Sabancı Üniversitesi’nde tarih doktoru olan Hakan Erdem,
28 Mart 2013 tarihinde, Bilim ve Sanat Vakfı’nda (BİSAV) düzenlenen mekanıbname
okumaları çerçevesinde “Abdal Musa Velâyetnâmesi”
başlıklı bir konuşma yaptı.
Hakan Erdem’in konuşmasını BİSAV
Bülten’e değerlendiren Emine Kaval’ın yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.
-
Kim ne bilür bizi ne soydanız
Ne bir zerre oddan ne hod sudanız
Bizim hususumuz marifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanız
Neslimizi sorarsan asl-ı Hû’danız.
Menâkıbnâmeler serisinin yedinci konuğu olan Hakan Erdem
ile Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi üzerine
uzun soluklu bir sohbet gerçekleştirildi.
Sunumunun başında menâkıbnâme ve tarih ilişkisi üzerinde
duran ve bu bağlamda, Âşıkpaşazâde’nin Tevârih-i Âl-i Osman’ına dikkat çeken
Erdem’in ifadesiyle, eser en eski kroniklerden biri sayılmakla beraber, türü
itibariyle menâkıbnâmedir. Batı literatüründe hagiografi olarak adlandırılan ve
azizlerin hikâyesini anlatan bu edebi tür, bizdeki menâkıbnâmelerin
karşılığıdır. Menâkıbnâmeler genel itibariyle azizlerin kerametlerini çok da
düzenli olmayan bir tarzda, parça parça anlatır. Âşıkpaşazâde kendisi de ehl-i
tariktir. Bu nedenle, menâkıbnâme formatında tarih yazar, azizler için kullanılan
formatı siyasi liderler için kullanır. Bu (derviş) bakış açısıyla yazdığı için
Osman ve Orhan Gazi derviş niteliğiyle karşımıza çıkar: Derviş Osman, Miskin Osman gibi.
Bu eser Osman ve Orhan Gazinin etrafındaki tarihi
şahsiyetler hakkında da bilgi vermektedir: Bunlar abdallar, dedeler ve
babalardır. Erdem’e göre burada verilmeye çalışılan mesaj, daha padişahlık
ortada yokken, bu beylerin abdallar ve babalarla beraber olduğudur.
Aralarındaki ilişki mükemmeldir, ancak devletin kurulup büyümesiyle bu ilişkinin
bozulduğu zamanlar da görülür. Dolayısıyla, abdallar ve babalar o dönemde belli
bir fonksiyonu icra etmişler ve onlar üzerinden anlatılagelenler bir zaman
olayların izah edilme şekli olmuştur. Sonraları ise bu kültür, zaman içerisinde
marjinalleşen insanların kültürü haline gelmiştir. Erdem’in vurguladığı diğer
bir husus, bir halkın inancı hakkında bir şeyler öğrenmek, ancak kendi içinden
biri tarafından anlattığı zaman mümkündür (bkz. Âşıkpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osman) ve bu tarz eserler cazibesini koruduğu
müddetçe tedavülde kalmaktadır.
Abdal Musa’ya gelince, o, Osman ve Orhan’ın yakın
çevresinde bulunduğu düşünülen bir abdaldır. Horasan’dan gelip Orhan Gazi ile
Bursa’nın fethinde bulunmuştur. Adına yazılmış velâyetnâme dışında Abdal Musa
hakkında bir şey bilinmemektedir. Günümüzde, bu velâyetnâmenin birkaç edisyonu
mevcuttur.
İnanç tarihinin çok zor bir alan olmasından hareketle,
belgelerde karşılaşılan birtakım bilgilerin araştırmacının kafasına uymaması
durumunda ortaya çıkan sorunları Abdurrahman Güzel’in Abdal Musa Velâyetnâmesi isimli çalışmasından yola
çıkarak ortaya koyan Erdem, yukarıda verdiğimiz orijinal metnin son satırındaki
“asl-ı Hû’danız” bölümünü Güzel’in, “asl-ı Hoy’danız” şeklinde çevirmeyi tercih
ettiğini ve böylece Abdal Musa’nın aslını Horasan’daki Hoy isimli bir Türk
boyuna dayandırdığını belirtmektedir. Erdem’in buna binaen tespit ettiği
sorunlar/yanlışlar şöyledir: (1) Hoy, Horasan’da değildir. (2) Hoy diye bir
Türk boyu yoktur. (3) Kitabının inceleme kısmında asl-ı Hoy diyen Güzel,
velâyetnâmenin çevirisinde asl-ı Hû demektedir. İnanç tarihi açısından çok
önemli olan bu tercihle müellif “aslı” nereye dayandırmak istediğine dair
görüşünü serdetmektedir. Zira asl-ı Hoy ile asl-ı Hû’nun çağrışımları
birbirinden tamamen farklıdır.
Erdem’in Abdal Musa Velâyetnâmesi
üzerine yaptığı incelemeye göre, on yedinci yüzyıldan kalma 12-13 sayfalık bu
kısa metinde tarih malzemesi sayılabilecek bilgi bulunmamaktadır. Eserde tarihi
olay niteliğinde sadece Rumeli fütuhatı zikredilir. Metne göre fütuhatı yapan
Aydınoğlu Gazi Umur’dur, onu takdis eden de Abdal Musa’dır. Ancak bu bilgi
gerçekle örtüşmemektedir, zira Gazi Umur’un böyle bir fütuhat girişimi yoktur.
Tarihi olaylar ve siyasi kültüre ait doyurucu bilgi
içermeyen bu eserin inanç tarihi açısından değerine dikkat çeken Erdem, bu ve
benzeri eserlerden yola çıkarak o dönemde insanların inançlarının kökenlerinin
ve diğer inanç sistemleri ile alakalarının tespit edilebileceğini ifade eder.
Erdem’in inanç tarihine dair elde ettiği bulgulardan bazıları şöyledir: Hacı
Bektaş-ı Veli ile ilgili anlatılan bir hikayede tenasühe/reenkarnasyona dair
ifadeler vardır; beyler ancak abdallar tarafından kutsanırlarsa yönetici
olabilmektedir; abdalların beylere börk giydirmesi Hristiyanlıktaki taç
giydirme merasimi ile benzeşmektedir; manevi otoritenin siyasi otorite
üzerindeki hakimiyeti ve aralarındaki rekabetten doğan gerilim (manevi
otoriteye karşı çıkanlar affedilmemekte ve bir şekilde cezalarını bulmaktadır);
eski Hristiyan topraklarında asl-ı Hû’dan olmanın anlamına dair ipuçları; o
dönemde yaşayan insanların çok da Ortodoks sayılabilecek bir İslâm inancına
sahip olmadıkları; erken Osmanlı dünyası ve kimliği ve buna bağlı olarak o
dönemde bu tarz eserlere olan ihtiyaç ve bunun sebepleri; rekabetin sadece
manevi ve dünyevi otorite sahipleri arasında vuku bulmadığı, manevi saha içinde
de erenler arasında bir üstünlük yarışının varlığı.
Öte taraftan, Erdem’e göre Abdal
Musa Velâyetnâmesi’nde anlatılan hikayeler bilimsel şüphe ile
karşılanmalıdır. Tarihçi için önemli olan husus kıssadan ziyade, kıssadan
çıkacak hisse olmalıdır. Velâyetnâmedeki bilgilerin gerçekle örtüşmemesinden
dolayı Abdal Musa diye bir kişinin yaşamadığı ve başka yerlerden bildiğimiz
kerametlerin de ona atfedilmesiyle bir velayetnâmenin doğduğu görüşünü savunan
Erdem, bu eserin ilk Osmanlıların kim olduklarına ışık tutması hasebiyle
öneminin yadsınamayacağını, öne çıkarılan olay ve kişilerle de neyin anlatılmak
istendiğine yoğunlaşılması gerektiği kanaatinde.