykünelim
Mümkün oldukça
dövünüp, yolunup yükünelim
Buncalayın bir musibet
bir dahi olmuş mudur?
Kimse bir böyle dahi
hiç işitip bilmiş midir?
Yahya b. Bahşî
“Öldürmek” anlamına gelen Arapça “k t l” kökünden
türeyen maktel sözcüğü “birinin öldürüldüğü yer, katlgâh” anlamına gelir.
Maktel, erken dönemden itibaren İslâm edebiyatında bir tür olarak ortaya
çıkmış, bu dönemde ve sonrasında yazılan maktellerin çoğunluğunun konusu,
savaşlar, suikastlar ve diğer sebeplerle öldürülen Hz. Ali (as) evladı (Tâlibiyyin)
olmuştur. Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 tarihinde, Âşurâ Günü,
Kerbelâ’da şehid edilmesinden sonra ise, özellikle X. yüzyıldan itibaren, maktellerin konusunu hep
bu facia teşkil etmiştir. [1]
XIV. yüzyıldan
itibaren yazıya geçirilen Türkçe Maktel-i Hüseyinler tarihî süreçte Türklerin
İmam Hüseyin (as) ve Kerbelâ algısını göstermesi bakımından önemli
kaynaklardır. Biz daha önce Lâmiî Çelebi’nin (ö. 938/1532) Maktel-i Âl-i Resûl’ünü yayımlayarak bu alandaki çalışmalarımızın ilk ürününü konuya ilgi
duyan araştırmacılarla ve okuyucularla paylaşmıştık.[2] Bu
makalede ise, Lâmiî Çelebi’nin ve Hadîkatü's-Su'ada'nın müellifi Fuzulî’nin (ö. 963/1556) çağdaşı olan Yahya
b. Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’ini incelemeye çalışacağız.
Yahya b. Bahşî’nin hayatı
Kaynaklarda ismi,
Bahşîzade, Yahya Efendi, Muhyiddin, Yahya b. Yahşî, Tuzlalı Yahya Efendi
şeklinde de geçen Yahya b. Bahşî’nin doğum tarihi, yeri ve ailesi hakkında
kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır.
Kimi kaynaklarda
Yahya b. Bahşî’nin Gönenli, kimi kaynaklarda ise Kızılca Tuzlalı olduğu rivayet
edilmektedir. Bahşî’nin Gönen’de doğmuş, daha sonra oradan göç etmiş olması
muhtemeldir. Müderrislik yaptığı Murad Hüdavendigâr Medresesi ise Çanakkale’ye
bağlı Ayvacık’ın Kızılca Tuzla köyündedir. Bundan dolayı da bazı kaynaklarda
Kızılca Tuzlalı olduğu ifade edilmiş olabilir.[3]
Yahya b. Bahşî, tasavvuf
eğitimini, Kübrevîye tarikatını Anadolu’da yayan Yıldırım Beyazıd’ın (ö.
805/1403) damadı Emir Sultan’ın (ö. 833/1429)
halifelerinden Şeyh Lütfullah Karamanî’nin (ö. 894/1488-89) yanında ikmal
etmiştir.[4] Şeyh Lütfullah’ın vefatından sonra oğlu
Abdurrahman, Bursa’daki Emir Sultan Dergâhı’nda postnişin olmuş, bunun üzerine
bazı zevat genç olması hasebiyle yerine Yahya b. Bahşî’nin postnişin olmasını
isteyerek onun Bursa’ya gelmesini sağlamıştır. Fakat Yahya b. Bahşî bunda
başarılı olamamıştır.
Emekliliğinden
sonra Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı Yaylacık’ta bir dergâh kurarak halkı
irşad etmekle meşgul olan Yahya b. Bahşî, Maktel-i Hüseyin’ini de burada
yazmıştır. Yahya b. Bahşî 940/1533-34 tarihinde vefat etmiştir. Kabri,
Yaylacık’tadır. [5]
Yahya b. Bahşî’nin Eserleri
Divan-ı İlahiyat,
Mevlid- Nebi, Menakıb-ı Emir Sultan (Menakibu’l-Cevâhir), Menakıb-ı Şeyh
Muhammed b. İsa Akhisarî, Menakıb-ı Hacı İsa Dede, İzharü’l-Esrar, Sıhah-i
Acemî, Şiratü’l-İslâm Şerhi, Lemhu Mesaili’n-Nahviyye fi Şerhi
Avamili’l-Birgiviyye, Haşiye-i Sadrü’ş-Şeria, Risale-i Envariyye.[6]
Yahya b. Bahşî’nin Maktel-i Hüseyin’i
Maktelin Yazma Nüshaları
Maktel-i Hüseyin’in
iki yazma nüshası tespit edilmiştir:
a) Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Kütüphanesi M. Ozak-1/248’de kayıtlı nüshası.
Bu nüsha, harekeli nesihle, bölüm başlıkları ile ara beyitleri kırmızıyla yazılmıştır.
66 varak olan eserin istinsah tarihi Şaban 938/Mart-Nisan 1532’dir. (bkz: vr: 66b: Temmet bi-avnillahi
Teâlâ. Tarih fî şehr-i Şaban fî seneti semâniye ve selâsin ve tıs’a mia).
Nüshada bol miktarda imla hatası göze çarpmaktadır. Dize sayısı 41’inci varağa kadar 21-22 dize arasında değişir. 42’nci
varaktan itibaren dize sayısı 42-44 arasında değişir. Buna göre eser, 976
beyitten ve altı bölümden oluşur.
b) Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi Ulucami
8074/1’de kayıtlı nüshası. Bu nüsha, harekeli nesihle yazılmıştır. 37 varaktır.
Yıpranmış olan eserin onuncu ve son yaprağı eksiktir. İstinsah tarihi yoktur.
Maktelin Adı
Yahya b. Bahşî,
maktelinde eserini isimlendirmemiştir. Bununla birlikte, bizim çalışmamızda
esas aldığımız AÜ DTCF M.Ozak-1/248 numaralı nüshanın ilk yaprağında, “Hazâ
Kitab-ı Maktel-i Hüseyin Radiyallahu anhu ecmain” ifadesi bulunmaktadır.
Bursalı Mehmed Tahir de eserin adının Maktel-i Hüseyin olduğunu yazar.[7]
Maktelin Yazılış Sebebi
Yahya b. Bahşî,
eserinde sebeb-i telif/telif sebebi başlıklı bir bölüm açmamıştır. Sıkça
tekrarlanan beyitlerden eseri sevap kazanmak amacıyla yazdığı anlaşılmaktadır.
Maktelin
Yazıldığı Yer ve Tarihi
Yahya b. Bahşî, Maktel-i
Hüseyin’ini 11 Şaban 905/12 Mart 1500 Perşembe günü Yaylacık’ta tamamlamıştır.
Kitab oldu tamam
Şaban ayında
Hamisün gecesinde
hoş ayda
Günü de on birinci
gün-idi bil
Dokuz yüz beşde idi
hem dahi
Olurduk ol zamanda
Yaylacık’da
Mübarek mahaldir
Yaylacık’da [vr. 65b-65a]
Maktel-i
Hüseyin’in Kaynakları
Yahya b. Bahşî,
maktelinde hiçbir yazılı kaynağın adını zikretmez. Eser tamamıyla kerametler ve
epik anlatılar üzerine kurulmuştur. Çoğu yerde anlatılanlar gerçeklikten
uzaktır.
Maktel-i Hüseyin’in Muhtevası
Maktel, Allah’a
hamdüsena ve Hz. Peygamber’e salâtüselam ile başlar. Mukaddime adını
verebileceğimiz bu bölümde dikkati çeken husus, Yahya’nın İmam Hüseyin’in
kanını Hz. Âdem’den başlayarak tüm nebilerin ve hakîm insanlar oldukları
rivayet edilen İskender ve Lokman’ın kanı ile özdeşleştirmesidir [vr. 1b-2a]. Diğer
maktellerde de görüldüğü gibi müellif konuya girmeden önce dinleyicileri
hazırlar. Kendisinin günahkâr bir kul olduğunu söyleyerek, İmam Hüseyin’e
tevessül eder ve Allah’tan bağışlanma, dinleyicilerden dua talebinde bulunur.
[vr. 2a-5a]
Birinci bölümün
başlığı; fî medh-i Nebî’dir. Yahya bu bölümde Hz. Peygamber’e, dört
halifeye, Hz. Hatice’ye ve Hz. Fâtıma ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e salât eder
ve günahkâr bir kul olduğunu tekrar ederek Allah’tan onların hürmetine
kendisini bağışlamasını diler. [vr. 5a-7a]
fî nev’i âher
min medhi’l-Âl ve'l-evlâd başlığını
taşıyan ikinci bölümde müellif, Ehl-i Beyt’in faziletine, onların
faziletlerinin hem Kur’ân’da hem de hadisler de bildirildiğine değinerek bundan
asla kuşku duyulamayacağını söyledikten sonra tarikat geleneği üzere Hz.
Hüseyin soyundan gelen şeyhi Emir Sultan’ı methetmeye başlar. Unutulan sünneti
ihya eden, Buhara’dan gelip Rum’u aydınlatan, sayısız kerametlere sahip Emir
Sultan bu gücünü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e duyduğu muhabbetten almıştır.
Daha sonra Yahya,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgili iki, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali ile ilgili bir
menkıbe anlatarak dinleyicilerden bu kıssalardan hisse almalarını ve onların
faziletlerini bilmelerini ister. Kıssalar sırasıyla şöyledir:
Birinci kıssa: Bir gün
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin aralarında iddialaşırlar, her biri büyük benim der.
Sonra bunu sormak için babalarının yanına giderler. Babaları hayâ ettiğini
söyleyerek onları annelerine gönderir. Annelerine sorduklarında, bunu en iyi
bilenin dedeleri olduğunu söyler ve onları Hz. Peygamber’e gönderir. Hz.
Peygamber de Cebrail’e sormak için cevabı geciktirir. Allah cevabında Hz.
Peygamber’e bir elma alıp biri Hz. Hasan’ı, diğeri Hz. Hüseyin’i temsil eden
iki çizgi üzerine atmasını, elma hangisinde durursa onun büyük olduğunu
buyurur. Hz. Peygamber Allah’ın buyruğunu yerine getirir, iki çizgi çizer ve
elmayı atar. Elma ikiye bölünür; bir yarısı Hz. Hasan’ı, diğer yarısı Hz.
Hüseyin’i temsil eden çizginin üzerinde durur. [vr. 8b-9a]
İkinci kıssa: Bir
gün Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile otururken onlara elma vermek
ister. Ancak o anda yanında bir tane elma olduğundan elmayı hangisine
vereceğini bilemez. Bunun üzerine Cebrail nazil olur ve Hz. Peygamber’e ikisini
güreştirmesini, elmayı galip gelene vermesini söyler. Güreş sonucunda biri
diğerine galip gelemeyince Allah, Cebrail ile cennetinden bir elma daha gönderir.
[vr. 9a-9b]
Üçüncü kıssa: Hz.
Ali ile Hz. Fâtıma’nın evlenmeleri ile ilgilidir. Hz. Ali, Zülfikâr’ını alarak
Hz. Fâtıma’nın yanına gider ve ona Hayber’i Zülfikâr’la fethettiğini söyler.
Hz. Fâtıma bunu bildiğini, cennette babası ile otururken Zülfikâr’ı gördüğünü
söyleyince Hz. Ali şaşırarak Hz. Peygamber’in yanına gider. Kıssanın bu kısmı
biraz muğlâktır. Anlaşılan Hz. Ali, Hz. Peygamber ile birlikte Hz. Fâtıma’nın
yanına dönmüş ve Hz. Fâtıma’dan cennette onu nasıl gördüğünü anlatmasını
istemiştir. Hz. Fâtıma şöyle anlatır: Miraçta cennete gittiğimde babamla orada
yürürken bir elma ağacının altında Zülfikâr’ın mahzun bir halde dururken gördüm.
Üzerinde senin ve benim ismim yazılmıştı. Sonra Cebrail sana cennet
meyvelerinden yemeni söyledi. Sen de kırmızı bir elma alıp yarısını yedin,
diğer yarısını orada bıraktın. İşte ben o yarım elmadan yaratıldım. Şimdi senin
yanında cennette gibiyim, cennet kokusunu senden alıyorum. Hz. Fâtıma’nın
anlattıklarını dinleyen Hz. Peygamber onu doğrular ve alnından öper. [vr.
10a-11a] [8]
Üçüncü
bölümün başlığı fî mebde-i kıssa-i Kerbelâ’dır [vr. 11a-19a]. Yahya
konuya İmam Hüseyin’in doğumu ile başlar. Hz. Hüseyin’in doğumuyla müjdelenen
Hz. Peygamber, Hz. Ali’den kapıda durmasını ve eve girmek isteyenlere engel
olmasını ister. Zira melekler tebrik etmek için gelmek istemektedirler. Doğum
haberini alan sahabîler birer ikişer Hz. Ali’nin evine gelirler. Hz. Ali onları
kapıda bir süre bekletir. Bu esnada Hz. Ali’nin meleklerin gelişinden haberdar
olması Ebu Bekir’e tuhaf gelir. Daha sonra tebrikleri kabul etmek için onları
eve alır. Doğumu tebrik için gelen melekler arasında bir tanesinin kanadı
kırıktır. Kanadı kırık meleğin hikâyesi ona niçin o halde olduğunu soran Hz.
Ali’nin dilinden anlatılır. Buna göre, önce mukarreb meleklerden olan bu melek
bir gün göğün kapısını açık bulmuş ve yeryüzünü seyretmiştir. Orada gördüğü
elden ayaktan düşmüş bir insanın haline üzülmesi üzerine, Allah onu gördüğü
insanın durumuna sokmuştur. Yedi yüz yıldır bu halde yaşayan melek, diğer
meleklerin yardımıyla tebrike gelmiştir. Umudu Hz. Hüseyin’in hürmetine
bağışlanabilmektir. Kıssayı dinleyen Hz. Ali, melek için duada bulunur ve
Cebrail gelerek Hz. Ali’den Hz. Hüseyin’in kundağını çözüp meleğin vücuduna
sürmesini söyler. Kundağın vücuduna değmesiyle iyileşen melek ağlamaya
başlar. Hz. Ali meleğe iyileştiği halde niçin ağladığını sorar. Melek, doğumu
yer ve gök ehline müjde olan bu yavrucağın katline ağladığını, bu konuda daha
fazla bir şey söyleyemeyeceğini söyler ve Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’in kabrini
muhafaza etmek için bin yıl önce yaratılan Cebrail’e havale eder.[9]
[vr. 11a-13b]
Yahya, bu kıssayı anlattıktan sonra Hz. Hüseyin’in çocukluk dönemine geçer. Hz. Peygamber’in ona ve ağabeyi Hz. Hasan’a olan muhabbetini dile getiren şu kıssayı anlatır: Bir gün Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i kucağına almış oynarken Hz. Hasan’ı ağzından, Hz. Hüseyin’i dudağından öper. Bunun üzerine Cebrail nazil olur. Allah’ın selamını ileten Cebrail, Allah’ın bu durumu kıskandığını söyler. Buna karşılık Hz. Peygamber’in ağzından öptüğü Hz. Hasan zehirlenecek, boynundan öptüğü Hz. Hüseyin katledilecektir. Bir süreliğine ayrılan Cebrail daha sonra elinde bir şişe kızıl toprakla geri gelir. Şişeyi Hz. Peygamber’e vererek onu saklamasını ve toprağın kana dönüştüğü gün Hz. Hüseyin’in şehid olacağını söyler. Hz. Peygamber şişeyi anaya [Ümmü Seleme] verir. Hz. Hüseyin, zehirlendikten sonra yatağa düşen Hz. Hasan’ı ziyarete gider. Hz. Hasan ona dedesi, babası, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’nın rehberliğinde bir bölgeye [Kerbelâ] gideceğini haber verir. O ana kadar üzgün bir halde olan Hz. Hüseyin’in yüzü güler ve o günü kendisine düğün günü ilan eder. [vr. 16a-16b]
Dördüncü bölüm, fî-beyân-ı
sebeb-i hurûc-i Hazret-i İmam’dır [19b-25b]. Yahya konuya Yezid’in Utbe’ye
Hz. Hüseyin’den biat alması için gönderdiği mektupla başlar. Utbe cevaben, Hz.
Hüseyin’in biati kabul etmediğini yazınca Yezid bu defa Hz. Hüseyin’in başının
kendisine gönderilmesi için mektup yazar. Bu sırada Kûfe’den İmam Hüseyin’e çok
sayıda davet mektubu gelmektedir. Hz. Hüseyin durumu şişe ısmarlanan anaya
[Ümmü Seleme] danışır. Ümmü Seleme şişeye bakar ve toprağın kana dönüştüğünü
görür, ağlar. Hz. Hüseyin’e Hz. Peygamber’in sözlerini nakleder. Hz. Hüseyin
dedesinin kabrine gider ve kabri kucaklayarak ağlar. Bu esnada uyuyakalır ve
rüyasında dedesini görür: Hz. Peygamber ona kanlara bulanacağını, babasının,
annesinin ve kardeşinin kendisini beklediğini söyler. Hz. Hüseyin, kendisini bekleyen sonu yaşamadan,
bir an önce onlara kavuşmak isteyince Hz. Peygamber ölüm olmadan bu işin
olamayacağını söyler ve Allah’tan ona sabır vermesini niyaz eder. Uykusundan
uyanan Hz. Hüseyin eve gider ve ev halkını Kûfe’ye doğru yola çıkmak için
hazırlar. Neticede yetmiş kişi eşliğinde yola koyulur. Yolda Kûfeli birisine
[şair Ferezdâk olsa gerek] rastlarlar. O Kûfe’deki durumu İmam’a haber verir:
İmam’ın Kûfe’ye hareket ettiğini haber alan Yezid, Hür’ü bin kişilik bir
orduyla oraya göndermiştir. Öğle saatlerinde Kûfe’ye varan ordu etrafa gözcüler
yerleştirerek İmam’ı bekler. İmam, Hür ile karşılaşır. Hür, İmam’ın karşısında
arz-ı edeb eder, ceza gününden korktuğunu söyleyerek İmam’dan Medine’ye geri
dönmesini ister. İmam, Hür’ün isteğini geri çevirir. Yahya, bunlar olurken
İmam’ın Mekke’de mi yoksa Medine’de mi olduğu konusunda ihtilaf olduğunu
söyler. İmam bilâhare Kûfe’ye adam gönderir [Müslim b. Akîl]. Kûfe’ye giden
elçi orada taraftarların otuz beş bin kişi olduğunu haber verince İmam oraya
hareket eder. Diğer tarafta Yezid, Kûfelilerin İmam’a destek verdiklerini haber
alınca Basra beyinden [Ubeydullah b. Ziyad] önlem almasını ister. Bunun üzerine
İbn Ziyad, on sekiz bin asker ile Kûfe’ye hareket eder. Askerler şehrin
etrafını sarar. Daha sonra İbn Ziyad, yüzlerini örterek Mekkeli kılığına giren
yüz asker ile şehre yaklaşır. Bir münadi göndererek onlara İmam Hüseyin’in
geldiğini haber vermesini ister. Bu haberi alan Kûfe halkı İmam’ı karşılamak
düşüncesiyle yollara dökülür. Yüzünü nikap ile örten İbn Ziyad, halkın sevinç
gösterileri karşısında susarak doğruca tahta çıkar. Huzuruna çıkan
temsilcilerin karşısında yüzünü açınca temsilciler şaşırır, birden etrafları
çevrilir. Yezid’e yardım etmeyi kabul edenler kurtulurken diğerleri öldürülür.
Beşinci bölümün
başlığı; fî beyani hâsılu mâ-vaka’a fi arzı Kerbelâ’dır [vr.
25b-63b]. Yahya Kûfe ile Kerbelâ arasında geçen olaylara değinmez. İmam
Kerbelâ’ya ulaşmıştır. Yezid ordusu da oradadır. Yezid, ordusunun komutanı,
müellifimizin tabiriyle, Sünnî iken Haricî olan kulların en şerlisi Ömer b.
Sa’d’a İmam’dan biat almasını, aksi takdirde başını kendisine getirmesini
bildirir. Bunun üzerine İbn Sa’d, İmam’a düşünmesi için son bir fırsat verir.
Cuma gecesine rastlayan bu gecede İmam, ashabından dönmelerini ister.
Ashabından hiçbirisi dönmeye razı olmaz, İmam’a seve seve yolunda öleceklerini
söylerler. İmam ve ashabı yedi gün boyunca orada susuz kalırlar. Yezid
ordusundan Ömer, bir an İmam’a yardım etmek, ona su vermek ister. Ama Yezid’in
kendisine Rey’i vaat etmesi üzerine vazgeçer.
Savaşın
kesinleşmesi üzerine İmam kendisini tanıtır. Nebî’nin torunu olduğunu
hatırlatır. Yezid ordusundan birisinin, sen nasıl Nebi torunusun demesi üzerine
İmam ona beddua eder, adamı akrep sokar ve hemen oracıkta ölür. Bu sırada Hür,
içinde bulunduğu hatayı fark eder ve İmam’ın safına katılıp ilk şehid olur.
Daha sonra İmam’ın taraftarları birer birer savaş meydanına çıkarlar ve şehid
olurlar. Artık İmam yalnız kalmıştır. Bunu bilen Ömer b. Sad, askerlerini
gönderir. İmam, hemen kılıç kuşanıp atına biner. Bu esnada İmam’ın üç oğlu; Ali
Asgar, Ali Ekber ve İbrahim, savaş meydanına çıkmak için izin isterler. Önce
İmam onlara izin vermez. Ancak ısrar etmeleri üzerine izin verir. Onlar da
şehid olurlar. Sonra İmam savaş meydanına çıkar. Susuzluktan dudakları çatlamış
olduğu halde bir aslan gibi savaşır, birçok düşman askerini öldürür. Ne var ki
yetmiş üç yerinden yaralanan İmam’ın artık gücü kalmamıştır, kalbine saplanan
zehirli bir ok onu yere düşürür. İmam’ın yere düştüğünü gören düşman onu ok
yağmuruna tutar. Bu sırada atı, İmam’ı yalnız bırakmaz, başında bekler ve
ağlar. Bir müddet sonra haber vermek için Medine’ye gider. Atın geldiğini gören
Medineliler ağıtlar okumaya başlarlar. Bu sırada ezan okuyan Bilâl de minareden
düşüp ölür. İmam’ın yere düşen ve binlerce ok yarası alan bedeninin başına
müellifimizin tabiriyle iki it; Şimr ve Sinan, gelir. Şimr, Sinan’dan İmam’ın
başını kesmesini ister. Sinan korkar, yapamaz. Bunun üzerine Şimr atından iner
ve İmam’ın başını keser.
Bundan sonra Yahya,
İmam’ın kesik başı ile tutsakların önce Ömer b. Sad’a, sonra Kûfe’ye, İbn
Ziyad’a götürülmesini anlatır. Kûfe’ye vardıklarında Şimr, İmam’ın başını kendi
evine götürür ve bir leğençenin içine koyar. Leğençeden nur yükseldiğini gören
Şimr’in karısı ona leğençede ne olduğunu sorar. Şimr’in yanıtı üzerine çok
müteessir olan kadın, kocasına aşağılayıcı birtakım sözler söyledikten sonra
bir köşeye çekilip ağlar. Şimr uyur uyumaz mübarek başın yanına gider, onu
kucağına alıp temizledikten sonra o halde uyuyakalır. Rüyasında, birden bire
bulutların üzerinden iki ulu hatunun; Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’nın belirdiğini
görür. Onların ardından, başlarında Hz. Peygamber’in bulunduğu erkeklerden
oluşan bir topluluk gelir. Hepsi başın etrafında toplanıp ağlaşır. Kadın sabah
uyanınca Şimr’den kendisini boşamasını, artık bir kâfirle birlikte
yaşayamayacağını söyler.
Yahya tekrar
Kerbelâ’ya döner ve mucizevî bir olay anlatır. Yezid ordusundan biri, İmam
hayatta iken onun kemerine göz dikmiştir. Sırf kemeri alabilmek için savaştan
sonra Kerbelâ’ya geri döner. İmam’ın cansız bedenini bulur ve kemeri almak için
elini uzatır. Adamın elini sağ eliyle kavrayınca, adam kurtulmak için
İmam’ın elini keser. Bu defa İmam sol eliyle adamı tutar. Adam sol elini de
keser. Bu sırada, kanatlı atalara binmiş bir grup nurlu insanın oraya doğru
geldiklerini görür ve saklanır. Bu nurlu insanlar, Hz. Peygamber, Hz. Hamza,
Hz. Cafer-i Tayyar, Hz. Hasan ve Hz. Ali’dir. Hepsi birden İmam’ın etrafında
toplanıp ağlaşır. Hz. Peygamber, İmam’ın başını yerine koyar ve ellerini kimin
kestiğini sorar. İmam adamın saklandığı yeri işaret eder. Hz. Peygamber adamı
yanına çağırır ve ona suretin değişsin diye bedduada bulunur. O andan itibaren
adamın yüzü simsiyah olur.
Yahya tekrar bir
kıssaya başlar: Hz. Cafer-i Tayyar’ın [aslında Müslim b. Akîl’in] İbrahim ve
Muhammed adındaki iki oğlunun kıssasını anlatır. İbrahim ve Muhammed, savaştan
kaçar ve bir nehrin kenarında su alan bir kadından yardım ister. Kadın önce
kocasının zalim bir haricî olduğunu, yardım edemeyeceğini söylese de daha sonra
onlara acıyıp evine götürür ve saklar. Kadının eve gelen kocası asabî davranır.
Kadın kocasına ne olduğunu sorar. Adam İmam’ı öldürdüğünü, ama iki çocuğun
elinden kaçtığını söyler. Yezid’in başlarına ödül koyduğu bu iki çocuğu
bulamadığından dolayı sinirlidir. Diğer tarafta kilerde saklanan çocuklardan
İbrahim rüyasında Hz. Peygamber’i görür ve öldürüleceklerini haber alır.
Rüyasını kardeşine anlatınca ikisi birden ağlamaya başlar. Adam onların
ağlaşmalarını duyar. Çocuklar kendilerini bulan adama canlarını bağışlaması
için ricada bulunurlar. Ama adam Yezid’in vereceği ödülü almak istemektedir.
Kölesini çağırıp ondan çocukları öldürmesini ister. Köle kabul etmez ve adamı
öldürmeye kalkışır. O sırada eve gelen adamın oğlu, köleye engel olurken adam
köleyi öldürür. Bu defa adam oğlundan çocukları öldürmesini ister. Kabul
etmeyince adam oğlunu öldürür. Neticede çocukları bizzat öldürmeye karar verir.
Büyük olan İbrahim, kardeşinin ölümünü görmemek için önce ölmek ister. Adam
önce İbrahim’i öldürür, başını keser ve nehre atar. Ama nehir, İbrahim’in
bedenini sürüklemez. Küçük olan Muhammed’in isteği ise kardeşinin kanına
bulanmaktır. Adam onun da isteğini kabul eder. Onu da öldürüp, başını keser ve
nehre atar. İki kardeşin bedenleri nehirde birlikte hareket eder. Kardeşlerin
başları adamın elinde Yezid’in yanına gidinceye kadar Kur’ân okur. Bunu gören
Yezid adama ödülü vermez. Kölesine adamı öldürmesini emreder. Köle adamın ellerini
arkadan bağlayıp, boynuna ip takarak atın arkasında sürükler. Öldükten sonra
onu nehre atmak ister, ama nehir kabul etmez. Bunun üzerine durumu Yezid’e
haber verir. Yezid de adamı yakmasını söyler.
Yahya tekrar
Kerbelâ’ya döner. Kerbelâ şehidlerinin bedenlerinin kırk gün çölde kaldığını,
geceleri çöle nur indiğini, gündüzleri ise aslanların bedenleri beklediğini
anlatır. Bu durum bölgedeki kalelerde oturan halkın dikkatini çeker.
Halk, Kerbelâ’ya gidip bedenleri defnetmeye karar verir. Hz. Hüseyin haricindekileri
bir yere defnederler. İmam’ın bedenini ise ayrı bir yere defnedip, başucuna ve
ayakucuna birer çubuk dikerler. Çubuklar hemen ağaç olur. Sonra kabrin etrafına
duvar örüp bir de kapı yaparlar.
Buradan itibaren
Kerbelâ tutsaklarının durumu anlatılır. Tutsaklar önce Kûfe’ye götürülür. Kûfe
Beyi, halkın ayaklanmasından korkarak on bin kişilik bir ordu hazırlatır. Önce
Ömer b. Sad, sonra Şimr şehre girer. Ellerinde süngülere asılmış kesik başlar
vardır. Hz. Peygamber hanedanının kızları başları açık bir halde develere
bindirilmiştir. Ömer ve Şimr doğruca Ubeyd’in [Ubeydullah b. Ziyad] sarayına
giderler. Ubeyd onlardan savaşı anlatmalarını ister. Söz İmam’dan açılınca
Ubeyd, İmam’ın başını eline alır. Baştan damlayan bir kan damlası önce Ubeyd’in
uyluğunu, sonra tahtı deler, ardından yere damlayıp yeri de deler. Ubeyd’in
delinen uyluğu bir türlü iyileşmez, acılar içinde kıvranarak ölür. Kuruyan kan
damlası miske dönüşür, kokusu yedi eve ulaşır.
Sonra tutsakları
Şam’a, Yezid’e kimin götüreceği tartışılır. Sonunda Ömer, Şimr’i de alarak bir
ordu eşliğinde Şam’a hareket eder. Yolda bir manastıra yakın bölgede mola
verirler. Onları uzaktan izleyen manastırın rahibi onların üzerine nurun ve
meleklerin indiğini görür. Bunun üzerine yanlarına gidip durumu öğrenmek ister.
İmam’ın mübarek başının şimşek gibi parladığını görür. Ömer’e bir haceti
olduğunu, başlardan birini bir geceliğine istediğini söyler. Ömer, geri
getirmesi şartıyla isteğini kabul eder. Rahip, İmam’ın başını almak isteyince
karşı çıkar. Ömer, rahibin kırk bin altın vermesi üzerine razı olur. Rahip
manastıra döner. Gecenin ilerleyen saatlerinde manastırın içi birden nurla
dolar, gündüz gibi olur. Meleklerle birlikte Âdem, Nuh, İbrahim ve İsmail
peygamberler ile Hz. Muhammed (s) gelir. Rahip bunu görünce kuşağını [zünnâr]
bir kenara atar ve Müslüman olur. Sabah olunca başı geri verip vermemekte
kararsız kalır. Bu esnada askerler gelip başı ondan alırlar. O da Ömer’in
yanına gidip gece gördüklerini bir bir anlatır, ama Ömer dinlemez ve hareket
emri verir.
Ömer ordusu
tutsaklarla birlikte Şam’a ulaşır. Yolda askerler onları karşılar. Bir taraftan
da halk sevinç gösterileri yapar; üç gün üç gece süren eğlence meclisleri
kurulur. Bu esnada başlar süngüde, kadınlar develerde oturmaktadır. Öğleüzeri
Yezid’in sarayına girilir.
Bu sırada kısa
süreliğine Şam’a gelen Saîd adında bir tüccar, herkes sevinirken üzüntülü bir
halde bir köşede oturmuş bir toplulukla karşılaşır. Onlara niçin üzgün
olduklarını sorar. Onlar da Saîd’e durumu anlatırlar. Duyduklarına çok üzülen
Saîd bir yolunu bulup kadınların olduğu eve gider. Başındaki tülbendini
yırtarak başlarını örtmeleri için kadınlara dağıtır. Ancak tülbent Şehribânû’ya
[Hz. Zeyneb] yetişmez. Bunun üzerine Saîd ona tam bir tülbent verir.
Yezid, Ömer’i ve
Şimr’i över ve onların rütbesini yükseltir. Onların ağzından savaşı dinler.
Sonra İmam’ın başını ister. Onu bir leğençenin içine koydurur. Yezid, İmam’ın
başına bakarak şöyle der: “Muhammed birçok akrabamın kanını Huneyn Savaşı’nda
dökmüştü. Keşke o akrabalarım şimdi burada olsalardı da bu manzarayı görüp
düğün etselerdi. Ben bugün Muhammed’den öcümü aldım, ciğerparesinin oğullarını
öldürdüm.” Yezid bunları söylerken bir yandan da elindeki sopayla İmam’ın
ağzına ve yüzüne vurur.
Bunlara tanık olan
İmran adındaki bir Yahudi, Yezid’e başın kimin başı olduğunu sorar. Yezid,
İmam’ı tanıtınca İmran, Yezid’i kınar. Kendisinin Davud’un seksen ikinci
kuşaktan torunu olduğunu ve Yahudilerin sırf bu yüzden kendisine hürmet
ettiklerini söyler. Bu sırada Yezid’in meclisinde bulunanlardan biri tutsak
kadınlardan birini ister. Yezid istediğini al diyince o, Ümmü Külsüm’ün elini
tutar. Ümmü Külsüm elini çekip kendisinin kim olduğunu hatırlatır. Adam, Ümmü
Külsüm’ün sözlerini işitince hemen onu tuttuğu elini keser ve özür diler. Sonra
da Yezid’in yanına gidip ona lanet eder.
Yezid kadınlara öne
çıkmalarını emreder. Bu sırada kadınlar feryat etmekte, Hz. Peygamber’in, Hz.
Ali’nin ve Hz. Hüseyin’in adını tekrarlamaktadırlar. Ümmü Külsüm, Yezid’e
hitaben ağır sözler söyler. Yezid, bakışlarını Ali Asgar’a [İmam Zeynelabidin]
çevirir. Ondan dilekte bulunmasını ister. İmam Zeynelabidin önce babasının
başını ve katilini ister. Yezid katil yerine altın ve makam teklif edince, İmam
Zeynelabidin kabul etmez. Onun yerine ertesi gün camide bir hutbe okumak
istediğini söyler. Yezid isteğini kabul eder. Ertesi gün İmam Zeynelabidin
minbere çıkar. Yezid onu minberde görünce izin verdiği için pişman olur. İmam,
Kerbelâ kıssasını başından sonuna kadar anlatır. Dinleyenler ağlamaya, feryat
etmeye başlar. Yezid ayaklanma çıkmasından korkar, hemen müezzine ezan
okumasını işaret eder. Ezan okunur, namaz kılınır ve halk hiçbir şey olmamış
gibi işine döner. Bunun üzerine şehrin üstünü kara bir bulut kaplar, dolu
yağar, fırtına kopar; öyle ki halk kıyametin koptuğu hissine kapılır. Allah, bu
azap ile şehirdeki yüz bin kişinin canını alır, havadaki kuşlar, denizdeki
balıklar ölür. Azabı gören halk, Yezid’e karşı ayaklanır. Bunun üzerine Mervân,
Yezid’e tutsakları başka bir yere göndermesini tavsiye eder. Yezid de onları
Medine’ye gönderir.
Maktelin altıncı
bölümü hâtime fî’l-mevâiz ve’l-münacaât’tır [vr. 63b-66b]. Yahya, burada
Hz. Peygamber’in İmam Hüseyin’e olan muhabbetini hatırlatır. Dinleyenlere tek
doğru kılavuzun onlar olduğunu, onlara uymak gerektiğini söyler. Tabii Yahya
buradan tekrar şeyhi Emir Sultan’a gönderme yapar. Sonra duada bulunur ve
maktelini bitirir.
Ertuğrul Ertekin
Ertuğrul Ertekin
(Bu yazı, Kıble Dergisi'nin Muharrem Özel Sayısı'nda yayımlanmıştır (Sayı: 35, 2014)
[1]
Şeyma Güngör, “Maktel-i Hüseyin”, TDVİA, Ankara 2003, c. 27, s. 455; M. Cevad
Sahibî, “Seyr-i Maktel-nigârî”, Kongre-i Beynelmilelî-i Ferheng-i Âşûrâ, Kum
1375/1996, c. 2, s. 263.
[2]
Lâmiî Çelebi, Maktel-i Âl-i Resûl, hazırlayan: Ertuğrul Ertekin, İstanbul 2012.
[3]
Hatice Liman, “Yahya b. Bahşî ve Menakibu’l-Cevâhir”, İstem, Yıl: 7, Sayı: 13,
2009, s. 308.
[4]
Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara 2000, s. 199.
[5]
Hatice Liman, agm, s. 309.
[6]
Bursalı Mehmed Tahir, age., s. 199.
[7]
Bursalı Mehmed Tahir, age., s. 199.
[8] Biz,
Yahya b. Bahşî’nin menkıbevî tarzda anlattığı bu üç kıssaya taradığımız
kaynaklarda rastlayamadık.
[9] Yahya
b. Bahşî’nin sözünü ettiği kanadı kırık meleğin adı Futrus’tur. İbn İdris (ö.
598/1201-02), es-Serair’inde İmam Cafer Sadık’tan (as) şöyle nakleder: “Melek
Futrus, durmadan arşı tavaf eden bir melektir. O, bir hususta Allah’ın emrini
ağırdan alınca kanadı kırıldı ve bir adaya sürüldü. Hüseyin (as) doğunca
Cebrail tebrik etmek için Resullah’ın yanına giderken Futrus onun peşine
takıldı. Cebrail ona tebrikte bulunmak için Resulullah’ın yanına gittiğini,
isterse kendisini de götüreceğini söyledi. Futrus müspet cevap verince birlikte
Resulullah’ın yanına gittiler. Futrus, Resulullah’a parmağını uzatarak ona
iltica etti. Resulullah ona kanadıyla Hz. Hüseyin’e dokunmasını söyledi. Melek
kanadıyla Hz. Hüseyin’e dokundu ve göğe yükseldi.” Bkz. İbn İdris, es-Serair
el-havi li-tahriri’l-fetavi, Kum 1410, c. 3, s. 580. Bu rivayet farklı
şekillerde birçok kez nakledilmiştir. Melek Futrus’la ilgili rivayetler hakkında
bkz. Muhammed İhsaî Ferlengurdî, “Pejuheşî der Rivayat-i Futrus Melek”, Ulum-i
Hadis, Sayı: 34, 1383, s. 68-80.