4 Ekim 2014 Cumartesi

Kâbe'nin İlk Banileri: Hz. Âdem, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (as)



Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki ka‘b kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de adı iki defa geçen Kâbe’ye[1] bir kısmı yine Kur’an’da yer alan Beyt[2], Beytullah, el-Beytü’l-atîk[3], el-Beytü’l-harâm[4], el-Beytü’l-muharrem[5], el-Mescidü’l-harâm[6], el-Beytü’l-ma‘mûr[7], el-Meşarü’l-harâm, Beniyye, Devvâre, Kâdis, Kıble, Hamsâ, Müzheb gibi çeşitli isimler de verilmiştir; halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama tabiri kullanılmaktadır.

Kâbe’nin merkezinden dört köşesine (rükn) çekilecek hatlar yaklaşık olarak dört ana coğrafî yönü gösterir. Bunlardan doğu yönünü gösteren köşeye Rüknü'l-hacerülesved, güneyi gösteren köşeye Rüknü'l-yemânî, batıyı gösteren köşeye Rüknü'l-garbî, kuzeyi gösteren köşeye de Rüknü'l-ırâkî denilir. İçi dört köşe bir oda görünümünde olan Kâbe’nin Rüknü'l-ırâkî köşesinde dama çıkılan merdiven ve önünde “tövbe kapısı” denilen bir kapı yer alır.

Kâbe'nin tabanının ortasında, Abdullah b. Zübeyr zamanından kalma güney-kuzey yönünde dizilmiş üç ağaç direk ve bunlardan kapının karşısındakinin önünde batı duvarına doğru Hz. Peygamber’in namaz kıldığı yer bulunmaktadır; burası seccade şeklinde bir mermerle belirtilmiştir.

Ayet-i kerimenin bildirdiğine göre yeryüzünde bina edilen ilk ev Kâbe'dir: “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev (mabed), Bekke'de, çok mübarek ve alemlere hidayet kaynağı olan (Kâbe)dir.” (Âl-i İmrân 96) Kaynaklarda, Kâbe’nin üzerine bina edildiği zeminin, yaratılan ilk toprak parçası olduğu rivayet edilir. Bu yüzden bu toprak parçasına yerin kalbi/göbeği, dünyanın ortası ve karyelerin anası (ümmü’l-kurâ) adı verilmiştir. Kâbe'nin üzerinde buluduğu toprak parçasının etrafına, Beytullah'ı içinde barındırdığından ve ibadetin göstergesi olan secdenin mekânı olduğundan, mescid denilmiştir. Bu bölgede uyulması gereken birtakım kurallar bulunduğundan buraya Mescidü'l-haram denilir. Kâbe’nin etrafındaki bu mescidin etrafı Hz. Peygamber dönemine kadar duvarla çevrilmemiş, üstü açık kalmıştır.

Dünyanın ortası Kâbe
Tarih-i Hind-i Garbi, 1650 
Leiden Üniversitesi Kütüphanesi
Ayetlerden Kâbe’nin Hz. İbrahim’den önce de varolduğu, ancak yıkıldığı ve zaman içinde yerinin kaybolduğu; Hz. İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat Hz. İbrahim’den önce kimin tarafından bina edildiği hususunda Kur’an’da herhangi bir bilgi yoktur. Hadislerde ve tarih rivayetlerinde ise Kâbe’yi ilk defa Hz. Âdem’in yaptığı geçmektedir.

Eşi Havva’yı bulmak için Mekke topraklarına gelen Hz. Âdem, orada üstü açık dört duvardan ibaret bir Beyt, ibadethane bina etmiştir. Daha sonra oradan uzaklaşan Hz. Âdem yılda bir kez Beyt’i ziyaret etmiştir. Hz. Âdem'in hayatı boyunca Beyt’i kırk kez haccetteği rivayet edilir. Daha sonra Hz. Âdem’in oğlu Hz. Şit Beyt’i onarmış ve üzerini kapatmıştır.

Beytullah, Nuh Tufanı’ndan sonra kızıl kumdan bir tepe olarak suların arasından çıkmıştır. Nüfusun tekrar kalabalıklaşmasından sonra yeryüzünü oğulları arasında pay eden Hz. Nuh, Harem ve çevresini oğlu Sam’a vermiştir. Bu olaydan sonra Harem’i de içine alan topraklara Sam, halkına Saman, bu topraklarda konuşulan dile de Samî dili denilmiştir.

Suların çekilmesiyle ortaya çıkan bu kızıl tepe, Hz. İbrahim zamanına kadar olduğu gibi kalmış, halk tarafından kutsal ve saygın kabul edilmiştir. Hz. İbrahim, oğlu İsmail ve eşi Hacer’i, Allah’ın emriyle, Şam'dan Mekke'ye getirdiğinde bölge kurak ve tarıma elverişsizdi. Nitekim ayette de Hz. İbrahim'in dilinden şöyle anlatılır:"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler." (İbrahim 37)

Hz. İbrahim Şam'a döndükten sonra, Hacer, oğlunun susuzluğuna dayanamayıp Safa ve Merve tepeleri arasında koşuşmuş, bu sırada susuzluktan ağlayan İsmail’in yere vurduğu ayaklarının altından zemzem suyu çıkmıştır. Hacer'in Safa ve Merve arasındaki bu gidiş gelişleri sonradan Say ibadetinin esası olmuştur.

Zamanla Zerdüştîlerin ve bölge halkının Beyt’i ziyareti neticesinde bölge abat olmuş ve  Bekke (bkz. Âl-i İmrân 96), Mekke adını almıştır. Oğlunu ve eşini görmek için Mekke’ye üçüncü gelişinde Hz. İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte, Allah tarafından, Kâbe’yi yükseltmekle görevlendirilmiştir: “Hani İbrahim, İsmail ile birlikte Beyt'in temellerini yükseltiyordu.” (Bakara 127) Sonra Allah, Hz. İbrahim’den ve Hz. İsmail’den ziyarete gelen muvahhidler için Beyt’i hazırlamalarını istemiştir: “İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Beytimi temiz tutun, diye emretmiştik.” (Bakara 125)

Hac Vekâletnamesi (detay)
17-18. yüzyıl
Nasır D. Halili Koleksiyonu
Hz. İbrahim, Kâbe'yi bina ettikten sonra Allah’tan, Mukaddes Beyti ziyaret adabını kendisine öğretmesini ve kendisiyle oğullarını boyun eğenlerden kılmasını istemiştir: “Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster” (Bakara 128). İbrahim’in bu talebi üzerine Cebrail hac adabını Hz. İbrahim’e öğretmiş ve Hz. İbrahim bundan sonra, Allah’ın emriyle, hac adabını en ince ayrıntısına kadar halka talim etmiştir. Daha sonra bu görevini Hz. İsmail’e devredip Şam’a, Sare’nin yanına geri dönmüştür. Bu tarihten itibaren Kâbe'nin sorumluluğunu İsmail üstlenmiştir.

Bugün, Kâbe’nin yanında o günlerin hatırası olarak duran Makam-ı İbrahim bulunmaktadır. Makam, Hz. İbrahim’in Kâbe’nin duvarlarını örerken iskele olarak kullandığı ve üzerinde davet görevini ifa ettiği taşın yerini belli eder. Taşın üzerinde Hz. İbrahim’in ayak izleri bulunmaktadır. Makam-ı İbrahim’de namaz kılmak hacda yerine getirilmesi gereken amellerden birisidir.

Ertuğrul Ertekin

kaynak: Sadettin Ünal, “Kâbe” TDVİA; Gulamrıza Efrasyabî, “Bunyan-i Kâbe”, Âyine-i Miras, Sayı: 23, 1383, s. 7-26
[1] Mâide 95, 97. 
[2] Bakara 125, 127, 158; Âl-i İmrân 96, 97; Enfâl 35; Hac 26; Kureyş 3. 
[3] Hac 29, 33. 
[4] Mâide 2, 97. 
[5] İbrahim 37. 
[6] Bakara 144, 149, 150; Mâide 2; Tevbe 7, 19, 28. 
[7] Tûr 4.