Ali Ekber'in cengi (detay) Anonim, 20 yüzyıl Kirmanşahan, Muavinü'l-Mülk Tekkesi |
Ali Ekber’in künyesi Ebu’l-Hasan’dır. Kimi biyografi
müelliflerine göre oğlu olmamıştır, kimine göreyse olmuştur. Maktel müellifi
Muhammed Hüseyin Mukrim’in oğlu Abdurrahman, Maktel-i Mukrim’in dipnotunda,
Ali Ekber’in Hasan adında bir oğlu olduğunu kaydetmiş, bu iddiasına delil
olarak da İmam Cafer Sadık’ın (as) Ebu Hamza’ya öğrettiği Ali Ekber
ziyaretnamesindeki “Sana, soyuna, ev halkına, babalarına, oğullarına, annelerine
selam olsun! Kuşkusuz Allah onlardan her türlü kiri gidermiş ve onları
tertemiz kılmıştır.” cümlesini kanıt göstermiştir. Bu cümleye göre Ali Ekber’in
en az iki oğlu olduğu düşünülebilir. Çünkü Arapçada ebnâ (oğullar), ibn (oğul)
sözcüğünün çoğuludur ve en az iki kişiye delalet eder. Fakat kimi
araştırmacılara göre bu cümlede geçen oğullar Ali Ekber'in akrabalarına işaret etmektedir.
Ayrıca cümle mecaz anlamı da taşıyor olabilir; nitekim kendilerinden her türlü kirin giderildiği kimseler arasında sayılan annelerinden yalnızca Hz. Fatıma
(sa) bu zümreye dâhildir. Dolayısıyla bu cümleden ve biyografi müelliflerinin
rivayetlerinden hareketle Ali Ekber’in soyu konusunda kesin bir hükümde
bulunmak mümkün olmamaktadır.
Ali Ekber, hadisçilerin ifadelerine göre dedesi Hz.
Ali’den (as) hadis nakletmiştir. Annesi, sahabeden Sakif kabilesine mensup Urve
b. Mesud’un torunu Leyla bint Mürre’dir. İslâm tarihinde önemli bir şahsiyet
olan Urve b. Mesud Kureyş eşrafındandı. Hicrî IX. yılın Rebiyülevvel ayında Müslüman
olmuştur. Müşrikler, Hudeybiye Barış Anlaşması görüşmelerinde müzakereci
olarak Hz. Peygamber’e Urve’yi göndermişlerdir. Müslüman olduktan sonra halkını davet etmek
için memleketi Taif’e dönen Urve, ezan okurken şehid edilmiştir
Ali Ekber’in annesi Leyla’nın Kerbelâ’da bulunup
bulunmadığı tartışmalıdır. Tarih rivayetlerinden Kerbelâ’da bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Muhaddis Nurî, kaynaklarda Ali Ekber’in annesinin Kerbelâ’da
hazır bulunduğuna dair bir bilgiye rastlamadığını yazar.
Ali Ekber, Halife Osman döneminde doğdu; fakat doğduğu
tarih tam olarak bilinmemektedir. Maktel müellifi Muhammed Hüseyin Mukrim 11
Şaban 33/7 Mart 654 tarihinde doğduğunu yazar. Ali Ekber’in kaç yaşında şehid
olduğu da kesin olarak bilinmemektedir. İbn Şehraşub Menakıb’ında, “Ali Ekber
şehid olduğunda 18 yaşındaydı.” diye yazar ve kimi müelliflerin onun 25 yaşında
şehid olduğunu yazdıklarını ekler. Şeyh Müfid’in el-İrşad’ında yazdığına göre
ise 19 yaşında şehid olmuştur. Muhammed Hüseyin Mukrim ise 27 yaşında şehid
olduğu kanaatindedir. Tarihe uygunluğu açısından, Ali Ekber’in 25 veya 27
yaşında şehid olduğunu bildiren rivayetler sahih kabul edilmiştir.
*
Ali Ekber, 10 Muharrem 61/10 Ekim 680, Âşura günü, İmam
Hüseyin’in sahabîlerinin şehadetlerinden sonra, Ehl-i Beyt’ten başka savaşacak
erkek kalmadığında savaş meydanına çıkmıştır. Tâlib Oğullarından ve Ehl-i
Beyt’ten ilk şehid olan Ali Ekber’dir. Haşim Oğullarından ilk şehid olan ise
Müslim b. Akîl’dir.
Ali Ekber savaş meydanına gitmeden önce İmam Hüseyin’den
izin istedi, İmam Hüseyin de hiç duraksamadan izin verdi. İmam Hüseyin’in
sahabîleri savaş izni istediğinde düşünceye dalıp biraz beklediği göz
önüne alındığında bütün tarihçilerin rivayetlerinde vurguladıkları bu
ayrıntının önemi daha iyi anlaşılabilir. İmam Hüseyin, Ali Ekber savaş meydanına
giderken başını önüne eğdi, düşünceye daldı ve gözyaşı akıttı. Ali Ekber’in
ardından işaret parmağını göğe kaldırıp, “Allahım! Boy pos, ahlak ve konuşma
tarzı olarak Resulüne en çok benzeyen gencin onlara (düşman askerlerine) doğru
gittiğine şahit ol! Biz Nebini özlediğimizde ona bakardık!” dedi.
Sonra da duyabileceği kadar yüksek bir sesle Ömer İbn
Sad’a şöyle seslendi:
“Ne yapıyorsun sen? Allah akrabalık bağlarını koparsın,
hiçbir işin bereketli olmasın! Sana öyle birini musallat etsin ki, sen
yatağındayken başını bedeninden ayırsın! Çünkü sen benim akrabalık bağlarımı
kestin, Resulullah’a olan yakınlığımdan doğan saygınlığı hiçe saydın!”
Sonra da şu ayeti okudu: “Şüphe yok ki Allah, Âdem'i,
Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu seçti, âlemlere üstün etti. Birbirlerinden
türemiş bir soydur onlar ve Allah duyar, bilir.” (Âl-i İmran, 33-34)
Muhtar kıyam ettiğinde Ömer b. Sad’ın boynunun
vurulmasını emretmiş, bu emri de İbn Sad yatağındayken hayata geçirilmiştir.
Ali Ekber savaş meydanına giderken recez okudu:
“Ben Ali’nin oğlu Hüseyin oğlu Ali’yim! Kâbe’nin Rabbine
yemin ederim ki Hz. Peygamber’e en yakın olan biziz. Evlatlığın oğlu
(Ubeydullah b. Ziyad) bize hükmedemez! Kureyş’in Haşimî soyundan bir genç gibi
kılıcımı çeker, babamı savunurum!”
Sonra meydana girdi ve çok sayıda düşman askerini öldürdü
veya yaraladı. İbn Şehraşub’a göre yetmiş, Allame Meclisî’ye göre yüz yirmi
düşman askeri öldürmüştür.
Susuzluğun ve aldığı yaraların etkisiyle daha fazla
savaşamayan Ali Ekber çadıra, babasının yanına döndü. Babasının yanına
geldiğinde, “Susuzluktan öldüm, silahın ağırlığı da yordu beni. Güç toplayıp
tekrar düşmanla çarpışmamı sağlayacak bir damla su var mı?” dedi. İmam Hüseyin
ağlayarak, “Oğulcuğum! Sana nereden su bulayım! Dön de savaş, sabırlı ol! Deden
Muhammed’e (s) kavuşmana az kaldı. O susuzluğunu bir daha hiç susamayacağın
kadar giderecek!” dedi.
Allame Meclisî’nin naklettiği bir rivayette İmam Hüseyin
şunları da söylemiştir: “Oğulcuğum! Dilini çıkar!” Sonra oğlunun dilini ağzının
içine alıp bir nebze susuzluğunu giderdi. Ardından yüzüğünü Ali Ekber'e verip,
“Düşmanlarla çarpışmaya devam et. Gün sona ermeden deden sana bir tas su
verecek ve sen bir daha hiç susamayacaksın!”
Sonra Ali Ekber yerinden kalktı, meydana dönüp çarpıştı.
Öyle ki önünde kimse duramıyordu. Bu esnada Mürre b. Munkiz Abdî sırtına mızrak
saplayarak Ali Ekber’i yaraladı. Ardından başına bir kılıç darbesi indirip
alnını yardı. Ali Ekber atına yaslandı, yelesini tuttu. At şahlandı, o
hengâmede Ali Ekber’i düşman askerlerinin arasına götürdü. Ali
Ekber’i gören düşman askerleri etrafını sardı, bedenine her biri bir kılıç darbesi
indirdi. Ali Ekber’in bedeni kılıç darbeleriyle paramparça oldu. Ali Ekber can
havliyle şöyle haykırdı:
“Ey babacığım! Selam olsun sana! Dedem Resulullah burada,
sana selam söylüyor! Çabuk gelsin, diyor.”
Ve Ali Ekber şehid oldu.
İmam Hüseyin oğlunun haykırışlarını duyunca hızla yanına
koştu, başını dizlerine aldı, yüzünü yüzüne yaklaştırıp, ağlayarak, “Oğulcuğum!
Allah seni öldüren kavmi öldürsün! Haddi aştılar, Resulullah’ın hürmetini hiçe
saydılar. Senden sonra yıkılsın bu dünya!” dedi.
Bu sırada Ali Ekber’in şehid olduğu haberi çadırlara
ulaşmıştı. Hz. Zeynep haber alır almaz hızla çadırından çıktı, savaş meydanına
geldi. “Oğlum! Yeğenim!” diyerek ağıt yakıyordu. Sonra Ali Ekber’in naaşının
üzerine kapandı. İmam Hüseyin Zeyneb’i kaldırıp çadırına götürdü. İmam Hüseyin
yüksek sesle ağlıyordu. Kimse onu böyle ağlarken görmemişti. Sonra Haşimî
gençlere, “Kardeşinizin cenazesini savaş meydanından çıkarın.” dedi. Gençler
Ali Ekber’in cenazesini alıp savaş meydanını gören çadırın önüne yatırdılar.
Ali Ekber’in naaşı İmam Hüseyin’in Türbesi’nin ana
kubbesi altına defnedilmiştir.
Ertuğrul Ertekin
_______________
kaynak: Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin
Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014, s. 83-85; Ebu Mihnef, Kerbela
Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 189-190; Ethem Ruhi Fığlalı, “Aliel-Ekber”; Resul Caferiyan, Teemmulî der
Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 133-135; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı
İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 204-220.