19 Ekim 2014 Pazar

Ehl-i Beyt’in Şanında Nazil Olan Ayetler: Mübâhele Ayeti


Âl-i Aba
Kaçarlar dönemi, 35x25 cm
İmam Rıza Asitanesi Müzesi

Hadisenin Tarihî Arka Planı

Cahiliye döneminde Arap yarımadasında en çok Hıristiyan topluluğun bulunduğu bölge, Hicaz ile Yemen arasındaki Necran bölgesidir. Necranlı Hıristiyan kabile, kendine ait bir idari sistemle yönetilmiştir. Üç liderin temsil ettiği mevkiler Akib, Uskuf ve Seyyid makamlarıdır. Akib; kabilenin emiri ve kendisiyle müşavere edilen rey sahibi kimsedir, kararlar bunun görüşüyle alınır. Seyyid; yolculuk ve toplantıların yöneticisi konumunda olup kendisine iltica edilen merkezi kimselerdir. Uskuf da; din âlimi ve piskoposlarıdır ki bunlar kendi kitaplarını okudukları yerlerin de sahibidir. Hz. Peygamber döneminde kabilenin bu makamlarından Akibliği Kinde kabilesinden Abdülmesih, Uskufluğu Beni Rebia’dan Ebu Harise b. Alkame, Seyyidliği ise el-Eyhem temsil etmektedir. Bunların içinde en çok şeref sahibi olan Ebu Harise olup Rum kralları adına birçok faaliyet icra etmiştir.

Hz. Peygamber, Heyetler Yılı (Senetü’l-vufud) olarak bilinen 9./631. yılda İslâm’a davet etmek üzere Necranlı Hıristiyan din adamlarına, onları İslâm’a davet eden bir mektup yazmış ve mektubu, Utbe b. Gazvan, Abdullah b. Ebi Ümeyye, Hudayr b. Abdullah ve Suheyb b. Sinan’la Necran’a göndermiştir. Mektubun tercümesi şöyledir:

Resulullah Muhammed’den Necran keşişlerine,
İbrahim, İshak ve Yakub’un İlahının adıyla!
Ben sizi yaratıklara tapma yerine Allah’a ibadet etmeye davet ediyorum ve sizi yaratıklarla yapılmış olan ittifak anlaşmalarının ötesinde, Allah ile ittifak anlaşması yapmaya çağırıyorum.
Şayet bunu kabul etmez iseniz cizye vereceksiniz; cizyeyi de reddederseniz sizinle savaşacağım.
Selamlarımla

Mektubu okuyan Necran’ın ileri gelenleri ve din adamları bir karara varmak üzere toplantı düzenlediler. Toplantıda, o sırada 120 yaşında olan Ebu Hamid, katılımcılara nasihatlerde bulundu ve çok iyi düşünmelerini tavsiye etti. Onlarsa Rum kralına mektup yazmayı ve ondan Hicaz’a asker sevk etmesini istemeyi kararlaştırmışlardı.

Toplantı bitmek üzereyken Harise b. Asal adında bir din adamı ayağa kalktı ve Kitab-ı Mukaddes’in Hz. İsa’nın vasiyetlerini muhtevi bölümünü okudu. Okuduğu bölümde Hz. İsa, Mekke’deki Paran (Arapçası Faran) Dağı yakınlarında doğacak Paraklit (Arapçası Faraklit) adındaki son peygamberden söz ediyordu.[1]

Seyyid el-Eyhem ve Akib Abdülmesih, Harise’nin bu hatırlatmasından rahatsız oldular. Üçü arasındaki tartışma uzadı. Sonunda Seyyid el-Eyhem, Hz. İsa’nın vasisi Şemun b. Hamun es-Safa’ya son peygamberin alametlerini haber veren Şemun Sahifesi’ni okumaya karar verdi. Bu alametlerden biri, son peygamberin oğullarının ahir zamanda sönmeye yüz tutan din ve hidayet meşalesini tekrar alevlendirecekleridir. Seyyid el-Eyhem bu cümleleri okuduktan sonra Faraklit’in Hz. Muhammed (s) olamayacağını, çünkü onun oğlunun olmadığını söyledi. Bunun üzerine Harise ondan el-Camia adı verilen bir başka kutsal kitabı okumasını istedi.

Ertesi gün idareciler ve din adamları bir kez daha toplandılar. Bu toplantıda Akib Abdülmesih, Hz. Muhammed’in (s) peygamber olduğunu ileri sürdü; fakat onun kendi kavminin peygamberi olduğunu, bütün insanlara gönderilmediğini ekledi. Bunun üzerine Harise, “O peygamber ise, onun bütün insanlığa gönderildiği iddiasını nasıl kabul etmezsin?” diye sordu. Tartışma devam etti. Sonunda el-Camia’nın okunmasına karar verdiler. el-Camia’nın Hz. Âdem faslında, ilkinden sonuncusuna kadar bütün peygamberler hakkında malumat vardı ve orada Ahmed isminde bir son peygamberden söz ediliyordu. Harise ayrıca Şit Sahifesi adını verdikleri bir başka kutsal kitaptan, Hz. Âdem’in arş-ı alada “La ilahe illallah Muhammed resulullah” yazdığına dair rivayetini okudu.

Toplantının sonunda Peygamber Efendimizle görüşmek üzere Medine’ye bir temsilci heyeti gönderilmesi kararlaştırıldı.

Temsilci Heyetinin Medine’ye Hareketi

Seyyid el-Eyhem, Uskuf Ebu Harise b. Alkeme ve Akib Abdülmesih, içlerinde on dört din adamının bulunduğu Haris b. Kab kabilesinden altmış veya yetmiş kişiden oluşan bir heyetle Medine’ye hareket etti. Öte tarafta Hz. Peygamber, mektubu götüren sahabîlerin uzun zamandır dönmemesi üzerine, Necran’a bir askerî birlik göndermişti. Birlik yolda heyetle karşılaştı ve beraber Medine’ye döndüler.

Necranlılar Medine’ye girmeden önce Yemen işi süslü elbiseler giyinip güzel kokular sürdüler, atlarının üzerinde, ellerinde mızraklarla Medine’ye girdiler. Onlar bu şekilde Hıristiyanların azamet ve haşmetini Müslümanlara sergilemek istiyorlardı. Mescid-i Nebevi’ye vardıklarında Hz. Peygamber ikindi namazını yeni bitirmişti. Bu vakit aynı zamanda Hıristiyanların da ibadet vaktiydi. Nakus (çan) çalıp Mescid-i Nebevi’de doğuya yönelerek ibadete durdular. Sahabeden itiraz edenler olduysa da Hz. Peygamber ibadet esnasında kimsenin onları rahatsız etmesine izin vermedi.

Bir rivayete göre elbiseleri ve takıları sebebiyle Hz. Peygamber bir gün süresince heyetle görüşmemiştir. Bir başka rivayete göre ise Hz. Peygamber üç gün boyunca onları kendi haline bırakmış, onlar da bu süre içerisinde Hz. Peygamber’deki peygamberlik alametlerini gözlemlemişlerdir.

Daha sonra heyet başkanları Seyyid el-Eyhem, Uskuf Ebu Harise ve Akib Abdülmesih, Hz. Peygamber’le müzakere etmek için huzuruna çıktılar. Hz. Peygamber önce onları Allah’ı birlemeye davet etti. Onlar zaten Müslüman olduklarını söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Siz yalan söylüyorsunuz. Sizi İslâm’ı kabulden üç şey alıkoymaktadır: Domuz eti, haç ve (Hz. İsa’nın) Allah’ın oğlu olduğuna inanmanız.” diye karşılık verince, Hz. İsa hakkındaki düşüncesini sordular.[2] Hz. Peygamber, “O, Allah’ın seçtiği kuluydu.” cevabını verdi. Bunun üzerine, “Onun babası kimdi?” dediler. Hz. Peygamber, “O bir ilişki neticesinde dünyaya gelmedi ki babası olsun!” dedi. Bu defa, “Peki, öyleyse onun Allah’ın yaratılmış kulu olduğunu nasıl söylersin?” diye itiraz ettiler. Bu soru üzerine Allah Teâlâ Resul’üne vahyetti:

“Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘Ol!’ dedi ve oluverdi.” (Âl-i İmran, 59)

Hz. Peygamber ekledi: “Buna göre Hz. İsa’nın babasız doğması onun ilah olduğunu göstermez!”

Hıristiyan din adamları bu cevaptan memnun kalmadılar ve tartışmayı sürdürmek istediler. Bunun üzerine Allah bir kez daha Resul’üne vahyetti:

“Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: ‘Gelin oğullarımızı, oğullarınızı; kadınlarımızı, kadınlarınızı; nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım, sonra lanetleşelim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.’” (Âl-i İmran, 61)

Hz. Peygamber, “Eğer söylediklerimi (okuduğum ayetleri) kabul etmiyorsanız benimle mübâhele edin! Eğer ben doğru isem Allah’ın laneti sizin üzerinize nazil olsun. Yok, eğer yalancı isem, lanet benim üzerime nazil olsun.” dedi.

Bunun üzerine ertesi gün Mescid-i Nebevi’nin kuzeydoğusunda, Medine dışındaki İcabe Mescidi’nin[3] yakınında bir mevkide mübâhele[4] etmek üzere ayrıldılar. Hıristiyan din adamları ikametgâhlarına gittiklerinde İmam Cafer es-Sadık’ın Kummî’nin Tefsir’inde naklettiği rivayetine göre aralarında şu konuşmalar geçmiştir:

“Eğer ümmetiyle gelirse mübâhele edelim; çünkü bu durumda onun peygamber olmadığı anlaşılmış olur. Ama eğer akrabalarıyla gelirse etmeyelim; çünkü kimse kadınının, oğlunun zararına olacak bir davranışta bulunmaz ve bu, onun davasında doğru olduğunu gösterir.”

Mübâhele Günü

Ertesi gün, 24 Zilhicce 9/3 Nisan 631 tarihinde[5], kalabalık bir topluluk hadiseyi izlemek için Medine dışında toplanmıştı.
Hz. Peygamber Medine’den çıktı. Üzerinde siyah kıldan yapılmış abası vardı. Hz. Hüseyin kucağındaydı, Hz. Hasan'ın elini tutmuştu. Hz. Fatıma babasının arkasındaydı, Hz. Ali de Hz. Fatıma’nın arkasından yürüyordu. (Bir başka rivayete göre Hz. Ali’nin elini tutmuştu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin önde yürüyordu; Hz. Fatıma ise babasının arkasından geliyordu.) Hz. Peygamber kararlaştırılan yere iki ağaçlık mesafe kalınca durdu. İki ağaç arasının temizlenmesini ve düzlenmesini istedi. Sonra abasını çıkarıp iki ağacın arasına serdi ve abasıyla yerde oturan Ehl-i Beyt’inin üzerini örttü. Kendisi ayakta durmuştu. Sol omuzu abanın altındaydı ve elindeki yaya yaslanmıştı. Sağ elini mübâhele için göğe kaldırdı ve “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beytim’dir!” diyerek Tathir ayetini (Ahzab, 33) okudu. Ardından Ehl-i Beyti’ne, “Ben dua edince siz âmin deyin!” buyurdu.

Bu esnada Hıristiyan heyeti etraftakilere Hz. Peygamber’in yanındakilerin kim olduklarını soruyorlardı. “Adam, amca oğlu, damadı ve vasisi; kadın da kızı Fatıma’dır. Çocuklar ise torunları Hasan ile Hüseyin’dir.” cevabını alınca korkuya kapıldılar.

Hz. Peygamber Necranlılara hitap etti:

“Bunlar oğullarım, kadınlarım ve nefsimdir. Siz de onların benzerlerini getirin de mübâhele edip Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olmasını dileyelim!”

Bu sözleri işiten Seyyid el-Eyhem’in, Uskuf Ebu Harise’nin ve Akib Abdülmesih’in benzi attı, dizleri titredi. Bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı: Birisi, “Allah’a ant olsun onun oturuşu önceki peygamberlerin mübâhele merasimindeki oturuşunun aynıdır.” dedi. Biri diğerine, “Onunla mübâhele edelim mi?” diye sordu. Diğeri, “Zamanın peygamberiyle mübâhele eden büyük küçük herkesin helak olduğunu, zürriyetlerinin kesildiğini bilmez misin?” diye karşılık verdi. Uskuf Ebu Harise,“Ben öyle simalar görüyorum ki Allah’tan dağı yerinden oynatmasını isteseler Allah dualarını kabul eder. Sakın mübâhele etmeyin, yok olursunuz! Ağzından lanet kelimesi çıkarsa biz bir daha asla ailemizin yanına dönemeyiz.” dedi. Hz. Peygamber’in şartlarını kabul edip bir barış anlaşması yapılmasını istediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah’a ant olsun eğer sizinle mübâhele etmiş olsaydım, bu çölün tamamı ateşle dolar, siz de derhal helak olurdunuz.”

Necran heyeti, Münzir b. Alkame’yi anlaşma metnini hazırlamakla görevlendirdi. Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan Münzir Müslüman oldu. Hz. Peygamber de Hz. Ali’yi anlaşma metnini hazırlamakla görevlendirmişti. Hz. Ali anlaşmayı nasıl hazırlaması gerektiğini sorunca Hz. Peygamber bütün yetkiyi Hz. Ali’ye bırakarak, “Sen karar ver!” buyurdu.

Ertuğrul Ertekin

kaynaklar: Ali Mamurî, “Berresi-i Tarihî-i Ayet-i Mubâhele ve Baztabha-yi Kelamî-i ân”, Şia-şinasî, Sayı: 19, 1386, s. 85-100; Cafer Subhanî, “Tahkik-i Peyramun-i Sal, Mah ve Ruz-i Mubâhele”, Mekteb-i İslâm, Yıl: 23, Sayı: 9, 1362, s. 35-39; Enise Askerî, “Teemmulî der Mubâhele”, Ulum-i İslâmî, Sayı: 7, 1386, s. 49-68; Louis Massignon, “Mübâhele”, İslâm Ansiklopedisi (MEB), 1971, c. 8, s. 777-778; Muhammed Sadık Necmi, “Mescidu’l-icabe ya Mescid-i Mübâhele”, Mikat-ı Hac, Sayı: 41, 1381, s. 112-130; Mustafa Fayda, “Hz. Muhammed’in Necranlı Hıristiyanlarla Görüşmesi ve Mübâhele”, Ankara Üniversitesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, 2, 1975, s. 143-149; Mustafa Fayda, Mübâhele; Ömer Faruk Harman, “Fârân”; Sıddık Ünalan-Hakan Öztürk, “Hz. Muhammed’in Hıristiyanlarla Yapmış Olduğu Diplomatik Münasebetlerin Evrensel Boyutu”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 12, Sayı: 2, 2007, s. 11-31; Zehra Emirayî-M. Cevad Rızayîreh, “Ayet-i Mubâhele ve İmamet-i Ali (as)”, Pejuheşha-yi Edyanî, Sayı: 1, 1392, s. 103-120.

[1] “Rab Sina’dan geldi, Seir’den (Filistin dağları) doğdu, Paran dağından parladı.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, 33/2) ifadesi, İslâmî kaynaklarda Hz. Muhammed’in geleceğinin müjdelenmesi olarak yorumlanmakta ve şu şekilde açıklanmaktadır: Rabbin Sina’dan gelmesi Hz. Musa ile konuşması, Seir’den doğması Hz. İsa’ya İncil’i indirmesi, Paran dağından parlaması da Hz. Muhammed’e (s) Kur’ân-ı Kerim’i inzal etmesidir. Daha fazla bilgi için bkz. Ömer Faruk Harman, “Fârân”.
[2] Kaynakların belirttiğine göre Peygamber Efendimiz bu soruya hemen cevap vermemiş, kısa bir müddet sonra da Âl-i İmran Suresi’nin ilk seksen ayeti nazil olmuştur. Bu ayetlerde Hıristiyanlık hakkında bilgi verilmekte, Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelişine Hz. Âdem’in annesiz ve babasız olarak yaratılışı örnek gösterilmekte, daha sonra da mübâhele ayeti yer almaktadır.
İcabe Mescidi
[3] İcabe Mescidi (Mescidü’l-icabe), Hz. Peygamber hayattayken yapılmıştır. Bu mescitte kıldığı namazın ardından uzunca bir süre dua eden Hz. Peygamber, duasında dilediği üç şeyden ikisine icabet olunduğunu bildirmiştir. Mescidin adı bu yüzden İcabe Mescidi’dir. Bu mescid, Evs kabilesinin bir boyu olan Beni Muâviye b. Malik b. Avf kabilesinin topraklarında bina edildiğinden Beni Muâviye Mescidi olarak da bilinir. Şiî hacılar mübâhele hadisesi İcabe Mescidi’nin yakınında gerçekleştiğinden bu mescide Mübâhele Mescidi demekte ve bu mescide özel bir teveccüh göstermektedirler.
[4] Arapçada “b h l” kökünden türeyen mübâhele sözcüğü; “bırakmak, terk etmek” ve “lanet etmek, nefret etmek” anlamlarına gelir. Terim anlamında mübâhele sözcüğü, “tartışmadan sonra muhalif taraf için Allah’ın lanet ve azabının nazil olmasını dilemek” anlamındadır. Mübâhele hadisesiyle ilgili ayetlerin ve bunların nüzul sebebinin incelenmesinden mübâheleye konu teşkil eden hususun dinî mahiyette olduğu ve şahit, belge gibi maddî delillerle ispatının mümkün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
[5] Mübâhele hadisesinin hangi gün meydana geldiği hakkında farklı görüşler vardır. Genel kabul gören görüşe göre hadise, 24 Zilhicce 9/3 Nisan 631 tarihinde gerçekleşmiştir.