Mehmet Çelenk, 16-17. Yüzyıllarda İran’da Şiîliğin Seyri, Emin Yayınları, Bursa 2013, 318 s.
Mehmet Çelenk’in, “16-17. Yüzyıllara İran’da Şiîliğin
Seyri” adıyla yayımladığı kitabı, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nde 2006 yılında “16-17. Yüzyıllarda Safevî Şiîliği” adıyla
hazırladığı doktora tezinin kitaplaşmış halidir.
Eser, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde
yazar, amacı, metodu ve kaynakları hakkında bilgi vermiştir. Buna göre
çalışmanın amacı, Şia tarihinin en önemli aşamalarından birini tespit etmek ve
İran’ın Şiîlik tarihinin dönüm noktalarından biri olan Safevî Devleti’nin
Şiîlik icraatlarını ve bu icraatların özelde İran’ın Şiîleşmesi, genelde Şia
terimi açısından nereye oturduğunu anlamaya çalışmaktır.
“Erdebil Tekkesinin Kuruluşu ve Faaliyetleri” başlıklı
birinci bölüm üç kısımdan ve bunlara bağlı yan başlıklardan oluşmaktadır.
“Erdebil Tekkesi ve Safevî Devleti” başlığı altında yazar, Safevî tarikatının
tarihini anlamadan Safevî Devleti’nin tarihinin anlaşılamayacağını ileri
sürmenin imkânına işaret eder. Yazara göre Safevî tarihinin belirsizliğini
koruyan belli başlı alanları şunlardır: a) Safevîlerin politik kaygılar ve
beklentilerle kökenlerine dair eserleri yok edip sahte bir seyyidlik ihdas
etmeleri, b) Safevî arşivlerinin çoğunluğunun kaybolması, c) Şiî ve Sünnî
kaynaklardaki çelişkili bilgiler ve Sünnî tarihçilerin çarpıtmaları, d) Sufî
karakterli bir hareket olan Safevî harekette efsanevî unsurların tarihî
unsurlara karışması, e) Bilgi ve kaynak eksikliği. Bu durum tespitinden sonra
yazar, bu belirsiz noktaların izahına gayret eden yorumlarda sürecin ortaya
konmadığını, daha ziyade sonuçlardan hareket edildiğini belirtir.
“Safevîlerin Nesebi” başlıklı ikinci kısımda yazar,
Safevîlerin nesebiyle ilgili problemleri, tartışmaları ve görüşleri aktarır. Çelenk’in
vardığı netice, Safevîlerin seyyidlik nisbesinden faydalandığıdır. Şiî bir
menşe ihdas eden Safevîler aslında kendilerini Osmanlılardan ayırt etmek ve
bütün Rafızî (Sünnîlik dışı) unsurların yakınlığını kazanmak istemişlerdir. Bu
amaçla geçmişe dönük olarak Safevî tarikatı meşayihinin Sünnîliğini
belgeleyecek her türden delil yok edilmiştir. Şiîlik eğilimi, Şeyh Hoca Ali
(1392-1427) döneminde ortaya çıkmış, Seyyidlik ihdası ise, Şeyh Cüneyd
(1447-1460) döneminde başlamıştır.
Birinci bölümün üçüncü kısmı olan “Safevî Tarikatının
Teşekkülü ve Gelişmesi” başlığı altında Çelenk, Walther Hinz’e uyarak Safevî
tarikatından Safevî Devleti’ne uzanan süreci üç başlık altında ele almıştır: 1301-1447
yılları arasını kapsayan birinci dönemde Şiîlik bağlamında en ilgi çeken
şahsiyet Şeyh Hoca Ali’dir (1392-1427). Şeyh Ali döneminde tarikat içerisinde
ilk Şiîlik temayülleri ortaya çıkmaya başlamıştır. İkinci dönem 1447-1494
yılları arasını kapsar. Şeyh Cüneyd dönemi aynı zamanda Safevî tarikat
devletinin başlangıç evresidir. Tarikatın dinî/ideolojik yapısı, siyasî
güçlerle münasebetleri ve şeyh-mürid ilişkileri bu dönemde yeniden
tanımlanacaktır. Safevî tarikatından Safevî Devleti’ne uzanan süreç, Şah
İsmail’in (1494-1524) dönemiyle son bulur.
“Safevî Devleti’nin Teşekkülü ve Gelişim Safhaları”
başlıklı ikinci bölüm, üç kısımdan ve bunlara bağlı alt başlıklardan
oluşmaktadır. Bölüm, Safevî Devleti’nin kuruluşundan önce İran kültürüne ve
siyaset geleneğine dair bir değerlendirmeyle başlar.
İkinci bölümün “Safevî Devleti’nin Karakteristikleri” başlıklı
birinci kısmında, Safevî Devleti’nin karakteristik özelliğini araştıran Çelenk,
Şah İsmail’in en büyük başarısının İran’ı millî devlet olarak tarih sahnesine
çıkarması olduğunu yazar. İran bu dönemde, dışarıda düşmanlarıyla
askerî/mezhebî çatışmalara; içeride ise Kızılbaş oymakların hâkimiyet
mücadelesine, Şiî ulemanın Şiîliği yerleştirme ve kendi konumlarını
sağlamlaştırma çabalarına sahne olmuştur.
İkinci bölümün “Şiîliğin Resmi Mezhep Olarak Kabul
Edilmesi” başlıklı ikinci kısmında yazar, İran’ın Safevîler öncesindeki
mezhepsel durumunu inceler. Çelenk, burada, Şiîliğin tasavvufun etkisiyle
yayıldığını ileri süren Seyyid Hüseyn Nasr ve Henry Corbin ile Şiîleşmenin
baskıyla gerçekleştiğini iddia eden Savory’nin görüşlerini aktarmış; Osmanlı
tarihçilerinden alıntılarla ikinci görüşü desteklemiştir.
“Şiîliğin Yayılmasında Kullanılan Aracı Kurumlar” başlığını
taşıyan üçüncü kısımda yazar, Şah İsmail’in naiplik iddiasına ve buna bağlı
olarak Şia’nın en yüksek dinî otoritesi oluşuna değinmiş ve Şah İsmail
tarafından atanan sadaret makamının icraatları üzerinde durmuştur. Çelenk,
“Safevî Dönemi Şiîliğinin Karakteristikleri” yan başlığında Ali Şeriatî’nin Ali
Şiîliği-Safevî Şiîliği tanımlarını esas alarak, Safevî monarşisi tarafından
oluşturulan baskıcı Şiîliğin, Ali Şiîliğinin içine nüfuz ettiğini ve teşrifatçı
süslemeler, büyütülen sloganlar, söze dayalı sevgi, buğz, bağlılık ve
uzaklaşmalar vb. yoluyla içi boş bir Şiîliği halka dayattığını yazar.
“Safevî Dönemi Şiîlik Uygulamalarının Sonuçları” başlığı
altında ise, Şiîliğin İran’ın sosyoekonomik yapısına ve yönetim mekanizmasına
etkisi sürecinin bir asırdan fazla sürdüğünü belirtilir. Şiî ulemanın iktidara
katılımı Şah Abbas döneminde ortaya çıkan vakıf müessesesi aracılığıyla mümkün
olmuştur. Bu süreçte Safevî Devleti’nin teşekkülü ile fiilen misyonunu
tamamlayan Kızılbaşlar tasfiye edilmiş; devlet, yerleştirmeye çalıştığı dinî
program dolayısıyla yüzünü yerleşik halka çevirmiştir. İran’ın üst kimliği
olarak kabul edilen Şiîliği öğretecek, yayacak ve yaşatacak bir ilmiye sınıfının
teşkiline, sürecin bu merhalesinde acilen ihtiyaç duyulmuştur.
Bu bakımdan ikinci bölümün son ana başlığı ilmiye
sınıfının teşkil ve tesis sürecine ayrılmıştır. “Safevî Devleti’nin
Kurumsallaşma Çabası ve Ulema İthali” başlığı altında yazar, devletin ihtiyaç
duyduğu ulema sınıfını eskiden beri Şiî olan Cebel-i Âmil, Bahreyn ve Irak’tan
nasıl göç ettirdiği üzerinde durur.
“Muhacir Ulemanın Kökenleri” yan başlığında davet edilen
ulemanın yaşadıkları bölgeler hakkında bilgiler verilmiş ve davetlere müspet ve
menfi cevaplar veren ulemadan söz edilmiştir. Bu meyanda dikkat çeken en önemli
âlim Muhakkik Kerekî’dir. “Öncü Ulema ve Muhakkik Kerekî” başlığı altında Şah
İsmail döneminde bir süre İran’da kalıp Necef’e geçen, daha sonra Şah
Tahmasb’ın daveti üzerine tekrar İran’a giden Muhakkik Kerekî’nin düşüncesi ve
icraatları incelenmiştir. Bir sonraki yan başlık “İkinci Nesil Muhacir
Ulema”dır. Bu kısımda, Muhakkik Kerekî’den sonra İran’a göç eden âlimlerin
biyografileri hakkında kısa bilgiler verilmiştir.
“Muhacir Ulemanın Safevî Devletine Katkıları” başlıklı
kısımda ise yazar, göç eden ulemanın Safevî İranı’ndaki faaliyetlerini üç
maddede özetler: a) Yeni dini yapının yerleştirilmesi, insanları yeni inanca
zorla veya kendi rızaları ile davet etmek, b) İran’daki Şiî topluma ve bütün
Şiî camiaya hizmet verecek yeni nesil ulemayı yetiştirmek, c) İnsanlara Şiî
geleneğin ve uygulamaların ayrıntılarını öğretmek. Çelenk’e göre bu faaliyet
süreci aynı zamanda Şiî ulemanın İran’daki iktidar serüvenidir. Süreçle
birlikte Safevî devlet mekanizması Şiî ulemaya entegre olmuştur. Bu entegrasyon
devlet mekanizmasına hem kendi faaliyetlerine meşruiyet zemini oluşturma hem de
olası tepkiyi bertaraf etme imkânı vermiştir.
İkinci bölümün ve kitabın son yan başlığında Çelenk,
ulemanın otoriter ve karizmatik yapısını tartışmıştır. “Şiî Ulemanın Otoriter
ve Karizmatik Yapısının Gelişmesi” başlığını taşıyan kısmında, Safevî
devletinde Şiî ulemanın güçlenmesi süreci ele alınır. Ulema devleti
meşrulaştırması karşılığında kendi meşruiyetini ikame etme çabasına girmiştir.
Safevî Devleti’nin sonlarına doğru, idareyi ele alan zayıf şahların otorite
boşluğunu Şiî ulema en iyi şekilde değerlendirmiştir. Bu dönemin öne çıkan
meşhur şahsiyeti Allâme Meclisî’dir. Yazara göre, teorik çerçevede İmam
Mehdî’nin zuhuruna kadarki fiilî devletleri gayrimeşru, başındakileri de zalim
addeden; pratikte ise bunun tam tersi faaliyetler içerisine giren Şia tarihi
adeta teorik esaslar ve pratik farklılıklar üzerine bina edilmiştir.
Ertuğrul Ertekin
________
Bu yazı, İntizar Dergisi'nde yayımlanan kitap değerlendirmesi yazımızın özetidir.